Kış hastalıklarına karşı direnciniz zayıfsa önlem almanız gerekiyor. Kış hastalıklarından nasıl korunabiliriz?
Dr. Ulaş Yaşar Kırhasanoğlu, "Kış mevsimi ile birlikte tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de soğuk havaya bağlı olarak nezle, grip, faranjit, larenjit, sinüzit, orta kulak iltihabı, bronşit, zatürre gibi hastalıkların görülme sıklığı artar" dedi.
Havaların iyice soğuduğu, hava kirliliğinin arttığı kış aylarında, soğuk havaya bağlı olarak oluşan hastalıkların insanlar tarafından önemsenmemesinin, hastalığın daha ileri evrelere taşınmasına ve tekrarlanmasına sebep olduğunu belirten Acil Servis Hekimi Dr. Ulaş Yaşar Kırhasanoğlu, kış aylarında insanların en çok nezle, grip, faranjit, larenjit, sinüzit, orta kulak iltihabı, bronşit, zatürre gibi hastalıkların şikayetleri ile acile başvurduklarını söyledi.
"BANA BULAŞMAZ DEMEYİN"
"Kış mevsiminde oluşan enfeksiyonlar en çok çocukları, yaşlıları, hamileleri ve kronik hastalıkları olanları etkilemektedir" diyen Dr. Ulaş Yaşar Kırhasanoğlu, "Kış mevsiminde soğuk havaya uyum sağlamak için vücut daha fazla enerji harcar ve bu enerji ihtiyacı karşılanmadığında da vücut direnci düşer, enfeksiyonlara yatkın hale gelir. Çoğunlukla kış aylarında görülen enfeksiyon virüslerinin bulaşması, hastalığı taşıyan kişilerin öksürmesi ya da hapşırması ile havaya yayılan mikropları, sağlıklı insanların solumasıyla ya da mikropların olduğu eşyalara temas edilmesinin ardından, daha sonra elin gözlere ve yüze sürülmesi ile olmaktadır. Aynı zamanda virüsler, kapı kolları, bilgisayar klavyeleri, telefon gibi ortak kullanılabilecek eşyalar ile bulaşabilir. Belirtilerin başlamasından önceki 24 saat ve sonraki beş gün kişinin bulaştırıcılığı vardır. Enfeksiyona bağlı hastalıkların belirtileri arasında ateş, boğaz ağrısı, burun akıntısı, hapşırık, öksürük, baş ağrısı, kaslarda ve eklemlerde ağrı ve halsizlik sayılabilir. Genellikle 1-2 hafta içinde iyileşme görülür. Ancak yaşlılarda, diyabetlilerde, altta yatan böbreğe, kalbe ya da solunum sistemine ait kronik hastalığı olan kişilerde daha ağır seyredebilir. Bunun yanında zatürre gibi hastalıklara da zemin hazırlayabilir" diye konuştu
"KIŞ HASTALIKLARDAN KORUNMAK İÇİN YAPILABİLECEKLER"
Kış mevsiminde kişileri hasta edip yatağa düşürebilecek enfeksiyonların tanınarak, bu hastalıkları engellemek için nasıl bir yol izlenmesi gerektiğinin kişiler tarafından öğrenilmesi gerektiğine vurgu yapan Dr. Ulaş Yaşar Kırhasanoğlu şunları kaydetti. ”KOAH, astım, bronşit gibi kronik hastalığı olan kişiler kış aylarına girerken mutlaka hekimlerine başvurarak, genel kontrollerini yaptırmalıdırlar. Doktor tavsiyesine göre kişiler grip ve pnömonik aşılar yaptırılabilir. Kirli ve soğuk ortamlarda uzun süre kalınmamalıdır. Enfeksiyonu olan kişilerle yakın temastan kaçınılmalıdır. Kapalı ve kalabalık mekanlardan uzak durulmalıdır. Soğuktan korunmak için hava sıcaklığına uygun kıyafetler giyilmelidir. Bulaşıcı hastalıklardan korunmanın en iyi yolu ellerin sık yıkanması ve yakın solunum temasından kaçınmaktır. Tedavi olarak ise doktor reçetesi olmadan özellikle antibiyotikler başta olmak üzere bilinçsiz ilaç kullanılmamalıdır. İlaç tedavisi doktor tarafından düzenlenmelidir."
Kaynak.7gunsaglik
Gripten Korunmak İçin Neler Yapmalıyız?
Grip salgınları arttı. Kış geldi çattı. Peki gripten korunmak için ne gibi tedbirler alınmalı?
Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Egemen Bıçakçı, gribin en çok ocak ayında görüldüğünü, vatandaşların önlem alarak bunu atlatabileceklerini söyledi.
Bıçakçı, "Bağışıklık sistemini güçlendirmek gerekiyor. Ayrıca, birkaç basit önlemle bu dönem rahatlıkla atlatılabiliyor." dedi. Halk arasında paçavra hastalığı olarak bilinen gribin, kış aylarında birçok insanı etkilediğini anlatan Bıçakçı, alınacak tedbirlerle bunun önüne geçilebildiğini kaydetti.
İnsanların aklına ilk olarak aşı geldiğini belirten Bıçakçı, aşının bir önceki sezonda etken olan virüsleri içerdiğini hatırlatarak, "Yeni sezondaki etken virüslerle uygunluk oluşursa koruyuculuk artmaktadır. Virüsler yapılarında küçük değişiklikler gösterebildiklerinden kalıcı bağışıklık oluşamamakta, aynı sezonda üst üste grip ya da soğuk algınlığı benzeri hastalıklar yaşanabilmektedir. Hangi virüsün etken olacağını önceden bilmek mümkün değildir. Her yıl, hatta aynı sezonda dahi yapısını değiştirebilmektedir. Koruyuculuğu 1. haftada başlamakta ve 1 ayda en etkin hale gelmektedir." diye konuştu.
Bıçakçı, grip ve soğuk algınlığından korunma yöntemi olarak ellerin sık sık yıkanmasının öne çıktığını belirterek, "Grip ya da soğuk algınlığı geçiren kişilerden uzak durun, sık dokunulan eşyaların sürekli temizleyin, ortamı havalandırın, ellerinizi sık sık yıkayın, sağlıklı beslenin, havaya göre giyinin ve kalabalık ortamlardan kaçının." diye ifade etti. Grip olan kişilerin çoğunun, tedaviye ihtiyaç duymadan hafif bulgularla hastalığı en geç 2 haftada tam olarak atlatabildiklerini belirten Bıçakçı, şunları söyledi:
"Bazı insanlarda ise hastalık daha şiddetli seyretmekte, hastanede yatması gerekmekte ve gribe bağlı komplikasyonlar oluşabilmektedir. (Özellikle 5 yaşın altındaki çocuklar, 65 yaş ve üzerindekileri, gebeler ve kronik hastalığı olanlarda zatürree, kronik bronşit, alerjik sinüzit.) Kulak enfeksiyonları gibi komplikasyonlar daha sık görülmektedir. Astım, kronik akciğer, kalp ve böbrek hastalarının altta yatan hastalıklarının seyri kötüleşebilir. Genellikle istirahat önerilmekte, bulgulara yönelik tedavi edilmekle birlikte, kronik hastalığı olan risk grubu hastalarda zaman zaman doktor kontrolünde ilaç kullanılabilmektedir."
Kaynak.7gunsaglik
Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Egemen Bıçakçı, gribin en çok ocak ayında görüldüğünü, vatandaşların önlem alarak bunu atlatabileceklerini söyledi.
Bıçakçı, "Bağışıklık sistemini güçlendirmek gerekiyor. Ayrıca, birkaç basit önlemle bu dönem rahatlıkla atlatılabiliyor." dedi. Halk arasında paçavra hastalığı olarak bilinen gribin, kış aylarında birçok insanı etkilediğini anlatan Bıçakçı, alınacak tedbirlerle bunun önüne geçilebildiğini kaydetti.
İnsanların aklına ilk olarak aşı geldiğini belirten Bıçakçı, aşının bir önceki sezonda etken olan virüsleri içerdiğini hatırlatarak, "Yeni sezondaki etken virüslerle uygunluk oluşursa koruyuculuk artmaktadır. Virüsler yapılarında küçük değişiklikler gösterebildiklerinden kalıcı bağışıklık oluşamamakta, aynı sezonda üst üste grip ya da soğuk algınlığı benzeri hastalıklar yaşanabilmektedir. Hangi virüsün etken olacağını önceden bilmek mümkün değildir. Her yıl, hatta aynı sezonda dahi yapısını değiştirebilmektedir. Koruyuculuğu 1. haftada başlamakta ve 1 ayda en etkin hale gelmektedir." diye konuştu.
Bıçakçı, grip ve soğuk algınlığından korunma yöntemi olarak ellerin sık sık yıkanmasının öne çıktığını belirterek, "Grip ya da soğuk algınlığı geçiren kişilerden uzak durun, sık dokunulan eşyaların sürekli temizleyin, ortamı havalandırın, ellerinizi sık sık yıkayın, sağlıklı beslenin, havaya göre giyinin ve kalabalık ortamlardan kaçının." diye ifade etti. Grip olan kişilerin çoğunun, tedaviye ihtiyaç duymadan hafif bulgularla hastalığı en geç 2 haftada tam olarak atlatabildiklerini belirten Bıçakçı, şunları söyledi:
"Bazı insanlarda ise hastalık daha şiddetli seyretmekte, hastanede yatması gerekmekte ve gribe bağlı komplikasyonlar oluşabilmektedir. (Özellikle 5 yaşın altındaki çocuklar, 65 yaş ve üzerindekileri, gebeler ve kronik hastalığı olanlarda zatürree, kronik bronşit, alerjik sinüzit.) Kulak enfeksiyonları gibi komplikasyonlar daha sık görülmektedir. Astım, kronik akciğer, kalp ve böbrek hastalarının altta yatan hastalıklarının seyri kötüleşebilir. Genellikle istirahat önerilmekte, bulgulara yönelik tedavi edilmekle birlikte, kronik hastalığı olan risk grubu hastalarda zaman zaman doktor kontrolünde ilaç kullanılabilmektedir."
Kaynak.7gunsaglik
H1N1 Kimlerde, Ne Zaman Görülür?
Sağlık Bakanlığı domuz giribinin artık H1N1 olarak anılmasını istiyor çünkü bu hastalık geniş kitleler için bir tehlike kaynağı değil!
Sağlık Bakanlığı, ”Domuz gribi” olarak bilinen H1N1 virüsü kaynaklı gribin geniş kitleler için tehlike oluşturmadığını açıkladı.
Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Torunoğlu, artık domuzdan bulaşmadığı için ”Domuz gribi” denilmemesi gereken hastalığa yol açan virüsle 3 yıldır çok sayıda kişinin karşılaştığını, kıtalar arası salgın riskinin ortadan kalktığını bildirdi.
Torunoğlu, yaptığı açıklamada, başlangıçta virüsün domuzdan genetik materyal alması nedeniyle bu gribe ”Domuz gribi” adı verildiğini, ancak artık hastalığın bu şekilde adlandırılmaması gerektiğini anlattı. Virüsün bugün insandan insana bulaştığını ifade eden Torunoğlu, ”H1N1 kaynaklı gribe, artık domuzlarla alakası kalmadığı ve insandan insana bulaştığı için ‘Domuz gribi” denilmemesi gerekiyor” dedi.
"ARTIK MEVSİMSEL GRİP"
Domuz gribi”nin ne dünya ne de Türkiye için bir risk oluşturduğunu dile getiren Torunoğlu, hastalığın artık ”Mevsimsel grip” özelliği kazandığını vurguladı. H1N1 virüsünün üç yıldır ortamda dolaştığını belirten Torunoğlu, şu bilgiyi verdi:”Bu virüs ilk çıktığında insan vücudu için yeniydi, insan vücudu bunu tanımıyordu. Herkes hastalanma riski altındaydı. O nedenle risk sözkonusuydu. Kıtalar arası salgın dediğimiz pandemi riski ortaya çıkmıştı. Ancak geçen zaman içinde insanların yüzde 40’ı bu virüsle karşılaştı ve bağışık hale geldi. Bu karşılaşma ya grip aşısı vasıtasıyla ya da hastalanıp doğal bağışıklık kazanılarak oldu. Üç yıldır geniş bir insan kitlesi bu virüsle karşılaştığı için doğal bağışıklık geliştirmemiz nedeniyle pandemi (kıtalar arası salgın) riski ortadan kalktı.”
"GRİBE YAKALANANLAR BU VİRÜSTEN HASTALANIYOR"
Türkiye’deki grip vakalarında bu virüsün de görüldüğünü, vakalarda H1N1 de tespit edildiğini belirten Torunoğlu, ”17 ilimizde grip vakalarını izliyoruz. Şu anda ortamda üç tip grip virüsü dolaşıyor. Bunlar halkın ‘domuz gribi’ dediği H1N1, H3N2 ve influenza B” dedi. Türkiye’de grip vakalarının aralık ile mayıs arasında görüldüğünü, bu yıl da Aralık ayının ikinci yarısından itibaren vaka tespit ettiklerini kaydeden Torunoğlu, ”Hastalanan ve iyileşen vakalarımız var. Bu yılki grip aşısı da zaten bu virüsü taşıyordu” diye konuştu.
”Vatandaşların endişe etmesini gerektirecek bir durum var mı?” sorusu üzerine Torunoğlu, ”Domuz gribi açısından endişe etmeleri gerekmiyor, ama grip açısından endişe etmelerinde fayda var. Çünkü bazı risk grupları bu konuda hassas, gribi ağır geçiriyor. Kalp, şeker ve kanser hastaları, uzun süre aspirin kullanması gerekenlerin kendilerini iyi koruması gerekir. Bunlar hala grip aşısı yaptırabilir. El yıkama ve grip olanların topluma karışmaması da önemli” uyarılarında bulundu.
Kaynak.7gunsaglik
Sağlık Bakanlığı, ”Domuz gribi” olarak bilinen H1N1 virüsü kaynaklı gribin geniş kitleler için tehlike oluşturmadığını açıkladı.
Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Torunoğlu, artık domuzdan bulaşmadığı için ”Domuz gribi” denilmemesi gereken hastalığa yol açan virüsle 3 yıldır çok sayıda kişinin karşılaştığını, kıtalar arası salgın riskinin ortadan kalktığını bildirdi.
Torunoğlu, yaptığı açıklamada, başlangıçta virüsün domuzdan genetik materyal alması nedeniyle bu gribe ”Domuz gribi” adı verildiğini, ancak artık hastalığın bu şekilde adlandırılmaması gerektiğini anlattı. Virüsün bugün insandan insana bulaştığını ifade eden Torunoğlu, ”H1N1 kaynaklı gribe, artık domuzlarla alakası kalmadığı ve insandan insana bulaştığı için ‘Domuz gribi” denilmemesi gerekiyor” dedi.
"ARTIK MEVSİMSEL GRİP"
Domuz gribi”nin ne dünya ne de Türkiye için bir risk oluşturduğunu dile getiren Torunoğlu, hastalığın artık ”Mevsimsel grip” özelliği kazandığını vurguladı. H1N1 virüsünün üç yıldır ortamda dolaştığını belirten Torunoğlu, şu bilgiyi verdi:”Bu virüs ilk çıktığında insan vücudu için yeniydi, insan vücudu bunu tanımıyordu. Herkes hastalanma riski altındaydı. O nedenle risk sözkonusuydu. Kıtalar arası salgın dediğimiz pandemi riski ortaya çıkmıştı. Ancak geçen zaman içinde insanların yüzde 40’ı bu virüsle karşılaştı ve bağışık hale geldi. Bu karşılaşma ya grip aşısı vasıtasıyla ya da hastalanıp doğal bağışıklık kazanılarak oldu. Üç yıldır geniş bir insan kitlesi bu virüsle karşılaştığı için doğal bağışıklık geliştirmemiz nedeniyle pandemi (kıtalar arası salgın) riski ortadan kalktı.”
"GRİBE YAKALANANLAR BU VİRÜSTEN HASTALANIYOR"
Türkiye’deki grip vakalarında bu virüsün de görüldüğünü, vakalarda H1N1 de tespit edildiğini belirten Torunoğlu, ”17 ilimizde grip vakalarını izliyoruz. Şu anda ortamda üç tip grip virüsü dolaşıyor. Bunlar halkın ‘domuz gribi’ dediği H1N1, H3N2 ve influenza B” dedi. Türkiye’de grip vakalarının aralık ile mayıs arasında görüldüğünü, bu yıl da Aralık ayının ikinci yarısından itibaren vaka tespit ettiklerini kaydeden Torunoğlu, ”Hastalanan ve iyileşen vakalarımız var. Bu yılki grip aşısı da zaten bu virüsü taşıyordu” diye konuştu.
”Vatandaşların endişe etmesini gerektirecek bir durum var mı?” sorusu üzerine Torunoğlu, ”Domuz gribi açısından endişe etmeleri gerekmiyor, ama grip açısından endişe etmelerinde fayda var. Çünkü bazı risk grupları bu konuda hassas, gribi ağır geçiriyor. Kalp, şeker ve kanser hastaları, uzun süre aspirin kullanması gerekenlerin kendilerini iyi koruması gerekir. Bunlar hala grip aşısı yaptırabilir. El yıkama ve grip olanların topluma karışmaması da önemli” uyarılarında bulundu.
Kaynak.7gunsaglik
İnsülin Direnci İle İlgili Gerçekler
Şeker hastası mısınız? Şekerinizin düştüğünü nasıl anlarsınız bunu hangi belirtilere bakıp ölçebilirsiniz?
Şekerin yağın vücuttan doğru bir şekilde atılmamasının suçlusu yemekteki fazla şeker olduğunu ve yapılması gereken tek şeyin şekerin hayatımızdan çıkarılması olduğunu belirten Dr.Gönül Ateşsaçan, “Şeker olan gıdaları sıralayacak olursak; Tüm şekerli tatlılar, Çikolata, Beyaz un ile yapılmış tüm hamur işlerinde , kek, çörek, börek, Pirinç pilavı, Muz , Mısır, Patates, Havuç, Çok şekerli meyveler( incir, üzüm, kavun gibi)
Burada sözünü ettiğimiz şeker, bilmediğimiz şekerleri de içeriyor. Tatlı yersek , kan şekeri yükselir ve vücut insülin üretir. Kan şekeri ne kadar yükselirse, o kadar insülin üretilmiş olur ve bir o kadar da karbonhidratlar yağa dönüşür.” Dedi.
Şeker yerine hangi doğru karbonhidratları tüketmeliyiz?
Dr.Gönül Ateşsaçan daha sonra şunları söyledi; “Pirinç pilavı yerine , bulgur pilavı(az yağlı) Makarna yerine , kepekli makarna veya tam integral makarna, Şeker yerine , 2 kuru kayısı veya 1 adet hurma, Fındık yerine, leblebi, Beyaz ekmek yerine , çavdar, yulaf veya tam buğday ekmeği, Beyaz un yerine , tam buğday unu, Çok tatlı bir incir yerine, şeftali veya nektari, Kırmızı elma yerine , yeşil elma tercih etmeliyiz, Bir bardak portakal suyunun yerine, bir adet greyfurt
ŞEKERİMİZİN DÜŞTÜĞÜNÜ NASIL ANLARIZ?
Yemekten hemen sonra Canımız tatlı isterse, yemekten hemen sonra uykunuz mu geliyor, gün içinde başınız ağrıyorsa dikkat. Lütfen kan şekerinizi ölçtürün ve işlenmemiş karbonhidratları tüketiniz.”
Kaynak.7gunsaglik
Şekerin yağın vücuttan doğru bir şekilde atılmamasının suçlusu yemekteki fazla şeker olduğunu ve yapılması gereken tek şeyin şekerin hayatımızdan çıkarılması olduğunu belirten Dr.Gönül Ateşsaçan, “Şeker olan gıdaları sıralayacak olursak; Tüm şekerli tatlılar, Çikolata, Beyaz un ile yapılmış tüm hamur işlerinde , kek, çörek, börek, Pirinç pilavı, Muz , Mısır, Patates, Havuç, Çok şekerli meyveler( incir, üzüm, kavun gibi)
Burada sözünü ettiğimiz şeker, bilmediğimiz şekerleri de içeriyor. Tatlı yersek , kan şekeri yükselir ve vücut insülin üretir. Kan şekeri ne kadar yükselirse, o kadar insülin üretilmiş olur ve bir o kadar da karbonhidratlar yağa dönüşür.” Dedi.
Şeker yerine hangi doğru karbonhidratları tüketmeliyiz?
Dr.Gönül Ateşsaçan daha sonra şunları söyledi; “Pirinç pilavı yerine , bulgur pilavı(az yağlı) Makarna yerine , kepekli makarna veya tam integral makarna, Şeker yerine , 2 kuru kayısı veya 1 adet hurma, Fındık yerine, leblebi, Beyaz ekmek yerine , çavdar, yulaf veya tam buğday ekmeği, Beyaz un yerine , tam buğday unu, Çok tatlı bir incir yerine, şeftali veya nektari, Kırmızı elma yerine , yeşil elma tercih etmeliyiz, Bir bardak portakal suyunun yerine, bir adet greyfurt
ŞEKERİMİZİN DÜŞTÜĞÜNÜ NASIL ANLARIZ?
Yemekten hemen sonra Canımız tatlı isterse, yemekten hemen sonra uykunuz mu geliyor, gün içinde başınız ağrıyorsa dikkat. Lütfen kan şekerinizi ölçtürün ve işlenmemiş karbonhidratları tüketiniz.”
Kaynak.7gunsaglik
Tip 2 Diyabetli Hastalar Nasıl Beslenmeli?
Hangi besinler şeker hastalığına karşı bizi koruyor? Tahıl ve bakliyat ürünleri ne kadar etkili?
Tip 2 diyabete yol açan nedenlerden biri magnezyum eksikliğidir. Magnezyum, az alınması durumunda insülin direncine neden olur ve bu da Tip 2 diyabet oluşumuna zemin hazırlar. Yaş ortalaması 54 olan 2.582 yetişkin birey üzerinde yapılan yeni bir çalışmada; magnezyumdan zengin bir diyet uygulayan bireylerde ön diyabet gelişme riski % 37 oranında daha az bulunmuştur. Aynı zamanda yüksek magnezyum içeren diyet uygulamanın, ön diyabetin Tip 2 diyabete dönme riskini 1/3 oranında azalttığı da belirtilmiştir. Magnezyumdan zengin kaynaklar arasında ise baklagiller, fındıkgiller, yeşil yapraklı sebzeler, yoğurt, buğday tohumu gibi besinler bulunur.
Siyah fasulye: Magnezyumun en iyi kaynaklarındandır. İkinci sırada ise soya fasulyesi gelir. ¾ bardağı 100 mg magnezyum içerir. Siyah fasulye dışında nohut, mercimek, barbunya, soya fasulyesi, tofu, edamame de tüketilebilir.
Badem: Ön diyabeti olup bademden zengin bir diyetle beslenenlerde,insulin duyarlılığında iyileşme ve kötü kolesterol ( LDL ) seviyelerinde azalma kaydedilmiştir. Normal kan şekerine sahip bireylerde de, düzenli olarak fındıkgillerden tüketmenin Tip 2 diyabet ve kalp hastalıkları oluşma riskini azalttığı bulunmuştur. Badem dışında, Brezilya fındığı, kaju, pecan, yer fıstığı, Antep fıstığı, badem ezmesi, fıstık ezmesi de tercih edilebilir.
Ispanak: Beslenmede yeşil yapraklı sebze tüketimine özen gösterilmelidir. Günde 1,3 porsiyon sebze tüketenler ile (1 porsiyon : ½ bardak pişmiş veya 1 bardak çiğ sebze) haftada bir porsiyon sebze tüketenler karşılaştırıldığında, daha fazla sebze tüketenlerin diyabete yakalanma risklerinin daha düşük olduğu bulunmuştur. Yeşil yapraklılarda bulunan magnezyum ve antioksidanların sağlığı koruyucu etkileri vardır. Ispanak dışında, pazı, lahana, kara lahana, pancar yaprağı, karahindiba yeşillikleri, roka, göbek marul gibi sebzeler tüketilebilir.
Somon: Yağlı balıklarda bulunan EPA ve DHA olarak bilinen çoklu doymamış yağ asitleri, diyabet riskini %32 oranında azaltır. Her hafta en az 170 gram yağlı balık tüketilmelidir. Balık tüketmeyenler isetakviye olarak günlük 500-600 mg EPA+DHA içeren balık yağı almalıdır. Somon dışında alabalık, sardalye, ringa, hamsi, uskumru da yenebilir.
Öğütülmüş keten tohumu: Omega-3 yağ asidi olan ALA ‘dan zengindir. Yüksek ALA tüketiminin Tip 2 diyabetten korunmada yardımcı olduğu bilinmektedir. Keten tohumu dışında, chia tohumu, kenevir tohumu, ceviz, ceviz yağı, kanola yağı ve soya fasulyesi de kullanılabilir.
Kahve: Günde (kafeinli/kafeinsiz) 3-4 bardak kahve tüketimi, Tip 2 diyabet riskini %25 azaltır. İçerdiği klorejenik asit sayesinde inflamasyonu ( iltihabı ) ve glikoz emilimini azaltır ve insülin duyarlılığını iyileştirir. Kahve aynı zamanda magnezyum içerir.
Kaynak.7gunsaglik
Tip 2 diyabete yol açan nedenlerden biri magnezyum eksikliğidir. Magnezyum, az alınması durumunda insülin direncine neden olur ve bu da Tip 2 diyabet oluşumuna zemin hazırlar. Yaş ortalaması 54 olan 2.582 yetişkin birey üzerinde yapılan yeni bir çalışmada; magnezyumdan zengin bir diyet uygulayan bireylerde ön diyabet gelişme riski % 37 oranında daha az bulunmuştur. Aynı zamanda yüksek magnezyum içeren diyet uygulamanın, ön diyabetin Tip 2 diyabete dönme riskini 1/3 oranında azalttığı da belirtilmiştir. Magnezyumdan zengin kaynaklar arasında ise baklagiller, fındıkgiller, yeşil yapraklı sebzeler, yoğurt, buğday tohumu gibi besinler bulunur.
Siyah fasulye: Magnezyumun en iyi kaynaklarındandır. İkinci sırada ise soya fasulyesi gelir. ¾ bardağı 100 mg magnezyum içerir. Siyah fasulye dışında nohut, mercimek, barbunya, soya fasulyesi, tofu, edamame de tüketilebilir.
Badem: Ön diyabeti olup bademden zengin bir diyetle beslenenlerde,insulin duyarlılığında iyileşme ve kötü kolesterol ( LDL ) seviyelerinde azalma kaydedilmiştir. Normal kan şekerine sahip bireylerde de, düzenli olarak fındıkgillerden tüketmenin Tip 2 diyabet ve kalp hastalıkları oluşma riskini azalttığı bulunmuştur. Badem dışında, Brezilya fındığı, kaju, pecan, yer fıstığı, Antep fıstığı, badem ezmesi, fıstık ezmesi de tercih edilebilir.
Ispanak: Beslenmede yeşil yapraklı sebze tüketimine özen gösterilmelidir. Günde 1,3 porsiyon sebze tüketenler ile (1 porsiyon : ½ bardak pişmiş veya 1 bardak çiğ sebze) haftada bir porsiyon sebze tüketenler karşılaştırıldığında, daha fazla sebze tüketenlerin diyabete yakalanma risklerinin daha düşük olduğu bulunmuştur. Yeşil yapraklılarda bulunan magnezyum ve antioksidanların sağlığı koruyucu etkileri vardır. Ispanak dışında, pazı, lahana, kara lahana, pancar yaprağı, karahindiba yeşillikleri, roka, göbek marul gibi sebzeler tüketilebilir.
Somon: Yağlı balıklarda bulunan EPA ve DHA olarak bilinen çoklu doymamış yağ asitleri, diyabet riskini %32 oranında azaltır. Her hafta en az 170 gram yağlı balık tüketilmelidir. Balık tüketmeyenler isetakviye olarak günlük 500-600 mg EPA+DHA içeren balık yağı almalıdır. Somon dışında alabalık, sardalye, ringa, hamsi, uskumru da yenebilir.
Öğütülmüş keten tohumu: Omega-3 yağ asidi olan ALA ‘dan zengindir. Yüksek ALA tüketiminin Tip 2 diyabetten korunmada yardımcı olduğu bilinmektedir. Keten tohumu dışında, chia tohumu, kenevir tohumu, ceviz, ceviz yağı, kanola yağı ve soya fasulyesi de kullanılabilir.
Kahve: Günde (kafeinli/kafeinsiz) 3-4 bardak kahve tüketimi, Tip 2 diyabet riskini %25 azaltır. İçerdiği klorejenik asit sayesinde inflamasyonu ( iltihabı ) ve glikoz emilimini azaltır ve insülin duyarlılığını iyileştirir. Kahve aynı zamanda magnezyum içerir.
Kaynak.7gunsaglik
Diyabetik Retinopati: Şeker Hastalarında Oluşan Göz
Şeker hastalığı olan kişilerde görülen bir göz rahatsızlığıdır. Retinadaki kan damarları diyabetli hastalarda oldukça hassaslaşır.
Hasar gören retina damarlarında retinopati oluşur. Tip 1 ya da tip 2 diyabette bu hastalık gelişebilir. Hafif görme sorunlarıyla başlayan rahatsızlık daha da ilerleyebilir. Yetişkinlerde körlük sorununun en büyük sebeplerinden biri retinopatidir. Erken müdahale edilmez ve tedaviden kaçınılırsa körlük yaşanabilir. Erken diyabetik retinopati nonproliferatif diyabetik retinopati olarak da bilinir.
Bu aşamada hasar gören göz kan damarları gözün içine kan ve sıvı sızdırır. Retna veya makula merkezi şişmeye başlar ki bu duruma makula dejenerasyonu da denir. Gelişmiş evresinde ise kan damarları büyümeye başlar yeni kan damarları gözün ortasında belirir.
Aşırı kandaki şeker seviyeleri bunun birinci sebebidir. Beynin görme sinyallerinin alındığı ve iletildiği kanal olan retina damarlarına kan akışı engellenir ve görme sorunları hatta körlük bile yaşanabilir. Skar dokusunda sızıntı başlarsa görme yetisi kaybedilir. Uzun yıllardır diyabet hastası olanların retinopatiye yakalanma riski daha yüksektir. Belirtileri;
Uçuşan cisimler ya da karaltılar görmek,
Geceleri zor görme,
Bulanık görme veya görme kaybı,
Renkleri ayırt etmede zorluktur.
Teşhisi için muayeneye gidilir. Kan damarları, dokular ve göz iyice incelenir, floresein anjiyografi testi yapılabilir. Tedavisine düzenli göz muayeneleri önerilir. Diyabet tedavi edilir. Lazer tedavisi ve yaşam tarzı değişiklikleri uygulanabilir.
Kaynak.7gunsaglik
Hasar gören retina damarlarında retinopati oluşur. Tip 1 ya da tip 2 diyabette bu hastalık gelişebilir. Hafif görme sorunlarıyla başlayan rahatsızlık daha da ilerleyebilir. Yetişkinlerde körlük sorununun en büyük sebeplerinden biri retinopatidir. Erken müdahale edilmez ve tedaviden kaçınılırsa körlük yaşanabilir. Erken diyabetik retinopati nonproliferatif diyabetik retinopati olarak da bilinir.
Bu aşamada hasar gören göz kan damarları gözün içine kan ve sıvı sızdırır. Retna veya makula merkezi şişmeye başlar ki bu duruma makula dejenerasyonu da denir. Gelişmiş evresinde ise kan damarları büyümeye başlar yeni kan damarları gözün ortasında belirir.
Aşırı kandaki şeker seviyeleri bunun birinci sebebidir. Beynin görme sinyallerinin alındığı ve iletildiği kanal olan retina damarlarına kan akışı engellenir ve görme sorunları hatta körlük bile yaşanabilir. Skar dokusunda sızıntı başlarsa görme yetisi kaybedilir. Uzun yıllardır diyabet hastası olanların retinopatiye yakalanma riski daha yüksektir. Belirtileri;
Uçuşan cisimler ya da karaltılar görmek,
Geceleri zor görme,
Bulanık görme veya görme kaybı,
Renkleri ayırt etmede zorluktur.
Teşhisi için muayeneye gidilir. Kan damarları, dokular ve göz iyice incelenir, floresein anjiyografi testi yapılabilir. Tedavisine düzenli göz muayeneleri önerilir. Diyabet tedavi edilir. Lazer tedavisi ve yaşam tarzı değişiklikleri uygulanabilir.
Kaynak.7gunsaglik
Gebelikte Diyabet Taramasının Önemi ve Türleri
Hamilelik sırasında çeşitli kontroller ve taramalardan geçmek zorundasınız. Anne ve bebek sağlığı için bu taramalar şarttır.
Gebelikte sıkıntı yaratan riskli durumlardan biri de diyabettir. Yüksek kan şekeri bebeğin gelişimini etkileyebilir. Gestasyonel diyabet vakalarında gebelik tehlikeye girebiliyor. Gebelik sırasında görülen gestasyonel diyabet kan şekeri yükselmesi ve insülin direnciyle gelişiyor. Gebeliklerin %18’i bu sorundan etkileniyor.
Bu durum annenin sağlığına zarar veriyor ve bebekte risk teşkil ediyor. 24 haftalıkken bu sorun tespit edilebiliyor. Tarama ve kontrolün erken olması tedavi ve kurtulma açısından en iyisidir.
Doğum öncesi gereken tüm randevularınıza gidin. USPSTF taramalarını yapan farklı branşlardaki uzmanlar gestasyonel diyabeti erken teşhis ve tedavi edebilir.
Yüksek şeker plasentadan anne kordonuyla bebeğe aktarılır. Bebekte de diyabet oluşumu anne karnında başlayabilir. Gebelik diyabeti yüksek insülin üretimi için pankreası uyarır tetikler ve bebeğe de bu durum aktarılır. Bebekte solunum ve kilo problemleri ve diğer sağlık riskleri oluşabilir.
Kaynak.7gunsaglik
Gebelikte sıkıntı yaratan riskli durumlardan biri de diyabettir. Yüksek kan şekeri bebeğin gelişimini etkileyebilir. Gestasyonel diyabet vakalarında gebelik tehlikeye girebiliyor. Gebelik sırasında görülen gestasyonel diyabet kan şekeri yükselmesi ve insülin direnciyle gelişiyor. Gebeliklerin %18’i bu sorundan etkileniyor.
Bu durum annenin sağlığına zarar veriyor ve bebekte risk teşkil ediyor. 24 haftalıkken bu sorun tespit edilebiliyor. Tarama ve kontrolün erken olması tedavi ve kurtulma açısından en iyisidir.
Doğum öncesi gereken tüm randevularınıza gidin. USPSTF taramalarını yapan farklı branşlardaki uzmanlar gestasyonel diyabeti erken teşhis ve tedavi edebilir.
Yüksek şeker plasentadan anne kordonuyla bebeğe aktarılır. Bebekte de diyabet oluşumu anne karnında başlayabilir. Gebelik diyabeti yüksek insülin üretimi için pankreası uyarır tetikler ve bebeğe de bu durum aktarılır. Bebekte solunum ve kilo problemleri ve diğer sağlık riskleri oluşabilir.
Kaynak.7gunsaglik
30-45 Yaş Arası Cilt Bakımı
Daha önce size yaşlara göre cilt bakımının önemini yazmıştık.Şimdi sıra orta yaş cilt bakımında.Çünkü cilt bu yaşlarda farklıdır.daha çok özen göstermek ve önem taşır.bu yüzden size verecegimiz uyarıları dikkate alın.göz ardı etmeyiniz.İşte size kolay yollar.
cildi temizlemek:
Her sabah: Yüzünüzü yatıştırıcı ve nemlendirici bir losyonla temizleyiniz vede alkollü olan losyonlardan kaçının.
Her akşam: Yüzünüzü ve boynunuzu temizleyici bir krem ile yıkayınız daha sonrasında ise ılık suyla durulayın ve yüzünüze bastırmadan hafifçe kurulayınız.
Göz çevrenizi bir göz makyajı temizleyicisi ile temizleyi unutmayın.
Cildi Nemlendirme ve Korumak.
Her sabah: Cildinizi beslemek; hava kirliliği, rüzgar ve güneşten korumak için koruma faktörlü bir nemlendirici kullanın.
Eğer fondöten veya pudra kullanacaksanız, nemlendiriciden sonra bir makyaj altı sürün, daha sonra makyajınıza geçin.
Göz çevrenizi bir göz çevresi kremi ile nemlendirin. ihmal etmeyin.
Yenilemek:
Her akşam: Bir anti-âge yani yaşlanmayı önleyici ürün kullanın. Bu ürünler, A, C, E vitaminleri ve hafif dozda AHA (meyve asitleri) içeren, cildi yenileyici ve besleyici bakımlardır. Erken yaşlanmaya karşı cildi güçlendirir ve korurlar. Ürünü gece yatmadan önce sürün çünkü cilt geceleri kendini daha iyi yeniler.
Yılda 2 kez (yaz ve kış sonlarında) canlandırıcı bir serum kürü uygulayın. Bu sayede cildiniz daha diri ve canlı olacaktır.
Hatırlatma ve uyarı)
Güzel bir cilde sahip olmak için her şeyden önce sağlıklı bir yaşam sürmek gerekir:
- Dengeli beslenin.
- Spor yapın.
- Düzenli uyuyun.
- Alkol, kahve, çay ve sigaradan uzak durunuz ve ihmal etmeyiniz.
Referans.7gunsaglik.com.tr
cildi temizlemek:
Her sabah: Yüzünüzü yatıştırıcı ve nemlendirici bir losyonla temizleyiniz vede alkollü olan losyonlardan kaçının.
Her akşam: Yüzünüzü ve boynunuzu temizleyici bir krem ile yıkayınız daha sonrasında ise ılık suyla durulayın ve yüzünüze bastırmadan hafifçe kurulayınız.
Göz çevrenizi bir göz makyajı temizleyicisi ile temizleyi unutmayın.
Cildi Nemlendirme ve Korumak.
Her sabah: Cildinizi beslemek; hava kirliliği, rüzgar ve güneşten korumak için koruma faktörlü bir nemlendirici kullanın.
Eğer fondöten veya pudra kullanacaksanız, nemlendiriciden sonra bir makyaj altı sürün, daha sonra makyajınıza geçin.
Göz çevrenizi bir göz çevresi kremi ile nemlendirin. ihmal etmeyin.
Yenilemek:
Her akşam: Bir anti-âge yani yaşlanmayı önleyici ürün kullanın. Bu ürünler, A, C, E vitaminleri ve hafif dozda AHA (meyve asitleri) içeren, cildi yenileyici ve besleyici bakımlardır. Erken yaşlanmaya karşı cildi güçlendirir ve korurlar. Ürünü gece yatmadan önce sürün çünkü cilt geceleri kendini daha iyi yeniler.
Yılda 2 kez (yaz ve kış sonlarında) canlandırıcı bir serum kürü uygulayın. Bu sayede cildiniz daha diri ve canlı olacaktır.
Hatırlatma ve uyarı)
Güzel bir cilde sahip olmak için her şeyden önce sağlıklı bir yaşam sürmek gerekir:
- Dengeli beslenin.
- Spor yapın.
- Düzenli uyuyun.
- Alkol, kahve, çay ve sigaradan uzak durunuz ve ihmal etmeyiniz.
Referans.7gunsaglik.com.tr
Sağlığınız İçin Yumurtayı Doğru Tüketin!
İçeriğindeki yüksek kolesterol nedeniyle kalp hastalarının, yumurta yemesinin sağlıkları için iyi olmadığı yönünde yaygın bir kanaat bulunuyor.
Ancak yapılan son araştırmalar gösteriyor ki, gıdaların içindeki kolesterol miktarlarının kan kolesterol düzeylerine etkisi yüksek olmuyor.
Bir dönem kolesterolün sorumlusu olarak da görülen yumurta, ölçülü tüketildiğinde kalbe zarar vermiyor. Üstelik kalbi koruyucu nitelikte olan birçok vitamin, folik asit ve mikrobesleyicileri içeriyor. Anadolu Sağlık Merkezi İç Hastalıkları ve Kardiyoloj Uzmanı Prof. Dr. Nevrez Koylan, yumurta tüketimi ve kalp sağlığına ilişkin bazı noktalara dikkat çekiyor.
Prof. Dr. Nevrez Koylan, kolesterolü asıl yükseltenin gıdaların içindeki doymuş ve trans yağlar ile gıdanın şeker- nişasta içeriği olduğunu belirtiyor.
Yumurta sarısının yüksek miktarda (yumurta başına ortalama 212 mg) kolesterol içerdiğini belirten Prof. Dr. Koylan, ancak bu kolesterolün, kan kolesterolünü son derece sınırlı ölçüde etkilediğinin altını çiziyor: “Yumurtada kolesterol dışında yüksek miktarda protein (yumurta başına 6 gr) ve hepsi de kalp hastalığından koruyucu nitelikte olan B2, B12 ve D vitaminleri ile folik asit ve daha başka pek çok mikrobesleyici de bulunuyor. Söz konusu mikrobesleyicilerin arasında hafızayı koruyucu etki eden kolin ile görme kaybını engelleyici etki gösteren lutein ve sıralanabilir.”
Bir çok gıdada zaten yumurta bulunuyorİç Hastalıkları ve Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Nevrez Koylan, sağlıklı bireylerin günde bir yumurta tüketmesinde sakıncası olmadığını ifade ediyor. Şeker hastaları için ise günde bir yumurtanın çok hafif de olsa riski artırabileceğine dikkat çeken Prof. Dr. Koylan, “diyabeti olanların veya kalp krizi geçirmiş olanların daha çok yumurta beyazı yemelerini, yumurta sarısını ise haftada üç defadan daha fazla tüketmemelerini öneriyor.
“Ancak yumurtanın zararı olmaması, sucuklu yumurtanın veya üç yumurtalı omletlerin faydalı olduğu sonucunu çıkarmaz” diyen Prof. Dr. Nevrez Koylan, yumurtanın ayrıca kek, pasta ve daha pek çok gıda da kullanıldığını hatırlatarak, tüketimin ona göre ayarlanması gerektiğini vurguluyor.
Haşlamayı tercih edin
Yumurtanın pişirilme şekline de özellikle dikkat çeken Prof. Dr. Nevrez Koylan, yumurtanın yağda pişirilmemesini, haşlama ya da suda pişirmenin tercih edilmesi gerektiğinin altını çizerek şöyle devam ediyor: “Sonuçta yumurta da dikkatli tüketildiği takdirde yararlı bir gıda maddesidir. Tüm gıdalarda söz konusu olduğu şekilde bilinçli ve ölçülü tüketimi en iyisidir.”
Referans.7gunsaglik.com.tr
Ancak yapılan son araştırmalar gösteriyor ki, gıdaların içindeki kolesterol miktarlarının kan kolesterol düzeylerine etkisi yüksek olmuyor.
Bir dönem kolesterolün sorumlusu olarak da görülen yumurta, ölçülü tüketildiğinde kalbe zarar vermiyor. Üstelik kalbi koruyucu nitelikte olan birçok vitamin, folik asit ve mikrobesleyicileri içeriyor. Anadolu Sağlık Merkezi İç Hastalıkları ve Kardiyoloj Uzmanı Prof. Dr. Nevrez Koylan, yumurta tüketimi ve kalp sağlığına ilişkin bazı noktalara dikkat çekiyor.
Prof. Dr. Nevrez Koylan, kolesterolü asıl yükseltenin gıdaların içindeki doymuş ve trans yağlar ile gıdanın şeker- nişasta içeriği olduğunu belirtiyor.
Yumurta sarısının yüksek miktarda (yumurta başına ortalama 212 mg) kolesterol içerdiğini belirten Prof. Dr. Koylan, ancak bu kolesterolün, kan kolesterolünü son derece sınırlı ölçüde etkilediğinin altını çiziyor: “Yumurtada kolesterol dışında yüksek miktarda protein (yumurta başına 6 gr) ve hepsi de kalp hastalığından koruyucu nitelikte olan B2, B12 ve D vitaminleri ile folik asit ve daha başka pek çok mikrobesleyici de bulunuyor. Söz konusu mikrobesleyicilerin arasında hafızayı koruyucu etki eden kolin ile görme kaybını engelleyici etki gösteren lutein ve sıralanabilir.”
Bir çok gıdada zaten yumurta bulunuyorİç Hastalıkları ve Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Nevrez Koylan, sağlıklı bireylerin günde bir yumurta tüketmesinde sakıncası olmadığını ifade ediyor. Şeker hastaları için ise günde bir yumurtanın çok hafif de olsa riski artırabileceğine dikkat çeken Prof. Dr. Koylan, “diyabeti olanların veya kalp krizi geçirmiş olanların daha çok yumurta beyazı yemelerini, yumurta sarısını ise haftada üç defadan daha fazla tüketmemelerini öneriyor.
“Ancak yumurtanın zararı olmaması, sucuklu yumurtanın veya üç yumurtalı omletlerin faydalı olduğu sonucunu çıkarmaz” diyen Prof. Dr. Nevrez Koylan, yumurtanın ayrıca kek, pasta ve daha pek çok gıda da kullanıldığını hatırlatarak, tüketimin ona göre ayarlanması gerektiğini vurguluyor.
Haşlamayı tercih edin
Yumurtanın pişirilme şekline de özellikle dikkat çeken Prof. Dr. Nevrez Koylan, yumurtanın yağda pişirilmemesini, haşlama ya da suda pişirmenin tercih edilmesi gerektiğinin altını çizerek şöyle devam ediyor: “Sonuçta yumurta da dikkatli tüketildiği takdirde yararlı bir gıda maddesidir. Tüm gıdalarda söz konusu olduğu şekilde bilinçli ve ölçülü tüketimi en iyisidir.”
Referans.7gunsaglik.com.tr
Donmaya Karşı İlk Yardım Tedavi Seçenekleri
1.Derhal acil tıp yardımı çağırın. Ambulansı arayıp detaylı ve kısa bilgiler verin.
Ambulans imkanı yoksa doktora ya da acil servise götürün.
2.Donan kişiye sıcaklık sağlayın. Hemen önce ortamı ılıklaştırın sonra sıcak olmasını sağlayın. Doktor görene kadar ıslak giysilerini çıkarın. Gerek olmadıkça donan parmaklarının üzerinde yürütmeyin. Ortam ılınıncaya kadar donan kişiye direkt sıcaklık vermeyin.
Birden ısınmak kişide hasara yol açabilir. Deri kızarana ve sıcaklaşana dek ılık suyla cildini ovalayın. Su yoksa ellerinizi ve nefesinizi kullanarak vücuda sıcaklık sağlayın. Isıtma pedleri, radyatör ya da soba gibi doğrudan ısıtıcıları hastaya uygulamayın. Deriyi ve donan kabaran bölgeleri masajla ovun.
3.Kuru ve steril bir pansuman yapın. Gazlı bezle yaralı alanları gevşekçe bağlayın. Parmak aralarına pamuklar sararak el ve ayak parmaklarını sarın.
4.Hastanede takip halinde olun. Muayene alanının sıcak olmasını sağlayın. Su veya ağrı kesici ilaçlarla sıvı sağlanmalıdır. Tetanoz aşısı uygulanabilir. Birkaç gün hastanede kalınabilir. .Kaynak.7gunsaglik.com .,
Ambulans imkanı yoksa doktora ya da acil servise götürün.
2.Donan kişiye sıcaklık sağlayın. Hemen önce ortamı ılıklaştırın sonra sıcak olmasını sağlayın. Doktor görene kadar ıslak giysilerini çıkarın. Gerek olmadıkça donan parmaklarının üzerinde yürütmeyin. Ortam ılınıncaya kadar donan kişiye direkt sıcaklık vermeyin.
Birden ısınmak kişide hasara yol açabilir. Deri kızarana ve sıcaklaşana dek ılık suyla cildini ovalayın. Su yoksa ellerinizi ve nefesinizi kullanarak vücuda sıcaklık sağlayın. Isıtma pedleri, radyatör ya da soba gibi doğrudan ısıtıcıları hastaya uygulamayın. Deriyi ve donan kabaran bölgeleri masajla ovun.
3.Kuru ve steril bir pansuman yapın. Gazlı bezle yaralı alanları gevşekçe bağlayın. Parmak aralarına pamuklar sararak el ve ayak parmaklarını sarın.
4.Hastanede takip halinde olun. Muayene alanının sıcak olmasını sağlayın. Su veya ağrı kesici ilaçlarla sıvı sağlanmalıdır. Tetanoz aşısı uygulanabilir. Birkaç gün hastanede kalınabilir. .Kaynak.7gunsaglik.com .,
Anksiyete Ve Zihinsel Strese Karşı Farkındalık Meditasyonu
Zihni sakinleştirmek, ruhsal sıkıntılarımızı yatıştırmak için farkındalık meditasyonu yapabiliriz.
Daha önce bu yöntemi duymadıysanız haberimizi mutlaka okuyun. Zen Budist keşişlerinden gelen Asya kökenli bu terapi yönteminde ruh ve zihin temizleniyor. Anksiyete yani kaygı ve stres yok olup gidiyor. Mevcut odaklılık ve farkındalılık geliştiriliyor. Aslında bizde var olanlar hatırlatılıyor. Meditasyon birçok kişide stres ve strese bağlı zihinsel ruhsal sorunları dindiriyor.
Farkındalık meditasyonu özellikle son yıllarda oldukça popülerleşti. Uygulamada rahatça oturuluyor derin nefesler eşliğinde meditasyon yapılıyor. Geçmiş ve gelecek kaygılarımız açısından da verimli bir yöntemdir. Alternatif tedavilere oranlar bu yöntem zihinsel ve bedensel olarak daha fazla rahatlatır.
Meditasyon akıl ve ruh sağlığını kontrol etmede çok önemli bir yöntemdir. Üniversiteler çok etkili ve faydalı olduğunu bildirmekte. Psikolojik ağrılar, sorunlar ve stres etkileri bu şekilde azaltılabilir. Rahatsız edici düşüncelerden, kuruntu ve kaygılardan kolayca kurtulabilirsiniz. Sürekli kuran ve kötü düşünenlere göre bir tedavi.
Öğrenmeyi, dinlemeyi, sabrı ve kendimizi dinlemeyi yavaşça empoze ediyorlar. Anksiyete bozukluğu, kötü uyku, stres, endişeler ve sinirlilik durumlarından arınmak için harika bir teknik. Profesör, uzman ve asistanları tarafından geliştirilen ve uygulanan bu yöntem psikoloji alanında devrim niteliğindedir. .Kaynak.7gunsaglik.com,
Daha önce bu yöntemi duymadıysanız haberimizi mutlaka okuyun. Zen Budist keşişlerinden gelen Asya kökenli bu terapi yönteminde ruh ve zihin temizleniyor. Anksiyete yani kaygı ve stres yok olup gidiyor. Mevcut odaklılık ve farkındalılık geliştiriliyor. Aslında bizde var olanlar hatırlatılıyor. Meditasyon birçok kişide stres ve strese bağlı zihinsel ruhsal sorunları dindiriyor.
Farkındalık meditasyonu özellikle son yıllarda oldukça popülerleşti. Uygulamada rahatça oturuluyor derin nefesler eşliğinde meditasyon yapılıyor. Geçmiş ve gelecek kaygılarımız açısından da verimli bir yöntemdir. Alternatif tedavilere oranlar bu yöntem zihinsel ve bedensel olarak daha fazla rahatlatır.
Meditasyon akıl ve ruh sağlığını kontrol etmede çok önemli bir yöntemdir. Üniversiteler çok etkili ve faydalı olduğunu bildirmekte. Psikolojik ağrılar, sorunlar ve stres etkileri bu şekilde azaltılabilir. Rahatsız edici düşüncelerden, kuruntu ve kaygılardan kolayca kurtulabilirsiniz. Sürekli kuran ve kötü düşünenlere göre bir tedavi.
Öğrenmeyi, dinlemeyi, sabrı ve kendimizi dinlemeyi yavaşça empoze ediyorlar. Anksiyete bozukluğu, kötü uyku, stres, endişeler ve sinirlilik durumlarından arınmak için harika bir teknik. Profesör, uzman ve asistanları tarafından geliştirilen ve uygulanan bu yöntem psikoloji alanında devrim niteliğindedir. .Kaynak.7gunsaglik.com,
İşte Kas Ağrılarının Sebebi
Kas, kemik ve eklemlerdeki ağrılar sanıldığı gibi basit ağrılar değildir.
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Sağlık Uygulama ve Araştırma Hastanesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Kliniğinden Yrd. Doç. Dr. Coşkun Zateri, kas, kemik ve eklemlerdeki ağrıların romatizma hastalığından kaynaklanabileceğini bildirdi.
Yrd. Doç. Dr. Zateri, yaptığı yazılı açıklamada, eklemlerdeki şişlik, ağrı ve kızarıklıkların, sabah uyanıldığında eklemleri hareket ettirmede yaşanan güçlüklerin, iltihaplı romatizma bulgusu olabileceğini belirtti.
İltihaplı romatizmanın, eklemlerde şekil bozukluğuna ve eklemin hiç hareket ettirilememesine yol açabileceğini kaydeden Yrd. Doç. Dr. Zateri, romatizmal hastalıklara eşlik eden eklem dışı şikayetleri ise zayıflama, iştah kaybı, ateş, göz yakınmaları (kırmızılık, kaşınma, kuruluk, bulanık görme), karın ağrısı, kanlı ishal, saç dökülmesi, güneş ışığına aşırı duyarlılık, deri döküntüsü, ağız kuruluğu, ağız içi yara (aft), bel, sırt ve topuk ağrısı olarak sıraladı.
Yrd. Doç. Dr. Zateri, romatizmal hastalıkların çoğunlukla kadınlarda görülmekle birlikte erkeklerde de ortaya çıkabildiğine işaret ederek, şu bilgileri verdi:
“Çocuklar dahil tüm yaş gruplarında romatizmal hastalıkların ortaya çıkması olasıdır. Romatizmal hastalıkların önemli bir bölümünün kesin nedeni bilinmemektedir. Ancak genelde mikrobik ya da bulaşıcı hastalık değillerdir. Bazılarında genetik yatkınlık olabilir. Bütün sağlık sorunlarında olduğu gibi romatizmal hastalıklarda da en uygun tedavinin yapılabilmesi için ilk aşamada hastalığa doğru teşhisin konulması gereklidir. Doktorunuz tarafından önerilmeyen tedavileri uygulamak, hastalar için yararsız ve tehlikeli olabilir.”
Eklemlerdeki yükü artıran fazla kiloların verilmesinin, doktor tarafından önerilen egzersizlerin düzenli yapılmasının, damar yapısını bozan sigara kullanımının bırakılmasının romatizmalı hastalar için önemli olduğunu ifade eden Dr. Zateri, bazı romatizma hastalarında ise fizik tedavi ve rehabilitasyon uygulamalarının oldukça yararlı olduğunu kaydetti..Kaynak. .,
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Sağlık Uygulama ve Araştırma Hastanesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Kliniğinden Yrd. Doç. Dr. Coşkun Zateri, kas, kemik ve eklemlerdeki ağrıların romatizma hastalığından kaynaklanabileceğini bildirdi.
Yrd. Doç. Dr. Zateri, yaptığı yazılı açıklamada, eklemlerdeki şişlik, ağrı ve kızarıklıkların, sabah uyanıldığında eklemleri hareket ettirmede yaşanan güçlüklerin, iltihaplı romatizma bulgusu olabileceğini belirtti.
İltihaplı romatizmanın, eklemlerde şekil bozukluğuna ve eklemin hiç hareket ettirilememesine yol açabileceğini kaydeden Yrd. Doç. Dr. Zateri, romatizmal hastalıklara eşlik eden eklem dışı şikayetleri ise zayıflama, iştah kaybı, ateş, göz yakınmaları (kırmızılık, kaşınma, kuruluk, bulanık görme), karın ağrısı, kanlı ishal, saç dökülmesi, güneş ışığına aşırı duyarlılık, deri döküntüsü, ağız kuruluğu, ağız içi yara (aft), bel, sırt ve topuk ağrısı olarak sıraladı.
Yrd. Doç. Dr. Zateri, romatizmal hastalıkların çoğunlukla kadınlarda görülmekle birlikte erkeklerde de ortaya çıkabildiğine işaret ederek, şu bilgileri verdi:
“Çocuklar dahil tüm yaş gruplarında romatizmal hastalıkların ortaya çıkması olasıdır. Romatizmal hastalıkların önemli bir bölümünün kesin nedeni bilinmemektedir. Ancak genelde mikrobik ya da bulaşıcı hastalık değillerdir. Bazılarında genetik yatkınlık olabilir. Bütün sağlık sorunlarında olduğu gibi romatizmal hastalıklarda da en uygun tedavinin yapılabilmesi için ilk aşamada hastalığa doğru teşhisin konulması gereklidir. Doktorunuz tarafından önerilmeyen tedavileri uygulamak, hastalar için yararsız ve tehlikeli olabilir.”
Eklemlerdeki yükü artıran fazla kiloların verilmesinin, doktor tarafından önerilen egzersizlerin düzenli yapılmasının, damar yapısını bozan sigara kullanımının bırakılmasının romatizmalı hastalar için önemli olduğunu ifade eden Dr. Zateri, bazı romatizma hastalarında ise fizik tedavi ve rehabilitasyon uygulamalarının oldukça yararlı olduğunu kaydetti..Kaynak. .,
Selüliti Önlemenin Yolları
Selülit vücudun yağ dokularıdır. Bu dokular portakal kabuğu gibi görülebilir veya görülemez. Her iki halde de normaldir ve bir sağlık problemi değildir. Ancak, ciddi bir estetik problemdir. Daha çok kadınlarda kendini gösterir. Kalçalar ve basen bölgeleri en sık görüldüğü yerlerdir.
Kadınlar erkeklere göre daha ince bir cilt yapısına sahiptir ve bağ dokudan oluşan cilt yapıları kadınlarda daha aralıklıdır. Cildin altında yer alan yağ dokular kendilerini yumru yumru gösterir. Selülit sadece fazla yağ dokusu olan kişilerin problemi değildir. Son derece ince yapıya sahip kadınlarda da görülür. Yaşlanma ile gittikçe kalıcı bir hal alır. Yaşlanma ile oluşan cilt gerginliğinin ve elastikiyetinin kaybolması ile cilt daha da incelir ve selülitler daha belirginleşir.
Doktorlar bunların ortadan kaldırılamayacağını söylerken, estetisyenler selüloidi yenebileceklerini söylemektedir. Bu konuda tam bir sonuca varılmış değildir. Vücutta bir rahatsızlığı veya dengesizliği gösteren selülit şişmanlıkla karıştırmamalı. Şişmanlık, hücrelerin arasının yağ ile dolu olduğunu gösterirken, selüliti bazı dokulara organik tortuların yerleşmesinden ileri gelir ve tahrik olan dokular sertleşir. Birbirine çok benzeyen ve tedavi yolları tamamen ayrı olan bu iki rahatsızlık aynı insanda görülebilir. Şişmanlık bedenin belirli yerlerinde özellikle, bacakların üst kısmında, kalçada ve kaba etlerde yer eder. Ayrıca ense, sırt, kol, hatta ayak bileğinde de fazla kilolar birikir. Uygulanan zayıflama rejimi bedenin yağlarını eritse de selülit bundan etkilenmez. Bu nedenle bedenin aşırı yağlarını eritme kararı alındığında bu yağların hangi cinsten olduğunu önceden bilmek gerekir.
Selülit, konjontif dokuların (konjontif dokular cilt ile cilt altı dokular arasındaki bağlantıyı sağlar) uğradıkları değişme sonucunda meydana getirdikleri anormal durumlardan ileri gelir. Vücudumuz yanlış bir beslenme sonucu biriken tortularını atamayınca selülit dokulara yerleşir. Selülitler ilerlemiş bir aşamada el ile sıkıştırıldığında ağrır ve cildin yüzeyindeki doku portakal kabuğunun dokusunu andırır. Dokulara yerleşen toksinler kaldıkça ve sinir sisteminde olumsuz etkilendikçe selülit artar. Ayrıca bazı organik dengesizlikler selülite yol açabilirken kötü bir lenf ve kan dolaşımının olumsuz etkisinden de meydana gelebilir.
SELÜLİTİ ÖNLEMENİN ÇARELERİ
Derin nefesler: Kanı temizler, iç salgı bezlerini uyarır, karaciğerin kan akımına uğramasını engeller, yağları eritir.
Jimnastik ve yürüyüş: Her gün uygulanan beden hareketleri yağları eritir, kan dolaşımını olumlu etkiler, yorgunluğu giderir.
Selülit masajı: Yararlı olması için bir uzman tarafından yapılması gerekir, aksi takdirde zararlı olabilir. Bu nedenle selülite karşı alınacak en uygun tedbir bedeni her gün, özellikle selülitin yerleştiği yerleri kuru bir kese ile veya banyo fırçası ile ovmaktır. Amaç kan dolaşımını olumlu etkilemektir. Bu nedenle kese veya fırçayı cilde fazla bastırmadan yüzeyi kızarıncaya kadar uygulamalıdır. Cilt kızardığında, amaca ulaşılmıştır. Yani kan dolaşımı olumlu etkilenmiştir. Masajın daha da etkili olması için cildin üzerinde ıslak bir bez veya sünger gezdirmelidir. Masaj toksinleri yerinden oynatarak kan dolaşımına sürükler ve beden bunları solunum yolu ile (nefes), cilt yolu ile (ter), böbrek yolu ile (idrar) atar.
Yemek yerken su içmeyin: Su ihtiyacınızı öğün aralarında giderin veya yemekle birlikte su yerine bitkisel çayı (şekersiz) yudum yudum için. Yemeklerden yarım saat önce bir bardak su içmelidir.
Besinleri iyi çiğneyip yutun.
Bağırsakların her gün boşalmasını sağlayın. Uykusuz kalmayın.
Açık havada bol bol yürüyüş yapın.
SELÜLİTTE YANLIŞ BİLİNENLER
Yalnızca normal kilosunun üzerindeki kadınlarda olur.
YANLIŞ: Çünkü selülit, şişmanlarda olduğu gibi zayıf kadınlarda da görülebilir. Bağ dokusunun durumu, genetik yapı gibi faktörlerin önemi çok büyüktür.
Çocuk doğuran bütün kadınlarda selülit olması kaçınılmaz bir durumdur.
YANLIŞ: Hamilelikte oluşan fazla kilolar ve hareketsizlik selüloidi doğuran sebeplerdendir. Ama sadece sebeplerden biridir. Sanıldığı gibi hepsi değil.
Selülit yalnızca bacaklarda oluşur.
YANLIŞ: Selülit bacaklarda olduğu gibi kalçalar, kollar ve karında da oluşabilir.
Selülit yalnızca yaşlılarda görülür.
YANLIŞ: Bunun aksine selülit genç yaşlarda başlar. Gençliğinde de bir sorunu olmayan kadınlarda sonralarda oluşma riski çok azdır.
BİTKİLERLE TEDAVİ OLUN
Selülit tedavisi için kullanılabilecek bitkisel yağlar: Zambak yağı, keten yağı, ardıç yağı, portakal yağı, buğday yağı, nane yağı, susam yağı, yasemin yağı, anason yağı, rezene yağı, lavanta yağı, limon yağı, yosunlu sabun. Selülitli bölgeye iyice masaj yapılarak sürülür. 1-2 saat sonra yıkanır. Hassas ciltlerde daha kısa bekletilebilir. Yağlı bölge yosunlu sabunla yıkanır. Bu uygulama iki günde bir defa yapılmalıdır.
BUNLARDAN UZAK DURUN
Sigara ve içkiden kesinlikle kaçınılmalı. Solunum yolu ile kanı kirleten sigara, selülitin yerleşmesine yardım eder. Ayrıca sigara, hazım cihazını ve sinir sistemini olumsuz etkiler. Sinir sisteminin dengesi bozulunca yorgunluk belirir, yorgunluğu gidermek için bu kez uyarıcılara başvurmak gerekir. Bu durum refleks yolu ile selüliti artırarak dokulardaki sıkışmayı fazlalaştırır. Alkollü içkiler selülitin bir numaralı dostudur. İçki veya aperatif yerine meyve sularını tercih etmeli, ayrıca alkollü içkideki aşırı kalorinin şişmanlığa yol açtığı unutulmamalı.
Tuz ve tuzlu besinlerden kaçının.
Şeker ve şekerli gıdalardan uzak durun.
Kızartmalardan vazgeçin.
Fındık, fıstık gibi kuruyemiş alışkanlıklarınıza son verin.
Cosmotürk’teki habere göre, her ne kadar selülitin ve şişmanlığın kaynakları ayrı olsa da besin kuralları birbirine benzer. Alınan besin mümkün olduğu kadar doğal olmalı, yani sanayileşmiş besinlerden kaçınmalı, her gün bir miktar çiğ sebze ve meyve, ayrıca çimlendirilmiş buğday yemelidir. Bedene gereken enzimleri sağlamalı, tuzu yemeklerde azaltmalıdır. (Bir gram tuz, 125 gram suyu kendine çeker.) Bol su içmelidir. (Yudum yudum içilen su dokulardaki gereksiz maddeleri eritirken, birden içilen su böbreklere yönelir.) Aşırı miktarda içilen su, suda eriyen vitaminleri bedenden alarak idrar yolu ile beraberinde sürükler. Ayrıca her lokmayı iyi çiğnemeyi unutmamalı. Eğer iyi çiğnenip, beden tarafından sindirilmemişse sağlıklı bir besin de bedende tortular bırakabilir. Sabahları aç karnına taze sıkılan limon suyuna bir miktar çiğ patates suyu katarak içmenin selülite iyi geldiği söylenir. Yemeklerde en fazla bir kaşık sıvı yağ kullanın..Kaynak.7gunsaglik.com .,
Kadınlar erkeklere göre daha ince bir cilt yapısına sahiptir ve bağ dokudan oluşan cilt yapıları kadınlarda daha aralıklıdır. Cildin altında yer alan yağ dokular kendilerini yumru yumru gösterir. Selülit sadece fazla yağ dokusu olan kişilerin problemi değildir. Son derece ince yapıya sahip kadınlarda da görülür. Yaşlanma ile gittikçe kalıcı bir hal alır. Yaşlanma ile oluşan cilt gerginliğinin ve elastikiyetinin kaybolması ile cilt daha da incelir ve selülitler daha belirginleşir.
Doktorlar bunların ortadan kaldırılamayacağını söylerken, estetisyenler selüloidi yenebileceklerini söylemektedir. Bu konuda tam bir sonuca varılmış değildir. Vücutta bir rahatsızlığı veya dengesizliği gösteren selülit şişmanlıkla karıştırmamalı. Şişmanlık, hücrelerin arasının yağ ile dolu olduğunu gösterirken, selüliti bazı dokulara organik tortuların yerleşmesinden ileri gelir ve tahrik olan dokular sertleşir. Birbirine çok benzeyen ve tedavi yolları tamamen ayrı olan bu iki rahatsızlık aynı insanda görülebilir. Şişmanlık bedenin belirli yerlerinde özellikle, bacakların üst kısmında, kalçada ve kaba etlerde yer eder. Ayrıca ense, sırt, kol, hatta ayak bileğinde de fazla kilolar birikir. Uygulanan zayıflama rejimi bedenin yağlarını eritse de selülit bundan etkilenmez. Bu nedenle bedenin aşırı yağlarını eritme kararı alındığında bu yağların hangi cinsten olduğunu önceden bilmek gerekir.
Selülit, konjontif dokuların (konjontif dokular cilt ile cilt altı dokular arasındaki bağlantıyı sağlar) uğradıkları değişme sonucunda meydana getirdikleri anormal durumlardan ileri gelir. Vücudumuz yanlış bir beslenme sonucu biriken tortularını atamayınca selülit dokulara yerleşir. Selülitler ilerlemiş bir aşamada el ile sıkıştırıldığında ağrır ve cildin yüzeyindeki doku portakal kabuğunun dokusunu andırır. Dokulara yerleşen toksinler kaldıkça ve sinir sisteminde olumsuz etkilendikçe selülit artar. Ayrıca bazı organik dengesizlikler selülite yol açabilirken kötü bir lenf ve kan dolaşımının olumsuz etkisinden de meydana gelebilir.
SELÜLİTİ ÖNLEMENİN ÇARELERİ
Derin nefesler: Kanı temizler, iç salgı bezlerini uyarır, karaciğerin kan akımına uğramasını engeller, yağları eritir.
Jimnastik ve yürüyüş: Her gün uygulanan beden hareketleri yağları eritir, kan dolaşımını olumlu etkiler, yorgunluğu giderir.
Selülit masajı: Yararlı olması için bir uzman tarafından yapılması gerekir, aksi takdirde zararlı olabilir. Bu nedenle selülite karşı alınacak en uygun tedbir bedeni her gün, özellikle selülitin yerleştiği yerleri kuru bir kese ile veya banyo fırçası ile ovmaktır. Amaç kan dolaşımını olumlu etkilemektir. Bu nedenle kese veya fırçayı cilde fazla bastırmadan yüzeyi kızarıncaya kadar uygulamalıdır. Cilt kızardığında, amaca ulaşılmıştır. Yani kan dolaşımı olumlu etkilenmiştir. Masajın daha da etkili olması için cildin üzerinde ıslak bir bez veya sünger gezdirmelidir. Masaj toksinleri yerinden oynatarak kan dolaşımına sürükler ve beden bunları solunum yolu ile (nefes), cilt yolu ile (ter), böbrek yolu ile (idrar) atar.
Yemek yerken su içmeyin: Su ihtiyacınızı öğün aralarında giderin veya yemekle birlikte su yerine bitkisel çayı (şekersiz) yudum yudum için. Yemeklerden yarım saat önce bir bardak su içmelidir.
Besinleri iyi çiğneyip yutun.
Bağırsakların her gün boşalmasını sağlayın. Uykusuz kalmayın.
Açık havada bol bol yürüyüş yapın.
SELÜLİTTE YANLIŞ BİLİNENLER
Yalnızca normal kilosunun üzerindeki kadınlarda olur.
YANLIŞ: Çünkü selülit, şişmanlarda olduğu gibi zayıf kadınlarda da görülebilir. Bağ dokusunun durumu, genetik yapı gibi faktörlerin önemi çok büyüktür.
Çocuk doğuran bütün kadınlarda selülit olması kaçınılmaz bir durumdur.
YANLIŞ: Hamilelikte oluşan fazla kilolar ve hareketsizlik selüloidi doğuran sebeplerdendir. Ama sadece sebeplerden biridir. Sanıldığı gibi hepsi değil.
Selülit yalnızca bacaklarda oluşur.
YANLIŞ: Selülit bacaklarda olduğu gibi kalçalar, kollar ve karında da oluşabilir.
Selülit yalnızca yaşlılarda görülür.
YANLIŞ: Bunun aksine selülit genç yaşlarda başlar. Gençliğinde de bir sorunu olmayan kadınlarda sonralarda oluşma riski çok azdır.
BİTKİLERLE TEDAVİ OLUN
Selülit tedavisi için kullanılabilecek bitkisel yağlar: Zambak yağı, keten yağı, ardıç yağı, portakal yağı, buğday yağı, nane yağı, susam yağı, yasemin yağı, anason yağı, rezene yağı, lavanta yağı, limon yağı, yosunlu sabun. Selülitli bölgeye iyice masaj yapılarak sürülür. 1-2 saat sonra yıkanır. Hassas ciltlerde daha kısa bekletilebilir. Yağlı bölge yosunlu sabunla yıkanır. Bu uygulama iki günde bir defa yapılmalıdır.
BUNLARDAN UZAK DURUN
Sigara ve içkiden kesinlikle kaçınılmalı. Solunum yolu ile kanı kirleten sigara, selülitin yerleşmesine yardım eder. Ayrıca sigara, hazım cihazını ve sinir sistemini olumsuz etkiler. Sinir sisteminin dengesi bozulunca yorgunluk belirir, yorgunluğu gidermek için bu kez uyarıcılara başvurmak gerekir. Bu durum refleks yolu ile selüliti artırarak dokulardaki sıkışmayı fazlalaştırır. Alkollü içkiler selülitin bir numaralı dostudur. İçki veya aperatif yerine meyve sularını tercih etmeli, ayrıca alkollü içkideki aşırı kalorinin şişmanlığa yol açtığı unutulmamalı.
Tuz ve tuzlu besinlerden kaçının.
Şeker ve şekerli gıdalardan uzak durun.
Kızartmalardan vazgeçin.
Fındık, fıstık gibi kuruyemiş alışkanlıklarınıza son verin.
Cosmotürk’teki habere göre, her ne kadar selülitin ve şişmanlığın kaynakları ayrı olsa da besin kuralları birbirine benzer. Alınan besin mümkün olduğu kadar doğal olmalı, yani sanayileşmiş besinlerden kaçınmalı, her gün bir miktar çiğ sebze ve meyve, ayrıca çimlendirilmiş buğday yemelidir. Bedene gereken enzimleri sağlamalı, tuzu yemeklerde azaltmalıdır. (Bir gram tuz, 125 gram suyu kendine çeker.) Bol su içmelidir. (Yudum yudum içilen su dokulardaki gereksiz maddeleri eritirken, birden içilen su böbreklere yönelir.) Aşırı miktarda içilen su, suda eriyen vitaminleri bedenden alarak idrar yolu ile beraberinde sürükler. Ayrıca her lokmayı iyi çiğnemeyi unutmamalı. Eğer iyi çiğnenip, beden tarafından sindirilmemişse sağlıklı bir besin de bedende tortular bırakabilir. Sabahları aç karnına taze sıkılan limon suyuna bir miktar çiğ patates suyu katarak içmenin selülite iyi geldiği söylenir. Yemeklerde en fazla bir kaşık sıvı yağ kullanın..Kaynak.7gunsaglik.com .,
En Kolay Göbek Eritme Yöntemleri
İşte göbek eritmenin sırları…
İnce bir vücuda sahip olduğu halde göbeğinden yakınanlara veya ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar göbeklerini bir türlü eritemeyenlere sıkça rastlarsınız. Hatta bazıları, televizyonlarda reklamı yapılan ilginç görünümlü karın çalıştıran aletlerden satın bile almıştır, ama tabii bunların istenilen randımanı veremediklerini anlamaları da uzun sürmez.
Aslında ‘göbek problemi’, kulaktan dolma diyet ve egzersiz yöntemleriyle çözümlenemeyecek kadar önemli bir sorun. Bu konuda uzman önerileri doğrultusunda hareket etmek ve sabır göstermek, ‘sıkı ve düz bir karna sahip olmanın’ anahtarı.
İstenilen ölçülerde, düzgün ve orantılı bir vücuda sahip olmak ve göbeğinizden kurtulmak için şunlara dikkat etmeniz gerekiyor:
Beslenme Düz bir karın istiyorsanız, dikkat etmeniz gereken en önemli nokta ‘beslenme’ konusudur. Yağlardan kurtulmak için öncelikle kan şekeri seviyesini kontrol altına almanız gerekiyor. Bu da en iyi günde 4-6 öğünle sağlanır. Tabii 6 öğün deyince aklınıza, masalar dolusu yemek gelmesin. Bir öğün, sebzeli bir omlet de olabilir, meyve doğradığınız bir mısır gevreği de, ya da yarım fincan pilavla bir parça tavuk ve bolca salata veya bir elma. Temel olarak üç ana ve üç ara öğün tüketebilirsiniz. Burada amaç, az ama sık yemektir. Böylece ihtiyacınız kadar protein ve karbonhidrat ve az miktarda da yağ tüketmiş olursunuz.
Oranlar
Alınan kalorilerin yüzde 80′inin karbonhidratlardan gelmesi halinde, sıkı ve düz bir karna sahip olmak pek mümkün olmuyor. Oranlar değişebilir, ama kalorilerin yüzde 55′inden fazlasının karbonhidrattan alınması, vücuttaki yağdan kurtulmada pek yardımcı olmaz. Vücut tolere edebiliyorsa, az miktarda karbonhidrat alarak diyet yapılabilir. Önemli olan, yüzde 55 sınırını aşmamaktır.
Zamanlama
Bünyeye giren yağ miktarı azaldıkça, vücut bir tür alarma geçerek, alınan yağı depolamaya çalışır. Bu nedenle gün içinde her 2-3 saatte bir, bir şeyler yenilmesi öneriliyor. Bu, vücuttaki yağı yakmaya yardımcı olur.
Kalori
Yukarıda belirtilenlerin hepsini uyguladığı halde, yine de düz bir karna sahip olamayanlar, kilolarını sabit tutmak için günde kaç kalori alacaklarını öğrenmeleri gerekiyor. Bunu da biraz uğraşıp deneme yoluyla öğrenebilirsiniz. Ayrıca, tükettiğiniz toplam kaloriyi, kaç gram protein, karbonhidrat ve yağı tükettiğinizi de belirleyip yazmalısınız.
Kalori azaltma
Kiloyu sabit tutmak için alınması gereken günlük kalori miktarı bulunduktan sonra, alınan kalori miktarının 200 kalori kadar azaltılması gerekiyor. Hedef, yiyebildiğiniz kadar yiyip, yine de yağ yakmaya devam etmek ama bu arada da kas kaybına uğramamaktır. Olabildiğince az yemeyi hedeflerseniz, elde edeceğiniz tek şey metabolizmanızı yavaşlatmak ve kas dokusundan kaybetmek olacaktır. İlk hafta sonra verdiğiniz, kilodan çok, vücutta birikmiş su olacaktır. Esas ondan sonra kilo vermeye başlarsınız.
Tutarlılık
Haftanın 6 günü bu program uygulanıp, haftada bir gün istenilen bir besinden bir porsiyon tüketilebilir. Ancak burada önemli olan şey abartmamaktır. Çünkü abartmanız halinde kan şekeri seviyesi tekrar yükselebilir ki, bu da yağ yakmanızı durdurur.
Ağırlık çalışması
Haftada 2-3 kez yapılacak 35 dakikalık (bir saate de çıkılabilir) ağırlık çalışması, hem vücuttaki kas kütlesini, hem de metabolizma hızını arttırır; çünkü kas, yağdan daha çok kalori yakar. Bu şekilde günde fazladan 30 ila 50 kalori yakabilirsiniz. Ağırlık çalışmasına karın egzersizlerini de dahil etmelisiniz. Böylece bir yandan vücudunuzdaki yağ miktarını azaltırken, diğer yandan da karnınızı sıkılaştırmış olursunuz.
Kardiyovasküler egzersizler:
Haftada 3 ila 5 gün, 30-40 dakikalık orta yoğunlukta kardiyo egzersizleri (yürüyüş, koşu, yüzme, bisiklet vs) yapılması da önerilenler arasında. Başlangıç seviyesindekiler, egzersizin yoğunluğunu kademeli olarak arttırmalılar. Eğer zaten belli bir seviyedeyseniz, haftanın iki günü daha yoğun program uygulayabilirsiniz. Bunu düzenli uygular, yediklerinize dikkat eder ve bu rutini her 3-4 haftada bir değiştirirseniz, düz bir karna sahip olabilirsiniz..
Referans.7gunsaglik.com.tr
İnce bir vücuda sahip olduğu halde göbeğinden yakınanlara veya ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar göbeklerini bir türlü eritemeyenlere sıkça rastlarsınız. Hatta bazıları, televizyonlarda reklamı yapılan ilginç görünümlü karın çalıştıran aletlerden satın bile almıştır, ama tabii bunların istenilen randımanı veremediklerini anlamaları da uzun sürmez.
Aslında ‘göbek problemi’, kulaktan dolma diyet ve egzersiz yöntemleriyle çözümlenemeyecek kadar önemli bir sorun. Bu konuda uzman önerileri doğrultusunda hareket etmek ve sabır göstermek, ‘sıkı ve düz bir karna sahip olmanın’ anahtarı.
İstenilen ölçülerde, düzgün ve orantılı bir vücuda sahip olmak ve göbeğinizden kurtulmak için şunlara dikkat etmeniz gerekiyor:
Beslenme Düz bir karın istiyorsanız, dikkat etmeniz gereken en önemli nokta ‘beslenme’ konusudur. Yağlardan kurtulmak için öncelikle kan şekeri seviyesini kontrol altına almanız gerekiyor. Bu da en iyi günde 4-6 öğünle sağlanır. Tabii 6 öğün deyince aklınıza, masalar dolusu yemek gelmesin. Bir öğün, sebzeli bir omlet de olabilir, meyve doğradığınız bir mısır gevreği de, ya da yarım fincan pilavla bir parça tavuk ve bolca salata veya bir elma. Temel olarak üç ana ve üç ara öğün tüketebilirsiniz. Burada amaç, az ama sık yemektir. Böylece ihtiyacınız kadar protein ve karbonhidrat ve az miktarda da yağ tüketmiş olursunuz.
Oranlar
Alınan kalorilerin yüzde 80′inin karbonhidratlardan gelmesi halinde, sıkı ve düz bir karna sahip olmak pek mümkün olmuyor. Oranlar değişebilir, ama kalorilerin yüzde 55′inden fazlasının karbonhidrattan alınması, vücuttaki yağdan kurtulmada pek yardımcı olmaz. Vücut tolere edebiliyorsa, az miktarda karbonhidrat alarak diyet yapılabilir. Önemli olan, yüzde 55 sınırını aşmamaktır.
Zamanlama
Bünyeye giren yağ miktarı azaldıkça, vücut bir tür alarma geçerek, alınan yağı depolamaya çalışır. Bu nedenle gün içinde her 2-3 saatte bir, bir şeyler yenilmesi öneriliyor. Bu, vücuttaki yağı yakmaya yardımcı olur.
Kalori
Yukarıda belirtilenlerin hepsini uyguladığı halde, yine de düz bir karna sahip olamayanlar, kilolarını sabit tutmak için günde kaç kalori alacaklarını öğrenmeleri gerekiyor. Bunu da biraz uğraşıp deneme yoluyla öğrenebilirsiniz. Ayrıca, tükettiğiniz toplam kaloriyi, kaç gram protein, karbonhidrat ve yağı tükettiğinizi de belirleyip yazmalısınız.
Kalori azaltma
Kiloyu sabit tutmak için alınması gereken günlük kalori miktarı bulunduktan sonra, alınan kalori miktarının 200 kalori kadar azaltılması gerekiyor. Hedef, yiyebildiğiniz kadar yiyip, yine de yağ yakmaya devam etmek ama bu arada da kas kaybına uğramamaktır. Olabildiğince az yemeyi hedeflerseniz, elde edeceğiniz tek şey metabolizmanızı yavaşlatmak ve kas dokusundan kaybetmek olacaktır. İlk hafta sonra verdiğiniz, kilodan çok, vücutta birikmiş su olacaktır. Esas ondan sonra kilo vermeye başlarsınız.
Tutarlılık
Haftanın 6 günü bu program uygulanıp, haftada bir gün istenilen bir besinden bir porsiyon tüketilebilir. Ancak burada önemli olan şey abartmamaktır. Çünkü abartmanız halinde kan şekeri seviyesi tekrar yükselebilir ki, bu da yağ yakmanızı durdurur.
Ağırlık çalışması
Haftada 2-3 kez yapılacak 35 dakikalık (bir saate de çıkılabilir) ağırlık çalışması, hem vücuttaki kas kütlesini, hem de metabolizma hızını arttırır; çünkü kas, yağdan daha çok kalori yakar. Bu şekilde günde fazladan 30 ila 50 kalori yakabilirsiniz. Ağırlık çalışmasına karın egzersizlerini de dahil etmelisiniz. Böylece bir yandan vücudunuzdaki yağ miktarını azaltırken, diğer yandan da karnınızı sıkılaştırmış olursunuz.
Kardiyovasküler egzersizler:
Haftada 3 ila 5 gün, 30-40 dakikalık orta yoğunlukta kardiyo egzersizleri (yürüyüş, koşu, yüzme, bisiklet vs) yapılması da önerilenler arasında. Başlangıç seviyesindekiler, egzersizin yoğunluğunu kademeli olarak arttırmalılar. Eğer zaten belli bir seviyedeyseniz, haftanın iki günü daha yoğun program uygulayabilirsiniz. Bunu düzenli uygular, yediklerinize dikkat eder ve bu rutini her 3-4 haftada bir değiştirirseniz, düz bir karna sahip olabilirsiniz..
Referans.7gunsaglik.com.tr
Jimnastik Dersleri Asla Zorlayıcı Olmamalı
Bazı kurs ve spor salonlarında bilinçsiz olarak yaptırılan hareketler insanlarda tutulmaya ve kötü sonuçlara yol açabiliyor. Jimnastik hareketleri zorlayıcı olmamalı..
Mısır İskenderiye’deki okullarda öğrenim gören çocukların cimnastik dersleri bir hayli zorlayıcı oluyor. Eğitmenleri onların küçük yaştan esnek bir vücuda sahip olmaları için ellerinden geleni yapıyor.
Özellikle bacaklarını gererken yüzünü asan çocuklara eğitmenleri yardımcı oluyor. Çocuklar da her ne kadar zorlu hareketler nedeniyle yüzlerini buruşturup yorulsa, zaman zaman sınırlarını zorlasa da ülkelerinde geleceğin sporcuları olmak için ellerinden geleni yapıyor.
Uzmanlar cimnastik yapan çocukların ileride daha sosyal ve dışa dönük bireyler olduğunu belirtiyor. Duruş bozukluklarını düzenleyen cimnastik, denge sorunu yaşayan çocuklar için de çok faydalı. Bu spora başlama yaşı ise 3-10 arasında.
Referans.7gunsaglik.com.tr
Mısır İskenderiye’deki okullarda öğrenim gören çocukların cimnastik dersleri bir hayli zorlayıcı oluyor. Eğitmenleri onların küçük yaştan esnek bir vücuda sahip olmaları için ellerinden geleni yapıyor.
Özellikle bacaklarını gererken yüzünü asan çocuklara eğitmenleri yardımcı oluyor. Çocuklar da her ne kadar zorlu hareketler nedeniyle yüzlerini buruşturup yorulsa, zaman zaman sınırlarını zorlasa da ülkelerinde geleceğin sporcuları olmak için ellerinden geleni yapıyor.
Uzmanlar cimnastik yapan çocukların ileride daha sosyal ve dışa dönük bireyler olduğunu belirtiyor. Duruş bozukluklarını düzenleyen cimnastik, denge sorunu yaşayan çocuklar için de çok faydalı. Bu spora başlama yaşı ise 3-10 arasında.
Referans.7gunsaglik.com.tr
Ziya Mocan Zayıflamak İçin Elma Çayı
Endrokronoloji uzmanı Prof. Dr. Ziya Mocan, hastalarını diyet stresine sokmadan zayıflatan bir isim. Prof. Dr. Ziya Mocan’a göre zayıflamanın yolu, az miktarda ve sık yemek yemekten ve ayrıca elma çayından geçiyor.
Prof.Dr. Ziya Mocan’ın Elma Çayı Tarifi:
Bir-iki elmayı keserek haşlayın, içine bir limon veya portakal atın. Karanfil ve tarçın ilave edin. Bu çaydan genç-ihtiyar herkes, günde 3–4 bardak tüketebilir. İlaç gibidir.
Sizin için, iki ayrı çay tarifi daha
1.Tarif :
Hazırlanışı: Yeşil elmayı kabuklarını soymadan 4 e bölün. Bunları cezveye koyup üstüne su doldurduktan sonra içine kabuk tarçın ilave ederek kaynatın . Sonra da süzgeçle süzerek taze taze için…
2. Tarif :
Gerekli Malzemeler:
- 1 adet büyük elma ( kabukları ile 4 parçaya bölünmüş)
- 1 adet limon (kabukları ile 4 parçaya bölünmüş)
- 1 çubuk tarçın- 4 -5 adet çekirdek karabiber
- 3-4 adet karanfil- bir tutam ıhlamur
- 2 yemek kaşığı esmer şeker (ya da 1 tatlı kaşığı bal. çay ılıdıktan sonra katılacak)
- yaklaşık 2 lt. su
Hazırlanışı: Elma ve limon ezilinceye kadar pişirin. İyice ezerek, süzgeçten geçirdikten sonra,sıcak veya soğuk olarak içebilirsiniz.
Elma çayı ve elma suyunun faydaları: Elma suyu metabolizmayı hızlandırır ve idrar miktarını artırır. Kilo problemi olan kişilerin vücutlarından ödem atmasını sağlar.
Referans.7gunsaglik.com.tr
Prof.Dr. Ziya Mocan’ın Elma Çayı Tarifi:
Bir-iki elmayı keserek haşlayın, içine bir limon veya portakal atın. Karanfil ve tarçın ilave edin. Bu çaydan genç-ihtiyar herkes, günde 3–4 bardak tüketebilir. İlaç gibidir.
Sizin için, iki ayrı çay tarifi daha
1.Tarif :
Hazırlanışı: Yeşil elmayı kabuklarını soymadan 4 e bölün. Bunları cezveye koyup üstüne su doldurduktan sonra içine kabuk tarçın ilave ederek kaynatın . Sonra da süzgeçle süzerek taze taze için…
2. Tarif :
Gerekli Malzemeler:
- 1 adet büyük elma ( kabukları ile 4 parçaya bölünmüş)
- 1 adet limon (kabukları ile 4 parçaya bölünmüş)
- 1 çubuk tarçın- 4 -5 adet çekirdek karabiber
- 3-4 adet karanfil- bir tutam ıhlamur
- 2 yemek kaşığı esmer şeker (ya da 1 tatlı kaşığı bal. çay ılıdıktan sonra katılacak)
- yaklaşık 2 lt. su
Hazırlanışı: Elma ve limon ezilinceye kadar pişirin. İyice ezerek, süzgeçten geçirdikten sonra,sıcak veya soğuk olarak içebilirsiniz.
Elma çayı ve elma suyunun faydaları: Elma suyu metabolizmayı hızlandırır ve idrar miktarını artırır. Kilo problemi olan kişilerin vücutlarından ödem atmasını sağlar.
Referans.7gunsaglik.com.tr
Kürtaj Konusunda Bilmedikleriniz
Kadın hastalıkları ve doğum uzmanı Banu Duru Suiçmez kğrtaj hakkında merak edilenleri anlattı.
Kadın hastalıkları ve doğum uzmanı Op. Dr. Banu Duru Suiçmez kğrtaj hakkında merak edilenleri anlattı.
1) Kürtajın sebepleri ve çeşitleri nelerdir?
Kürtaj kadın sağlığı açısından önemli bir sorun. Pratik hayatımızda bize başvuran hastaların çok büyük bir kısmı kürtaj talebiyle bize gelen hastalar. Kürtaj 10 haftaya kadar yasal çerçeveler sınırında yapılabilen bir müdahale, ama pek çok nedenden özellikle bebekle ilgili anormal ve anne sağlığını riske atacak durumlarda, bizim de hastalara kürtaj önerdiğimiz oluyor.
2) Düşük ilaçlarıyla ilgili bilgi verebilir misiniz?
Kürtaj pek çok yöntemle gerçekleştirilebiliyor. Tabii ki bunların hepsinin bir kadın doğum uzmanının gözetiminde uygulanması gerekiyor. Düşükle ilgili hap ya da iğne tedavileri var. Bunlar tıp camiasında bilinen yöntemler.
Ülkemizde çok yasal kapsamda kullanılmıyor.
3) Kürtaj kısırlığa neden olabilir mi?
Kürtaj uygulaması direk kısırlığa neden olabilen bir uygulama değildir, % 100 buna bağlayamayız. Ama önemli bir risk faktörüdür. Özellikle çok sayıda, 3 ve daha üzerindeki sayıda yapılan kürtajlarda biz daha sonraki gebeliklerde problem yaşayabiliyoruz.
4) Kürtaj sırasında ne tür anestezi kullanılıyor?
Kürtaj sırasında 2 tür anestezi kullanılabiliyor, tabi bunlar anestezi uzmanının gözetiminde yapılan müdahaleler. Genelde en sık kullandığımız genel anestezidir.
5) Kürtajın ne gibi riskleri vardır?
Kürtajda pek çok risk söz konusu olabiliyor. Tabii bu yüzde yüz başınıza gelmez. Ufak risklerdir ama sonuçta önemli risk faktörleridir. Özellikle çok sayıda kürtaj yapılan vakalarda rahim içerisinde yapışıklıklara rastlayabiliyoruz. Bunu “Aşerman Sendromu” olarak adlandırıyoruz.
6) Kürtaj işlemi ne kadar sürer?
Kürtaj işlemi çok uzun süren bir işlem değildir. Tabi vakadan vakaya farklılıklar olabiliyor. Kürtaj çoğu zaman, kadın doğum doktoru açısından 10-15 dakika arasında sürebilecek bir yöntem. Ama bazı vakalar zor, bazı vakalar daha kolay olabiliyor.
7) Kürtaj 10 hafta üzeri hamileliklerde, ne gibi durumlarda yapılabiliyor?
Yasal sınır olan 10 haftanın üzerinde de kürtaj yaptığımız durumlar olabiliyor. Bunlardan en sık başımıza gelenler, genelde düşük sonrası kürtaj uygulamaları. Hasta düşük yapıyor ama rahim içerisinde pıhtı, zar ve gebelik ürünleri kalabiliyor. Bunlar eğer kürtajla temizlenmezse, yani rahim içerisi bizim kullandığımız özel aletlerle temizlenmezse, enfeksiyon ve kanama gibi riskler söz konusu olabiliyor.
Mother&Baby -
Zeynep Erel-Pınar Aksu
Referans.7gunsaglik.com.tr
Kadın hastalıkları ve doğum uzmanı Op. Dr. Banu Duru Suiçmez kğrtaj hakkında merak edilenleri anlattı.
1) Kürtajın sebepleri ve çeşitleri nelerdir?
Kürtaj kadın sağlığı açısından önemli bir sorun. Pratik hayatımızda bize başvuran hastaların çok büyük bir kısmı kürtaj talebiyle bize gelen hastalar. Kürtaj 10 haftaya kadar yasal çerçeveler sınırında yapılabilen bir müdahale, ama pek çok nedenden özellikle bebekle ilgili anormal ve anne sağlığını riske atacak durumlarda, bizim de hastalara kürtaj önerdiğimiz oluyor.
2) Düşük ilaçlarıyla ilgili bilgi verebilir misiniz?
Kürtaj pek çok yöntemle gerçekleştirilebiliyor. Tabii ki bunların hepsinin bir kadın doğum uzmanının gözetiminde uygulanması gerekiyor. Düşükle ilgili hap ya da iğne tedavileri var. Bunlar tıp camiasında bilinen yöntemler.
Ülkemizde çok yasal kapsamda kullanılmıyor.
3) Kürtaj kısırlığa neden olabilir mi?
Kürtaj uygulaması direk kısırlığa neden olabilen bir uygulama değildir, % 100 buna bağlayamayız. Ama önemli bir risk faktörüdür. Özellikle çok sayıda, 3 ve daha üzerindeki sayıda yapılan kürtajlarda biz daha sonraki gebeliklerde problem yaşayabiliyoruz.
4) Kürtaj sırasında ne tür anestezi kullanılıyor?
Kürtaj sırasında 2 tür anestezi kullanılabiliyor, tabi bunlar anestezi uzmanının gözetiminde yapılan müdahaleler. Genelde en sık kullandığımız genel anestezidir.
5) Kürtajın ne gibi riskleri vardır?
Kürtajda pek çok risk söz konusu olabiliyor. Tabii bu yüzde yüz başınıza gelmez. Ufak risklerdir ama sonuçta önemli risk faktörleridir. Özellikle çok sayıda kürtaj yapılan vakalarda rahim içerisinde yapışıklıklara rastlayabiliyoruz. Bunu “Aşerman Sendromu” olarak adlandırıyoruz.
6) Kürtaj işlemi ne kadar sürer?
Kürtaj işlemi çok uzun süren bir işlem değildir. Tabi vakadan vakaya farklılıklar olabiliyor. Kürtaj çoğu zaman, kadın doğum doktoru açısından 10-15 dakika arasında sürebilecek bir yöntem. Ama bazı vakalar zor, bazı vakalar daha kolay olabiliyor.
7) Kürtaj 10 hafta üzeri hamileliklerde, ne gibi durumlarda yapılabiliyor?
Yasal sınır olan 10 haftanın üzerinde de kürtaj yaptığımız durumlar olabiliyor. Bunlardan en sık başımıza gelenler, genelde düşük sonrası kürtaj uygulamaları. Hasta düşük yapıyor ama rahim içerisinde pıhtı, zar ve gebelik ürünleri kalabiliyor. Bunlar eğer kürtajla temizlenmezse, yani rahim içerisi bizim kullandığımız özel aletlerle temizlenmezse, enfeksiyon ve kanama gibi riskler söz konusu olabiliyor.
Mother&Baby -
Zeynep Erel-Pınar Aksu
Referans.7gunsaglik.com.tr
Dr. Aşkın Ali Korkmaz – Aşırı Sıcaklar Varisi Tetikliyor
Aşırı sıcaklar varisi olumsuz yönde etkiliyor. Varislerin, bacaklardaki toplardamarların uzaması, genişlemesi ve kıvrımlaşmasıyla meydana geldiğini belirten Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Dr. Aşkın Ali Korkmaz, öğretmen ve tezgahtar gibi sürekli ayakta çalışan kişilerde ve masa başında uzun süre hareket etmeden çalışanlarda varisin sıklıkla görüldüğünü belirtti.
Korkmaz, Kadınlarda ve yaşlılarda varis riskinin arttığına gebelerde ve şişmanlarda ise varisin daha sık görüldüğüne dikkati çekerek, Türkiye’de yaklaşık beş milyon varis hastasının olduğunu ifade etti. Korkmaz, ilerleyen varislerin, bacaklarda ağrı ve ağırlık hissine yol açtığını hatırlatarak, şişen damarlarda kirli kanın birikmesine bağlı olarak gece krampları ve ödem sorunlarının yaşandığına değindi. Korkmaz ayrıca, varise bağlı olarak bacaklarda yanma, kaşıntı, döküntü ve lekelerle sıklıkla karşılaşıldığını belirterek, " Eğer şikayetiniz artarsa varisli bölgenize soğuk suyla masaj yapın" önerisinde bulundu.
-VARİS NASIL TEDAVİ EDİLİR?-
Dr. Aşkın Ali Korkmaz, günümüzde varislerin etkili yöntemlerle tedavi edildiğini, çok ilerlemeyen vakalarda ise varis çoraplarıyla başarılı sonuçlar elde edildiğini belirtti. Korkmaz, küçük varislerde ise "kloterapi’ denilen yöntemle damara büzücü bir madde verildiğini ve böylece şişliğin kaldırıldığını belirtti.
Bazı durumlarda damarı kuvvetlendirici ilaçların verildiğini, ilerlemiş vakalarda ise cerahi yöntemlere başvurulduğunu dile getiren Korkmaz, eskiden yapılan operasyondan sonra iz kaldığını, hastanın uzun süre yatmak zorunda olduğunu hatırlattı. Günümüzde pake ekstirpasyonu denilen yeni bir ameliyat yöntemi ile hastayı uyutmadan yapılan lokal anesteziyle yapılan işlemde iz kalmadığını anlatan Korkmaz, hastanın aynı gün içerisinde taburcu edildiğini söyledi. Korkmaz, varis rahatsızlığı bulunanlar için şu önerilerde bulundu: "Güneşe çok çıkmamalı. Hamam, sauna gibi sıcak ortamlardan uzak durmalı. Varisli bölgeye soğuk su ile masaj yapmalı. Hareketsiz kalmamaya dikkat etmeli. Kilo almamaya dikkat etmeli. Varis çorabı kullanmalı..Kaynak.7gunsaglik.com .,
Korkmaz, Kadınlarda ve yaşlılarda varis riskinin arttığına gebelerde ve şişmanlarda ise varisin daha sık görüldüğüne dikkati çekerek, Türkiye’de yaklaşık beş milyon varis hastasının olduğunu ifade etti. Korkmaz, ilerleyen varislerin, bacaklarda ağrı ve ağırlık hissine yol açtığını hatırlatarak, şişen damarlarda kirli kanın birikmesine bağlı olarak gece krampları ve ödem sorunlarının yaşandığına değindi. Korkmaz ayrıca, varise bağlı olarak bacaklarda yanma, kaşıntı, döküntü ve lekelerle sıklıkla karşılaşıldığını belirterek, " Eğer şikayetiniz artarsa varisli bölgenize soğuk suyla masaj yapın" önerisinde bulundu.
-VARİS NASIL TEDAVİ EDİLİR?-
Dr. Aşkın Ali Korkmaz, günümüzde varislerin etkili yöntemlerle tedavi edildiğini, çok ilerlemeyen vakalarda ise varis çoraplarıyla başarılı sonuçlar elde edildiğini belirtti. Korkmaz, küçük varislerde ise "kloterapi’ denilen yöntemle damara büzücü bir madde verildiğini ve böylece şişliğin kaldırıldığını belirtti.
Bazı durumlarda damarı kuvvetlendirici ilaçların verildiğini, ilerlemiş vakalarda ise cerahi yöntemlere başvurulduğunu dile getiren Korkmaz, eskiden yapılan operasyondan sonra iz kaldığını, hastanın uzun süre yatmak zorunda olduğunu hatırlattı. Günümüzde pake ekstirpasyonu denilen yeni bir ameliyat yöntemi ile hastayı uyutmadan yapılan lokal anesteziyle yapılan işlemde iz kalmadığını anlatan Korkmaz, hastanın aynı gün içerisinde taburcu edildiğini söyledi. Korkmaz, varis rahatsızlığı bulunanlar için şu önerilerde bulundu: "Güneşe çok çıkmamalı. Hamam, sauna gibi sıcak ortamlardan uzak durmalı. Varisli bölgeye soğuk su ile masaj yapmalı. Hareketsiz kalmamaya dikkat etmeli. Kilo almamaya dikkat etmeli. Varis çorabı kullanmalı..Kaynak.7gunsaglik.com .,
Kadınlarda Stres Bunamayı Tetikliyor
Orta yaşlarda yaşanılan stres kadınlarda bunama ve alzheimer riskini arttırıyor.
İngiltere’de yayımlanan Independent gazetesinin haberine göre, orta yaşlarda, tekrarlayan stres ve endişe bozukluğu atakları geçiren kadınların bunama ve alzheimera yakalanma olasılığı, diğer kadınlara göre iki kat daha fazla.
İsveçli bilimadamlarının, 1968 ila 2000 yıllarında yaptığı bin 415 kadını kapsayan araştırmada, stresten etkilenen 161 kadının bunadığı, çoğuna bunamanın en yaygın şekli olan Alzheimer teşhisi koyulduğu ve orta yaşlarda daha sık stres yaşayan kadınlarda, bunama olasılığının yüzde 65 oranında daha fazla olduğu belirtildi.
Araştırmanın başında 38 ila 60 yaşında olan kadınların yaşadığı stres seviyelerini değerlendirmek amacıyla, 1968, 1974 ve 1980 yıllarında 3 inceleme yapıldı ve kadınların yaşadığı stres "bir ay ya da daha fazla süren uyku problemleri, korku, endişe, sinirlilik, gerginlik ve öfke duygusu" şeklinde tanımlandı.
İncelemelerin her ikisinde de, sık sık ya da sürekli stresli olduğunu söyleyen kadınların bunama olasılığının yüzde 73 oranında arttığı belirlendi.
Göteborg Üniversitesi’nden araştırmacı Lena Johansson, bu araştırmanın orta yaşta yaşanılan stresin ilerleyen yaşlarda bunamaya yol açtığını gösteren ilk araştırma olduğunu ve hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalarda da benzer bulgulara rastlandığını söyledi.
Johansson araştırmayla ilgili, "Stres öncelikle inme, kalp krizi ve hipertansiyon gibi kardiyovasküler hastalıkların ortaya çıkma riskini arttırıyor. Bu çalışma bunama konusunda risk faktörlerinin daha iyi anlaşılmasını sağlayabilir" dedi ve bu alanda daha fazla araştırma yapılması gerektiğini söyledi.
Lena Johansson, "Stres yaşadığını söyleyen kadınların çoğunda bunamaya rastlanmadı, dolayısıyla insanlara stresi azaltmalarını önermek ya da onları aşırı stresin bunamaya yol açtığı konusunda uyarmak şu anda mümkün değil" dedi.
Araştırmanın sonuçları Brain dergisinde yayınlandı..Kaynak.7gunsaglik.com .,
İngiltere’de yayımlanan Independent gazetesinin haberine göre, orta yaşlarda, tekrarlayan stres ve endişe bozukluğu atakları geçiren kadınların bunama ve alzheimera yakalanma olasılığı, diğer kadınlara göre iki kat daha fazla.
İsveçli bilimadamlarının, 1968 ila 2000 yıllarında yaptığı bin 415 kadını kapsayan araştırmada, stresten etkilenen 161 kadının bunadığı, çoğuna bunamanın en yaygın şekli olan Alzheimer teşhisi koyulduğu ve orta yaşlarda daha sık stres yaşayan kadınlarda, bunama olasılığının yüzde 65 oranında daha fazla olduğu belirtildi.
Araştırmanın başında 38 ila 60 yaşında olan kadınların yaşadığı stres seviyelerini değerlendirmek amacıyla, 1968, 1974 ve 1980 yıllarında 3 inceleme yapıldı ve kadınların yaşadığı stres "bir ay ya da daha fazla süren uyku problemleri, korku, endişe, sinirlilik, gerginlik ve öfke duygusu" şeklinde tanımlandı.
İncelemelerin her ikisinde de, sık sık ya da sürekli stresli olduğunu söyleyen kadınların bunama olasılığının yüzde 73 oranında arttığı belirlendi.
Göteborg Üniversitesi’nden araştırmacı Lena Johansson, bu araştırmanın orta yaşta yaşanılan stresin ilerleyen yaşlarda bunamaya yol açtığını gösteren ilk araştırma olduğunu ve hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalarda da benzer bulgulara rastlandığını söyledi.
Johansson araştırmayla ilgili, "Stres öncelikle inme, kalp krizi ve hipertansiyon gibi kardiyovasküler hastalıkların ortaya çıkma riskini arttırıyor. Bu çalışma bunama konusunda risk faktörlerinin daha iyi anlaşılmasını sağlayabilir" dedi ve bu alanda daha fazla araştırma yapılması gerektiğini söyledi.
Lena Johansson, "Stres yaşadığını söyleyen kadınların çoğunda bunamaya rastlanmadı, dolayısıyla insanlara stresi azaltmalarını önermek ya da onları aşırı stresin bunamaya yol açtığı konusunda uyarmak şu anda mümkün değil" dedi.
Araştırmanın sonuçları Brain dergisinde yayınlandı..Kaynak.7gunsaglik.com .,
Margarin ve Trans Yağlar Hakkındaki Gizli Gerçekler
Bitkisel sıvı yağların hidrojenize metodu ile yapay olarak katılaştırılmaları sonucunda elde edilen yağlara margarin veya hidrojene katı yağ denmektedir.
Margarinler doymuş yağ gurubuna giren yağlardır. Bünyelerinde yapay olarak oluşan trans yağları da barındırırlar. Margarinler doğal tereyağından çok daha az kalori içerirler. Bilgili tüketici olmak çok önemlidir.
Çalışmalar doğal trans yağ asitlerinin herhangi bir zararını tespit etmemiştir. Günlük alınan doğal trans yağ miktarı da sentetik trans yağ asidi alımının en az 25 katı daha azdır.
Kırmızı kan hücrelerindeki trans yağ oranının trans yağ tüketimiyle bağlantılı olduğu, bunun da kötü kolesterolün yükselmesi ve iyi kolesterolün düşmesiyle ilgili bulunduğu belirtildi. 2.5 gram margarinin bir zararı olmaz. 7.5 gram yani bir yemek kaşığı margarinde ise 100 kalori bulunur. Eğer
Sıkı bir margarin hayranıysanız en azından light tereyağını buna tercih etmeye bakın. Azar azar da olsa bunu alışkanlık haline getirmeniz sağlığınız için gerekli olacaktır.
Referans.7gunsaglik.com.tr
Margarinler doymuş yağ gurubuna giren yağlardır. Bünyelerinde yapay olarak oluşan trans yağları da barındırırlar. Margarinler doğal tereyağından çok daha az kalori içerirler. Bilgili tüketici olmak çok önemlidir.
Çalışmalar doğal trans yağ asitlerinin herhangi bir zararını tespit etmemiştir. Günlük alınan doğal trans yağ miktarı da sentetik trans yağ asidi alımının en az 25 katı daha azdır.
Kırmızı kan hücrelerindeki trans yağ oranının trans yağ tüketimiyle bağlantılı olduğu, bunun da kötü kolesterolün yükselmesi ve iyi kolesterolün düşmesiyle ilgili bulunduğu belirtildi. 2.5 gram margarinin bir zararı olmaz. 7.5 gram yani bir yemek kaşığı margarinde ise 100 kalori bulunur. Eğer
Sıkı bir margarin hayranıysanız en azından light tereyağını buna tercih etmeye bakın. Azar azar da olsa bunu alışkanlık haline getirmeniz sağlığınız için gerekli olacaktır.
Referans.7gunsaglik.com.tr
Çocuklarda Şekerin Verdiği Zararlar
Kisa Bilgi : Türk Tabipler Birliği Beslenme Komisyonu Başkanı Prof. Kenan Demirkol uyarıyor.
Mine Şenocaklı’nın röportajı
TÜRK TABİPLER BİRLİĞİ BESLENME KOMİSYONU BAŞKANI PROF. KENAN DEMİRKOL UYARIYOR: (3) ŞEKER YİYEN ÇOCUKLAR 12 YAŞINDA YAŞLANIYOR
Tip 2 Diyabet pankreas organının bir tükenme hastalığıdır. Geçmişte bu hastalık yaşlılarda görülürdü. Ama artık aşırı şeker tüketimine bağlı olarak 12 yaşındaki çocuklarda bile şeker hastalığı oluşuyor. Oysa sağlıklı beslenmenin temel taşlarından biri şekere hiç yer vermemektir. Şeker tamamen bir damak alışkanlığıdır!
Hocam, çocuklar ne kadar meyve ve şeker tüketmeli? Biz yetişkinler için günde 8 kesme şekeri ya da 200 gram çok şekerli meyve sınırı getirmiştiniz. Onlar için de sınır var mı?
Bir kere illa şeker yiyeceksek bunu olabildiğince meyve ve baldan almalıyız. Öncelikle bunu vurgulamakta yarar var. Onun dışında küçük bebekler hariç, 4-5 yaşından itibaren erişkinlerde uyguladığımız sınırı çocuklar için de uygulayabiliriz. Burada Çocuk bedeni erişkinden 5 kat daha küçük olduğu halde nasıl oluyor bu? diye bir soru gelebilir aklınıza. Çünkü çocuk çok hareketli olduğu için aldığı şekeri o anda enerji olarak daha fazla oranda tüketebilir.
Tam da bu yüzden çocukların enerjiye daha fazla ihtiyacı var diye, bol bol meyve ve hatta şeker yemeleri doğru gibi kabul ediliyor oysa…
Bu asla doğru değil. Taş devri döneminde insanlar hayvan avlıyor ve bitki topluyor. Şeker sadece meyvede var. Meyve ise esas olarak bir kültür bitkisi. Doğal ortam sebze ağırlıklıdır. İnsan eli ne kadar fazla değmişse bir besin maddesine, o oranda zararlı hale geliyor. O dönemlerde, insanların kan şekeri 60 dolayındaymış. Bu devirlere geldikçe insanoğlu şekerle tanışıyor ve alışkanlıkları değişiyor. Dolayısıyla ortalama kan şekeri de değişiyor. Günümüzde kan şekeri ortalama 90 ve 100′lerde. 100 zaten şeker hastalığı sınırı. Yani biz tehlikeli bir şekilde sınırda dolaşıyoruz. Biliyorsunuz, iki türlü şeker hastalığı var. Bir doğumsal, genetik özelliklerle alâkalı Tip 1 Diyabet. Bir de sonradan edinilen Tip 2 Diyabet. Tip 2 Diyabet pankreas organının bir tükenme hastalığıdır. Geçmişte bu hastalık yaşlılarda görülürdü. Ama artık aşırı şeker tüketimine bağlı olarak 12 yaşındaki çocuklarda bile pankreas tükenebiliyor ve şeker hastalığı oluşuyor. Oysa sağlıklı beslenmenin temel taşlarından biri şekere hiç yer vermemektir. Şeker tamamen bir damak alışkanlığıdır…
Çocuk şeker yeme tercihini meyve ve bal lehine kullanmalı dediniz…
Evet. Ama günde sekiz kesme şekeri kadar şeker dedik ya, kahvaltıda yediği bir tatlı kaşığı bal da bu hesaba dahil edilmeli… Biz kahvaltıda bir tatlı kaşık balı özellikle öneriyoruz. Çünkü çok iyi bir antioksidan. Bu yüzden kalkıp da çayımıza şeker koyacağımıza bir milyon kere balı tercih etmeliyiz. Baldaki bir tatlı kaşığı sınırı ise çok fruktoz içermesi yüzünden… Daha önce fruktozun zararlarını anlatmıştık. Damar sertliğine, kalp hastalığına yol açıyor. Balın ise şekerinin neredeyse tümü fruktozdur. Bal az miktarda da aynı faydalı etkiyi gösterdiği için bir tatlı kaşığından fazlası yedirilmemeli çocuğa. Tabii yetişkinler için de geçerli bu sınır.
YEREL ÜRET, YEREL TÜKET!
Peki sabah bir tatlı kaşığı bal yediyse çocuk, o günkü meyve ve şeker hakkından ne kadarını düşmeliyiz?
Günlük meyve hakkından üçte bir oranında düşmemiz gerekiyor. Mesala elma, portakal, şeftali, armut gibi orta şekerli meyvelerden 300 gram yeme hakkı olduğuna göre, bunu üçte bir oranında düşürmemiz gerekiyor. Yani geriye 200 gram meyve hakkı kalıyor. Bu hak da iri bir şeftali, iki küçük elma kadardır. Çok şekerli meyvelerden ise orta boy bir muz ya da bir küçük salkım üzümdür. Bir tatlı kaşığı bal, yaklaşık 7-8 gramdır. Aşağı yukarı bir kesme şekeri 4 gram olduğuna göre, 2 kesme şekeri kadar ediyor. Ama bu miktar günlük 8 kesme şeker ölçüsünün 4′te biri olduğu halde, bal fruktoz ağırlıklı olduğu için günlük şeker miktarından 3′te 1 oranında düşüş yapmalıyız.
Peki hocam çocuklara özellikle hangi meyveyi önerirsiniz?
Öyle tek bir meyve yok. Ama mutlaka yörenin meyvesi olmalı. Çünkü biyolojik bir ortamda yaşıyoruz. Şu anda İstanbul’da olduğumuza göre biz Marmara, Trakya insanıyız. Biyolojik çevremizde yetişen meyve ve sebze neyse bize en uygun gelen de odur. Yani mesela Bursa yöresinde yetişen şeftali Marmara Bölgesi insanı için bulunmaz bir mevyedir. Çünkü biz bu biyolojik ortamın insanıyız ve şeftali de bu biyolojik ortamın meyvesi. Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bürosu’nun Avrupa ülkelerinde uyguladığı CİNDY Projesi var. Bu projenin açılımı, Kronik Hastalıklara Karşı Korunma Projesi. Projenin temeli ise, Yerel üret yerel tüket cümlesiyle özetlenebilir. Burada birkaç tane üstünlük ortaya çıkıyor. Biri, aynı biyolojik ortamın üstünlüğü. İkincisi, nakil mesafeleri kısalacağı için meyvenin dalında olgunlaşmasına fırsat verilmiş olması. Halbuki Güney Amerika’dan ithal edilen muz, ham, yemyeşil bir şekilde toplanıyor ve gemi ambarlarında olgunlaşıyor. Güneş altında, dalında olgunlaşan bir meyve mi makbuldür yoksa gemi ambarında mı? Elbette dalında olgunlaşan. Çünkü ancak dalında olgunlaşmış bir meyve, o meyveden almak istediğimiz antioksidan, vitamin ve minerallere sahiptir. Üçüncü üstünlük de, bugün dünyada kullanılan tüm enerjinin yaklaşık yüzde 7′si gıda nakline harcanmaktadır. Bunun atmosferimize sağladığı karbondioksit ayak izini bir düşünün lütfen!
Bir çocuk ne kadar şeker ve meyve yemeli?
Hocam, ilk günkü söyleşimizde yetişkinler için vermiştik ama madem çocuklar da aynı miktarda şeker veya meyve yiyebilir dediniz, kısaca bir kez daha tekrarlayabilir miyiz? Meyve ve şekerde sağlık sınırı nedir?
Meyveleri, az şekerli, çok şekerli ve orta şekerli diye kabaca üçe bölmemiz mümkün. İlkbahar meyveleri, kiraz, vişne, erik ve bir dereceye kadar kayısı az şekerli meyveler arasına giriyor ve başka hiç şeker tüketmediğimiz takdirde, günde 400 gram bu meyvelerden yiyebiliriz. Elma, armut, şeftali, portakal ve mandalina orta şekerli meyveler sınıfına giriyor. Bunlardan da 300 gram yiyebiliriz. Ama yine çayımıza, kahvemize hiç şeker koymamış, sabah kahvaltıda bal ya da reçel yememiş olmak koşuluyla. Eğer yediysek onları da bu miktardan düşmek gerekir. İncir, muz ve üzüm gibi çok şekerli meyvelerden ise günde en fazla 200 gram yiyebiliriz. Yani yaklaşık olarak 3-4 incir, bir muz gibi…
Peki ya karpuz ve kavun?
Karpuz az şekerli meyve sınıfına giriyor. Kavun da az şekerli ile orta şekerli arasında… Karpuz da kavun da bir dilim yenmelidir. Ama ben hiç bir dilim karpuz yiyen insan görmedim şimdiye kadar. Bir kilodan aşağı kimse yemiyor. Halbuki en fazla 400 gram yenmelidir. Bir dilim karpuz ise aşağı yukarı 400 gram. Bundan fazlası sağlığa zararlı! Çocuk için de erişkin için de…
Referans.7gunsaglik.com.tr
Mine Şenocaklı’nın röportajı
TÜRK TABİPLER BİRLİĞİ BESLENME KOMİSYONU BAŞKANI PROF. KENAN DEMİRKOL UYARIYOR: (3) ŞEKER YİYEN ÇOCUKLAR 12 YAŞINDA YAŞLANIYOR
Tip 2 Diyabet pankreas organının bir tükenme hastalığıdır. Geçmişte bu hastalık yaşlılarda görülürdü. Ama artık aşırı şeker tüketimine bağlı olarak 12 yaşındaki çocuklarda bile şeker hastalığı oluşuyor. Oysa sağlıklı beslenmenin temel taşlarından biri şekere hiç yer vermemektir. Şeker tamamen bir damak alışkanlığıdır!
Hocam, çocuklar ne kadar meyve ve şeker tüketmeli? Biz yetişkinler için günde 8 kesme şekeri ya da 200 gram çok şekerli meyve sınırı getirmiştiniz. Onlar için de sınır var mı?
Bir kere illa şeker yiyeceksek bunu olabildiğince meyve ve baldan almalıyız. Öncelikle bunu vurgulamakta yarar var. Onun dışında küçük bebekler hariç, 4-5 yaşından itibaren erişkinlerde uyguladığımız sınırı çocuklar için de uygulayabiliriz. Burada Çocuk bedeni erişkinden 5 kat daha küçük olduğu halde nasıl oluyor bu? diye bir soru gelebilir aklınıza. Çünkü çocuk çok hareketli olduğu için aldığı şekeri o anda enerji olarak daha fazla oranda tüketebilir.
Tam da bu yüzden çocukların enerjiye daha fazla ihtiyacı var diye, bol bol meyve ve hatta şeker yemeleri doğru gibi kabul ediliyor oysa…
Bu asla doğru değil. Taş devri döneminde insanlar hayvan avlıyor ve bitki topluyor. Şeker sadece meyvede var. Meyve ise esas olarak bir kültür bitkisi. Doğal ortam sebze ağırlıklıdır. İnsan eli ne kadar fazla değmişse bir besin maddesine, o oranda zararlı hale geliyor. O dönemlerde, insanların kan şekeri 60 dolayındaymış. Bu devirlere geldikçe insanoğlu şekerle tanışıyor ve alışkanlıkları değişiyor. Dolayısıyla ortalama kan şekeri de değişiyor. Günümüzde kan şekeri ortalama 90 ve 100′lerde. 100 zaten şeker hastalığı sınırı. Yani biz tehlikeli bir şekilde sınırda dolaşıyoruz. Biliyorsunuz, iki türlü şeker hastalığı var. Bir doğumsal, genetik özelliklerle alâkalı Tip 1 Diyabet. Bir de sonradan edinilen Tip 2 Diyabet. Tip 2 Diyabet pankreas organının bir tükenme hastalığıdır. Geçmişte bu hastalık yaşlılarda görülürdü. Ama artık aşırı şeker tüketimine bağlı olarak 12 yaşındaki çocuklarda bile pankreas tükenebiliyor ve şeker hastalığı oluşuyor. Oysa sağlıklı beslenmenin temel taşlarından biri şekere hiç yer vermemektir. Şeker tamamen bir damak alışkanlığıdır…
Çocuk şeker yeme tercihini meyve ve bal lehine kullanmalı dediniz…
Evet. Ama günde sekiz kesme şekeri kadar şeker dedik ya, kahvaltıda yediği bir tatlı kaşığı bal da bu hesaba dahil edilmeli… Biz kahvaltıda bir tatlı kaşık balı özellikle öneriyoruz. Çünkü çok iyi bir antioksidan. Bu yüzden kalkıp da çayımıza şeker koyacağımıza bir milyon kere balı tercih etmeliyiz. Baldaki bir tatlı kaşığı sınırı ise çok fruktoz içermesi yüzünden… Daha önce fruktozun zararlarını anlatmıştık. Damar sertliğine, kalp hastalığına yol açıyor. Balın ise şekerinin neredeyse tümü fruktozdur. Bal az miktarda da aynı faydalı etkiyi gösterdiği için bir tatlı kaşığından fazlası yedirilmemeli çocuğa. Tabii yetişkinler için de geçerli bu sınır.
YEREL ÜRET, YEREL TÜKET!
Peki sabah bir tatlı kaşığı bal yediyse çocuk, o günkü meyve ve şeker hakkından ne kadarını düşmeliyiz?
Günlük meyve hakkından üçte bir oranında düşmemiz gerekiyor. Mesala elma, portakal, şeftali, armut gibi orta şekerli meyvelerden 300 gram yeme hakkı olduğuna göre, bunu üçte bir oranında düşürmemiz gerekiyor. Yani geriye 200 gram meyve hakkı kalıyor. Bu hak da iri bir şeftali, iki küçük elma kadardır. Çok şekerli meyvelerden ise orta boy bir muz ya da bir küçük salkım üzümdür. Bir tatlı kaşığı bal, yaklaşık 7-8 gramdır. Aşağı yukarı bir kesme şekeri 4 gram olduğuna göre, 2 kesme şekeri kadar ediyor. Ama bu miktar günlük 8 kesme şeker ölçüsünün 4′te biri olduğu halde, bal fruktoz ağırlıklı olduğu için günlük şeker miktarından 3′te 1 oranında düşüş yapmalıyız.
Peki hocam çocuklara özellikle hangi meyveyi önerirsiniz?
Öyle tek bir meyve yok. Ama mutlaka yörenin meyvesi olmalı. Çünkü biyolojik bir ortamda yaşıyoruz. Şu anda İstanbul’da olduğumuza göre biz Marmara, Trakya insanıyız. Biyolojik çevremizde yetişen meyve ve sebze neyse bize en uygun gelen de odur. Yani mesela Bursa yöresinde yetişen şeftali Marmara Bölgesi insanı için bulunmaz bir mevyedir. Çünkü biz bu biyolojik ortamın insanıyız ve şeftali de bu biyolojik ortamın meyvesi. Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bürosu’nun Avrupa ülkelerinde uyguladığı CİNDY Projesi var. Bu projenin açılımı, Kronik Hastalıklara Karşı Korunma Projesi. Projenin temeli ise, Yerel üret yerel tüket cümlesiyle özetlenebilir. Burada birkaç tane üstünlük ortaya çıkıyor. Biri, aynı biyolojik ortamın üstünlüğü. İkincisi, nakil mesafeleri kısalacağı için meyvenin dalında olgunlaşmasına fırsat verilmiş olması. Halbuki Güney Amerika’dan ithal edilen muz, ham, yemyeşil bir şekilde toplanıyor ve gemi ambarlarında olgunlaşıyor. Güneş altında, dalında olgunlaşan bir meyve mi makbuldür yoksa gemi ambarında mı? Elbette dalında olgunlaşan. Çünkü ancak dalında olgunlaşmış bir meyve, o meyveden almak istediğimiz antioksidan, vitamin ve minerallere sahiptir. Üçüncü üstünlük de, bugün dünyada kullanılan tüm enerjinin yaklaşık yüzde 7′si gıda nakline harcanmaktadır. Bunun atmosferimize sağladığı karbondioksit ayak izini bir düşünün lütfen!
Bir çocuk ne kadar şeker ve meyve yemeli?
Hocam, ilk günkü söyleşimizde yetişkinler için vermiştik ama madem çocuklar da aynı miktarda şeker veya meyve yiyebilir dediniz, kısaca bir kez daha tekrarlayabilir miyiz? Meyve ve şekerde sağlık sınırı nedir?
Meyveleri, az şekerli, çok şekerli ve orta şekerli diye kabaca üçe bölmemiz mümkün. İlkbahar meyveleri, kiraz, vişne, erik ve bir dereceye kadar kayısı az şekerli meyveler arasına giriyor ve başka hiç şeker tüketmediğimiz takdirde, günde 400 gram bu meyvelerden yiyebiliriz. Elma, armut, şeftali, portakal ve mandalina orta şekerli meyveler sınıfına giriyor. Bunlardan da 300 gram yiyebiliriz. Ama yine çayımıza, kahvemize hiç şeker koymamış, sabah kahvaltıda bal ya da reçel yememiş olmak koşuluyla. Eğer yediysek onları da bu miktardan düşmek gerekir. İncir, muz ve üzüm gibi çok şekerli meyvelerden ise günde en fazla 200 gram yiyebiliriz. Yani yaklaşık olarak 3-4 incir, bir muz gibi…
Peki ya karpuz ve kavun?
Karpuz az şekerli meyve sınıfına giriyor. Kavun da az şekerli ile orta şekerli arasında… Karpuz da kavun da bir dilim yenmelidir. Ama ben hiç bir dilim karpuz yiyen insan görmedim şimdiye kadar. Bir kilodan aşağı kimse yemiyor. Halbuki en fazla 400 gram yenmelidir. Bir dilim karpuz ise aşağı yukarı 400 gram. Bundan fazlası sağlığa zararlı! Çocuk için de erişkin için de…
Referans.7gunsaglik.com.tr
Fındık Kalp ve Damar Sağlığına Birebir
Fındık tüketmenin kalbe yararları saymakla bitmez.. Kalp ve damar sağlığını koruyan ve ayakta tutan etkenlerden biri de fındık..
Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yapılan çalışmayla fındığın kan yağları ve damardaki hasarı düzeltici etkiye sahip olduğu belirlendi, bu bulgu ilk kez literatüre girdi.
KTÜ Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve proje yürütücüsü Prof. Dr. Asım Örem, fakülte bünyesinde Fındık Araştırma Grubu adı altında 10 yıldır çalışmalar yaptıklarını, fındığın insan sağılığı üzerindeki etkisini değerlendirmeye çalıştıklarını belirtti.
Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu Marmara Araştırma Merkezi (TÜBİTAK-MAM) Gıda Enstitüsü ile insanlar üzerinde gerçekleştirdikleri, yaklaşık 4 ay süren son çalışmada olumlu sonuçlar elde ettiklerini vurgulayan Örem, şunları söyledi:
“Çalışma dolayısıyla seçilen gönüllü grubun fındık tüketiminin ardından kan analizlerini yaptık. Analizlerde fındığın kan yağları üzerinde olumlu etkilerini gözlemledik. Bu olumlu etkiler fındığın yapısında bulunan biyomoleküllerden kaynaklanıyor. Fındığın sahip olduğu yüksek miktarda tekli doymamış yağ asidi ve E vitamini sonuçlar üzerinde etkili olan en önemli iki biyomoleküldür. Çalışmada halk arasında damar sertliği olarak bilinen ateroskleroz gelişiminde önemli rol alan LDL’nin, bu iki biyomolekül sayesinde aterosklerotik özelliğinin azaldığı gösterildi. Damarlarda yağların yaptığı negatif etkinin fındık tüketimi ile düzeldiğini tespit ettik ve bu bulgu ilk kez literatüre kazandırıldı. Bu oldukça önemli bir veriydi.”
Fındığın yapısında bol olan arginin amino asidinin ve magnezyumun da bu sonuçlar üzerinde önemli katkı sağlayabileceğini belirten Örem, “Bu etkilerin bir sonucu olarak damar duvarı iltihaplanmasının azaldığı ve damar fonksiyon bozukluklarının önemli derecede düzeldiği gözlendi” dedi.
4 HAFTA İÇİNDE ETKİSİNİ GÖSTERİYOR
Çalışma ile fındığın gözlenen bu etkilerinin yaklaşık 4 hafta içerisinde ortaya çıktığı ve fındık tüketimini kestikten 4 hafta sonra da bu olumlu etkilerin ortadan kalktığının gözlendiğini vurgulayan Örem, “Bu nedenle fındık tüketiminin günlük beslenmemizin bir parçası olması gerekir. Haftanın en az 4-5 günü, günlük 60-70 gram yani bir avuç fındık tüketilmesi gerekir ancak yüksek enerji içeriğinden dolayı daha fazla tüketim kilo almaya neden olabilir” diye konuştu.
LİTERATÜRDE YER ALDI
Prof. Dr. Asım Örem, özellikle kan yağları, kan kolesterolü ve damar sertliği konusunda yeni veriler ortaya koyduklarını, fındığın damar yapısına olumlu etkisini belgeleyen çalışmanın, uluslararası Elsevier yayın kuruluşuna ait “Journal of Clinical Lipidology” dergisinde bu ay yayımlandığını kaydetti.
Örem, ilk defa ortaya konan verilerin yayımlanmasıyla bilinen derginin, özellikle kan yağları, kan kolesterolü ve damar sertliği ile ilgili konuları içerdiğini bildirdi.
Referans.7gunsaglik.com.tr
Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yapılan çalışmayla fındığın kan yağları ve damardaki hasarı düzeltici etkiye sahip olduğu belirlendi, bu bulgu ilk kez literatüre girdi.
KTÜ Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve proje yürütücüsü Prof. Dr. Asım Örem, fakülte bünyesinde Fındık Araştırma Grubu adı altında 10 yıldır çalışmalar yaptıklarını, fındığın insan sağılığı üzerindeki etkisini değerlendirmeye çalıştıklarını belirtti.
Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu Marmara Araştırma Merkezi (TÜBİTAK-MAM) Gıda Enstitüsü ile insanlar üzerinde gerçekleştirdikleri, yaklaşık 4 ay süren son çalışmada olumlu sonuçlar elde ettiklerini vurgulayan Örem, şunları söyledi:
“Çalışma dolayısıyla seçilen gönüllü grubun fındık tüketiminin ardından kan analizlerini yaptık. Analizlerde fındığın kan yağları üzerinde olumlu etkilerini gözlemledik. Bu olumlu etkiler fındığın yapısında bulunan biyomoleküllerden kaynaklanıyor. Fındığın sahip olduğu yüksek miktarda tekli doymamış yağ asidi ve E vitamini sonuçlar üzerinde etkili olan en önemli iki biyomoleküldür. Çalışmada halk arasında damar sertliği olarak bilinen ateroskleroz gelişiminde önemli rol alan LDL’nin, bu iki biyomolekül sayesinde aterosklerotik özelliğinin azaldığı gösterildi. Damarlarda yağların yaptığı negatif etkinin fındık tüketimi ile düzeldiğini tespit ettik ve bu bulgu ilk kez literatüre kazandırıldı. Bu oldukça önemli bir veriydi.”
Fındığın yapısında bol olan arginin amino asidinin ve magnezyumun da bu sonuçlar üzerinde önemli katkı sağlayabileceğini belirten Örem, “Bu etkilerin bir sonucu olarak damar duvarı iltihaplanmasının azaldığı ve damar fonksiyon bozukluklarının önemli derecede düzeldiği gözlendi” dedi.
4 HAFTA İÇİNDE ETKİSİNİ GÖSTERİYOR
Çalışma ile fındığın gözlenen bu etkilerinin yaklaşık 4 hafta içerisinde ortaya çıktığı ve fındık tüketimini kestikten 4 hafta sonra da bu olumlu etkilerin ortadan kalktığının gözlendiğini vurgulayan Örem, “Bu nedenle fındık tüketiminin günlük beslenmemizin bir parçası olması gerekir. Haftanın en az 4-5 günü, günlük 60-70 gram yani bir avuç fındık tüketilmesi gerekir ancak yüksek enerji içeriğinden dolayı daha fazla tüketim kilo almaya neden olabilir” diye konuştu.
LİTERATÜRDE YER ALDI
Prof. Dr. Asım Örem, özellikle kan yağları, kan kolesterolü ve damar sertliği konusunda yeni veriler ortaya koyduklarını, fındığın damar yapısına olumlu etkisini belgeleyen çalışmanın, uluslararası Elsevier yayın kuruluşuna ait “Journal of Clinical Lipidology” dergisinde bu ay yayımlandığını kaydetti.
Örem, ilk defa ortaya konan verilerin yayımlanmasıyla bilinen derginin, özellikle kan yağları, kan kolesterolü ve damar sertliği ile ilgili konuları içerdiğini bildirdi.
Referans.7gunsaglik.com.tr
Erkek Sağlığını Olumlu Etkileyen Yiyecekler
Kırmızı et erkek sağlığı için yararlı. Yağsız sığır eti protein doludur ve derisiz tavuk göğsü de faydalıdır. Kan yapısını besleyen amino asitleri içerir.
Kiraz. Kiraz ve vişne suyu gereklidir. Yan etkisi yoktur ve iltihap giderici etkiye sahiptir.
Çikolata. Bitter çikolata kötü kolesterolle savaşır. Kan dolaşımını ve tansiyonu düzenler. Erkeklerde ereksiyon sorununu önler. Kalbi ve cinsel yaşamı korur.
Avokado. Bu meyvedeki kremsi etli doku iyi yağları içerir kolesterolü düzenler.
Süt ve yoğurt. Kasları geliştiren amino asitleri içerir. Protein, potasyum içerir ve bağırsakları korur.
Muz. Potasyum deposudur kas kasılmalarına iyi gelir. Kemikleri güçlendirir. Kan basıncını dengeler. Yüksek tansiyon için tuzdan kaçının potasyum tüketin.
Domates sosu. Bazı kanser türlerine karşı savaşan likopeni içerir. Düzenli domates duyu içen erkeklerde prostat kanseri görülmüyor.
Karışık sebzeler. Besleyicidir ve kanserden korur. Her öğünde her renkten sebze yemeye çalışın.
Turuncu besinler. Prostat büyümesini önler, beta karoten, lutein ve C vitamini deposudur. Bunlar kırmızı biber, havuç, kabak ve tatlı patates olabilir.
Yumurta. Lutein, protein ve demir sağlar. Günde 300 mg yeterlidir. Yüksek kolesterole dikkat ederek dengeli tüketin.
Esmer pirinç. Lif deposu esmer birinci ıspanak ananas ve yağsız etle buluşturun. Kilo kontrolü, kalp hastalıkları ve tip 2 diyabete karşı etkilidir.
Kahve ve zencefil de diğer besinlerdendir..Kaynak. .,
Kiraz. Kiraz ve vişne suyu gereklidir. Yan etkisi yoktur ve iltihap giderici etkiye sahiptir.
Çikolata. Bitter çikolata kötü kolesterolle savaşır. Kan dolaşımını ve tansiyonu düzenler. Erkeklerde ereksiyon sorununu önler. Kalbi ve cinsel yaşamı korur.
Avokado. Bu meyvedeki kremsi etli doku iyi yağları içerir kolesterolü düzenler.
Süt ve yoğurt. Kasları geliştiren amino asitleri içerir. Protein, potasyum içerir ve bağırsakları korur.
Muz. Potasyum deposudur kas kasılmalarına iyi gelir. Kemikleri güçlendirir. Kan basıncını dengeler. Yüksek tansiyon için tuzdan kaçının potasyum tüketin.
Domates sosu. Bazı kanser türlerine karşı savaşan likopeni içerir. Düzenli domates duyu içen erkeklerde prostat kanseri görülmüyor.
Karışık sebzeler. Besleyicidir ve kanserden korur. Her öğünde her renkten sebze yemeye çalışın.
Turuncu besinler. Prostat büyümesini önler, beta karoten, lutein ve C vitamini deposudur. Bunlar kırmızı biber, havuç, kabak ve tatlı patates olabilir.
Yumurta. Lutein, protein ve demir sağlar. Günde 300 mg yeterlidir. Yüksek kolesterole dikkat ederek dengeli tüketin.
Esmer pirinç. Lif deposu esmer birinci ıspanak ananas ve yağsız etle buluşturun. Kilo kontrolü, kalp hastalıkları ve tip 2 diyabete karşı etkilidir.
Kahve ve zencefil de diğer besinlerdendir..Kaynak. .,
Erkeklerde Depresyon Nedenleri ve Çareleri
Klinik depresyon genelde kadın hastalığı olarak tanımlansa da, geçen yıl 6 milyon erkekte bu rahatsızlık tespit edilmiştir.
Erken tanı ve tedavi ile çözümü mümkündür. Depresyon, her iki cinsi de etkileyebilir. Erkeklerde de belirtiler kadındaki gibidir. Erkekler sadece bu belirtileri farklı ifade eder. Genelde zevk veren aktivitelerden kaçınma, yorgunluk, iştahsızlık ve mod değişiklikleri, uyku bozuklukları ve ilgisizliktir.
Kadınlarda mutsuzluk daha aşırıdır ve ağlama öfkelenme ile dışa vurulur. Erkeklerde ise daha ileri aşamalarda agresif ve düşmanca gelişebilir. Erkekler genelde gizler ve inkar eğilimindedir. Psikologlara giden erkek sayısı çok azdır. Bunun kadınsı bir durum olduğunu söyler ve kaçarlar.
Erkeklerde depresyon cinsel hayatı da olumsuz etkiler. İsteği azaltır performansı kötüleştirir. Antidepresan ve bazı ilaçlar da buna dahildir. Yine cinsellikle ilgili sorunları da kabul etmek konuşmak istemezler. Erkeklerde tipik depresyon belirtileri, duyguları gizleme, sinirlilik hali, agresifliktir.
ABD’de depresyon geçiren erkekler, kadınlara oranla 4 kat daha fazla intihara eğilimlidir. Kültürel ve sosyal beklentiler açısından erkekler bu durumu gizler. Alkol, sigara, ilaçlar ve kötü giden ilişkiler ile stres ana sebepleridir.
İnsan ilişkileri, iş ve ev ortamı ile maddi durumunda sorunlar yaşayan erkekler depresyona yakalanır. Terapi ve ilaçla tedavi mümkündür. Ruh sağlığı merkezleri, yardım programları, aile hekimleri, psikologlar, klinik ve sosyal hizmetler gibi seçenekler mevcuttur..Kaynak. .,
Erken tanı ve tedavi ile çözümü mümkündür. Depresyon, her iki cinsi de etkileyebilir. Erkeklerde de belirtiler kadındaki gibidir. Erkekler sadece bu belirtileri farklı ifade eder. Genelde zevk veren aktivitelerden kaçınma, yorgunluk, iştahsızlık ve mod değişiklikleri, uyku bozuklukları ve ilgisizliktir.
Kadınlarda mutsuzluk daha aşırıdır ve ağlama öfkelenme ile dışa vurulur. Erkeklerde ise daha ileri aşamalarda agresif ve düşmanca gelişebilir. Erkekler genelde gizler ve inkar eğilimindedir. Psikologlara giden erkek sayısı çok azdır. Bunun kadınsı bir durum olduğunu söyler ve kaçarlar.
Erkeklerde depresyon cinsel hayatı da olumsuz etkiler. İsteği azaltır performansı kötüleştirir. Antidepresan ve bazı ilaçlar da buna dahildir. Yine cinsellikle ilgili sorunları da kabul etmek konuşmak istemezler. Erkeklerde tipik depresyon belirtileri, duyguları gizleme, sinirlilik hali, agresifliktir.
ABD’de depresyon geçiren erkekler, kadınlara oranla 4 kat daha fazla intihara eğilimlidir. Kültürel ve sosyal beklentiler açısından erkekler bu durumu gizler. Alkol, sigara, ilaçlar ve kötü giden ilişkiler ile stres ana sebepleridir.
İnsan ilişkileri, iş ve ev ortamı ile maddi durumunda sorunlar yaşayan erkekler depresyona yakalanır. Terapi ve ilaçla tedavi mümkündür. Ruh sağlığı merkezleri, yardım programları, aile hekimleri, psikologlar, klinik ve sosyal hizmetler gibi seçenekler mevcuttur..Kaynak. .,
Yürürken Sigara İçmek Kalbi Vuruyor
Kalp krizi ve kalp hastalıkları sigaradan kaynaklanıyor üstelik yürürken sigara içmek çok daha beter..
Uzmanlar, yürüyüş esnasında içilen sigaraların ani kalp krizi risklerini artırdığını açıkladı.
Yürüyüş sırasında kalbin oksijen ihtiyacının yüksek düzeyde olduğunu belirten uzmanlar, sigara içiminin kalpte oluşan oksijen miktarını azalttığını anlattı.
Uzmanlar, bununda kalbin yetersiz çalışmasına ve kalp krizine neden olabileceğini ifade etti. Yürürken sigara içilmesinin kalp ve damar sisteminde meydana getirdiği tahribat dolayısıyla kalbi besleyen koroner damarları daralttığını kaydeden hekimler, "Yürüyüşle birlikte sarf edilen efor esnasında kalbin çalışma hızı ve kasılma gücü artar. Bu sırada içilen sigara, kalp için gerekli olan oksijen miktarını azaltarak zaten zararlı olan sigaranın insan vücudundaki olumsuz etkisini artırır. Ani kalp krizine de yol açabilir" dediler.
SİGARA İÇERKEN ATILAN ADIMLAR KRİZİ TETİKLİYOR
Sigaranın sindirim ve kalp sistemi olmak üzere birçok uzvu olumsuz yönde etkilediğini belirten uzmanlar, "Spor yaparken veya yürüyüş sırasında içilen sigara, oksijen ihtiyacının maksimum düzeyde olmasından dolayı risk oluşturuyor. Sigara dumanı, ağız, dil, boğaz, yemek borusu, nefes boruları, akciğer, mide ve kalbe doğrudan ulaşıyor. Bu yüzden yürüyüş esnasında sigara içilmesi kalp ve diğer organlar için tehlikeye yol açar" ifadelerini kullandılar,
Kaynak.7gunsaglik
Uzmanlar, yürüyüş esnasında içilen sigaraların ani kalp krizi risklerini artırdığını açıkladı.
Yürüyüş sırasında kalbin oksijen ihtiyacının yüksek düzeyde olduğunu belirten uzmanlar, sigara içiminin kalpte oluşan oksijen miktarını azalttığını anlattı.
Uzmanlar, bununda kalbin yetersiz çalışmasına ve kalp krizine neden olabileceğini ifade etti. Yürürken sigara içilmesinin kalp ve damar sisteminde meydana getirdiği tahribat dolayısıyla kalbi besleyen koroner damarları daralttığını kaydeden hekimler, "Yürüyüşle birlikte sarf edilen efor esnasında kalbin çalışma hızı ve kasılma gücü artar. Bu sırada içilen sigara, kalp için gerekli olan oksijen miktarını azaltarak zaten zararlı olan sigaranın insan vücudundaki olumsuz etkisini artırır. Ani kalp krizine de yol açabilir" dediler.
SİGARA İÇERKEN ATILAN ADIMLAR KRİZİ TETİKLİYOR
Sigaranın sindirim ve kalp sistemi olmak üzere birçok uzvu olumsuz yönde etkilediğini belirten uzmanlar, "Spor yaparken veya yürüyüş sırasında içilen sigara, oksijen ihtiyacının maksimum düzeyde olmasından dolayı risk oluşturuyor. Sigara dumanı, ağız, dil, boğaz, yemek borusu, nefes boruları, akciğer, mide ve kalbe doğrudan ulaşıyor. Bu yüzden yürüyüş esnasında sigara içilmesi kalp ve diğer organlar için tehlikeye yol açar" ifadelerini kullandılar,
Kaynak.7gunsaglik
Ritim Bozukluğu ve Çarpıntı Tedavisi
Kardiyoloji Anabilim Dalı Dr. Serkan Saygı kalp çarpıntısının nedenleri ve çarelerini anlatıyor..
Elektrofizyolojik çalışma yöntemiyle sık çarpıntı yakınması olan ve uzun yıllar ilaç kullanmak zorunda kalan hastalar tam olarak tedavi edilebiliyor.
Ritim bozukluğunun her yaş grubunda görülebileceğini söyleyen ÇOMÜ Tıp Fakültesi Hastanesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Dr. Serkan Saygı, çarpıntı, nefes darılığı gibi şikayetleri olan hastaların elektrofizyoloji alanında uzmanlaşmış kardiyologlara başvurması gerektiğini söyledi.
Saygı, “Kalp ritminde problem olan hastaları daha önce ilaçlarla tedavi etmeye çalışıyorduk. Fakat son zamanlarda gelişen teknolojiyle cerrahiye yakın bir yöntemle hastaları tedavi edebiliyoruz. Ritim bozukluğuna yol açan kalp dokularını, radyofrekans enerjisi kullanılarak, aritmiden sorumlu olan bölgeyi yakarak veya dondurarak tedavi edebiliyoruz. Elektrofizyolojik çalışma anjiyografiye benzemekle beraber biraz daha farklı. Hastaya genel anestezi verilmiyor.
Anjiyografiye göre riskleri daha düşük. Hastanın atar damarı üzerinden değil toplardamarı üzerinden müdahale yapılıyor. Kasık damarlarına yerleştirilen ince kılıflardan geçirilerek, kalbe elektrod kateter denilen ince kabloların yerleştirilmesiyle kalbin o bölgesine ulaşıyoruz. Bu bölgedeki dokuları hasarlamaya çalışıyoruz. Bu işlemler temelde düşük riskli uygulamalardır. Ancak her işlemde olduğu gibi bazı sıkıntıları da beraberinde getirebilir. Ölüm ihtimali çok düşüktür ve güvenli bir sistemdir” dedi.
Kaynak.7gunsaglik
Elektrofizyolojik çalışma yöntemiyle sık çarpıntı yakınması olan ve uzun yıllar ilaç kullanmak zorunda kalan hastalar tam olarak tedavi edilebiliyor.
Ritim bozukluğunun her yaş grubunda görülebileceğini söyleyen ÇOMÜ Tıp Fakültesi Hastanesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Dr. Serkan Saygı, çarpıntı, nefes darılığı gibi şikayetleri olan hastaların elektrofizyoloji alanında uzmanlaşmış kardiyologlara başvurması gerektiğini söyledi.
Saygı, “Kalp ritminde problem olan hastaları daha önce ilaçlarla tedavi etmeye çalışıyorduk. Fakat son zamanlarda gelişen teknolojiyle cerrahiye yakın bir yöntemle hastaları tedavi edebiliyoruz. Ritim bozukluğuna yol açan kalp dokularını, radyofrekans enerjisi kullanılarak, aritmiden sorumlu olan bölgeyi yakarak veya dondurarak tedavi edebiliyoruz. Elektrofizyolojik çalışma anjiyografiye benzemekle beraber biraz daha farklı. Hastaya genel anestezi verilmiyor.
Anjiyografiye göre riskleri daha düşük. Hastanın atar damarı üzerinden değil toplardamarı üzerinden müdahale yapılıyor. Kasık damarlarına yerleştirilen ince kılıflardan geçirilerek, kalbe elektrod kateter denilen ince kabloların yerleştirilmesiyle kalbin o bölgesine ulaşıyoruz. Bu bölgedeki dokuları hasarlamaya çalışıyoruz. Bu işlemler temelde düşük riskli uygulamalardır. Ancak her işlemde olduğu gibi bazı sıkıntıları da beraberinde getirebilir. Ölüm ihtimali çok düşüktür ve güvenli bir sistemdir” dedi.
Kaynak.7gunsaglik
Kalp Damar Sağlığı İçin Sarımsak Yiyin
Prof. Dr. Khalid Rahman sarımsağın bol bol tüketilmesi gerektiğini bildiriyor..
Liverpool John Moores Üniversitesi’nden Prof. Dr. Khalid Rahman, sarımsağın kalp, kanser ve yaşlılıkla ortaya çıkan hastalıkları önlediğini, ayrıca çok güçlü bir antioksidan olduğunu söyledi.
Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından düzenlenen bir konferansta "Sarımsak ve Kardiyovasküler Hastalık İlişkisi" ele alındı.
BAÜ Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya Ana Bilim Dalı tarafından düzenlenen konferansa, Liverpool John Moores Üniversitesi’nden Prof. Dr. Khalid Rahman konuşmacı olarak katıldı.
Prof. Dr. Khalid Rahman, sarımsağın kardiyovasküler hastalıklar, kanser ve yaşlılıkla birlikte ortaya çıkan rahatsızlıkları önlediğini, ayrıca güçlü antioksidan özelliklere sahip olduğunu belirtti.
Rahman, gerçekleştirdiği sunumdaki verileri, kardiyovasküler hastalıkları önlemede bekletilmiş sarımsak ekstraktının (AGE) rolünü araştıran, ‘Nutrasötiks Araştırma Grubu’nun (Nutraceuticals Research Group) elde ettiği bilimsel verilere dayandırdı.
Kaynak.7gunsaglik
Liverpool John Moores Üniversitesi’nden Prof. Dr. Khalid Rahman, sarımsağın kalp, kanser ve yaşlılıkla ortaya çıkan hastalıkları önlediğini, ayrıca çok güçlü bir antioksidan olduğunu söyledi.
Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından düzenlenen bir konferansta "Sarımsak ve Kardiyovasküler Hastalık İlişkisi" ele alındı.
BAÜ Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya Ana Bilim Dalı tarafından düzenlenen konferansa, Liverpool John Moores Üniversitesi’nden Prof. Dr. Khalid Rahman konuşmacı olarak katıldı.
Prof. Dr. Khalid Rahman, sarımsağın kardiyovasküler hastalıklar, kanser ve yaşlılıkla birlikte ortaya çıkan rahatsızlıkları önlediğini, ayrıca güçlü antioksidan özelliklere sahip olduğunu belirtti.
Rahman, gerçekleştirdiği sunumdaki verileri, kardiyovasküler hastalıkları önlemede bekletilmiş sarımsak ekstraktının (AGE) rolünü araştıran, ‘Nutrasötiks Araştırma Grubu’nun (Nutraceuticals Research Group) elde ettiği bilimsel verilere dayandırdı.
Kaynak.7gunsaglik
Eklem hastalıkları
GUT
Gut (damla hastalığı), artritin nedenlerinden biridir. Özelikle orta yaşlı ve yaşlı erkeklerde görülür. Menopoz sonrası kadınlarda da oldukça sıktır. Belli ilaçların, özelikle de üretiklerin kullanımı gut riskini artırır. Gutun bir zengin ve içkici hastalığı olduğu söylenir ki, bu bır dereceye kadar doğrudur, ama her zaman değil. Hastalığın nedeni, ürik asidin içindeki erimeyen kristallerin eklemlerde çökelmesi ve eklemin kızarıp şişmesine, ağrımasına yol açmasıdır.
Gut hastalarına yardımcı olabilecek, beslenme ile ilgili bazı değişiklik yapılabilir.
- Şişmansanız zayıflayın.
- Alkollü tamamen bırakın.
- Kırmızı et, avetleri, balık yumurtası gibi zengin yiyeceklerden kaçının.
- Besin bütünleyiciler alın.
Yüksek dozda C vitamini (günde 4 gr kadar) böbrekler yoluyla ürik asit kaybını artırır. Günde 50 mgr çinko, 300 mgr magnezyumla birlikte verilirse deneyimlerimize göre yaralı olabilir. Bu ilaçları doktor gözetimi altında almak daha yerinde olur. Son olarak şunu da belirtelim, hafif kurşun zehirlenmesi geçirenlerde (örneğin, su borusu tesisatçılarında) gut meydana gelebilir. Bunların tedavisinde ilk iş, bedenlerdeki kurşun birikiminin azaıtılmasıdır. Hastaya yüksek dozda C vitamini verilir ve bol lifli bir beslenme tarzı uygulanır.
Aşırı miktarda meyve yemek ya da meyve şekeri (früktoz) kullanmakta gut hastalığını azdırabilir. Sırt ağrısının birçok değişik nedeni olabilir; böbrek ve karın hastalıkları, omurga sorunları gibi. Eğer şiddetli sırt ağrısı çekiyorsanız, doktorunuza danışmalısınız. Sırt ağrıları genellikle besin tedavisine yanıt vermez. Bununla birlikte, bazı hastalarımız besin alerjisi önlemlerinden yarar görmektedir. Sırt ağrısı çekenlerin bazılannda manganez düzeyinin çok düşük olduğu görülmüştür. Bu da, hastanın kıkırdak yapısını bozabilir. Birkaç hastaya günde 2 – 5 gr C vitamini verilmiş ve yararlandıkları saptanmıştır. Omurga sorunu olanlara osteopatik yada masajla tedavi salık veririz. Sırtı güçlendirecek beden hareketlerinin, özellikle yüzmenin büyük yararı olabilir.
Dikkat! Bel, Boyun Fıtığı ve Eklem Ağrılarınız Mı Var? Tıkla
Okan Karacan Nasıl 53 Kilo Verdi?
KAS KRAMPLARI
Kas krampları çok yorucu olabilir. Günde 400 600 UB E vitamini, günde iki kez 50-100 mgr B6 vitamini, günde 400-800 mgr magnezyum ve günde 800-1600 mgr kalsiyum verilmesi yararlı olabilir. Bu tedaviye bir ya da iki ay devam edilebilir. Bazı hastalara besin alerjisi tedavilerinin de yararlı olduğunu gördük.
KAS AĞRILARI
Hangi nedenle olursa olsun, sağlığı bozuk kişilerde kas ağrıları çok sık görülür. Burada önemli olan, kas ağrılarının altında yatan asıl nedeni bulup tedavi etmektir. Bu neden ortadan kaldırılır kaldırılmaz, kas ağrıları da geçer. Bu da, hastada besin alerjisi olup olmadığı araştırılarak, yani özel kısıtlama rejimi uygulanarak yapılır. Bu arada özellikle kalsiyum, magnezyum ve B vitaminieri eksikliği olup olmadığı araştırılır. Kas ağnları geçici bir virüslü enfeksiyon yüzünden de meydana gelebilir. Ancak, uzun zaman devam ederse (haftalar, aylar, hatta yıllar boyu), o vakit nedeni ya yukarıda saydığımız hastalıklardır ya da kandida’dır.
BACAK RAHATSIZLIKLARI
Gece baş gösteren bacak rahatsızlıkları demir eksikliğinden ya da aşırı çay içmekten ileri gelebilir. Eksiklik giderilince durum düzelebilir. Hastanın çay ve kahveden kaçınması gerekir. Günde 800 UB E vitamini almanın yararı olabilir. Bazı hastalarda günde üç kez 5 mgr özel folik asitli ilaçlar almanın da yararı vardır. Bu özellikle ailesinde de aynı rahatsızlık bulunanlar için etkilidir.
KAS ZAYIFLIKLARI
Buna da kas ağrılarına yol açan nedenler yol açar. Bazen potasyum eksikliği başlıca etkendir.Kaynak.
Gut (damla hastalığı), artritin nedenlerinden biridir. Özelikle orta yaşlı ve yaşlı erkeklerde görülür. Menopoz sonrası kadınlarda da oldukça sıktır. Belli ilaçların, özelikle de üretiklerin kullanımı gut riskini artırır. Gutun bir zengin ve içkici hastalığı olduğu söylenir ki, bu bır dereceye kadar doğrudur, ama her zaman değil. Hastalığın nedeni, ürik asidin içindeki erimeyen kristallerin eklemlerde çökelmesi ve eklemin kızarıp şişmesine, ağrımasına yol açmasıdır.
Gut hastalarına yardımcı olabilecek, beslenme ile ilgili bazı değişiklik yapılabilir.
- Şişmansanız zayıflayın.
- Alkollü tamamen bırakın.
- Kırmızı et, avetleri, balık yumurtası gibi zengin yiyeceklerden kaçının.
- Besin bütünleyiciler alın.
Yüksek dozda C vitamini (günde 4 gr kadar) böbrekler yoluyla ürik asit kaybını artırır. Günde 50 mgr çinko, 300 mgr magnezyumla birlikte verilirse deneyimlerimize göre yaralı olabilir. Bu ilaçları doktor gözetimi altında almak daha yerinde olur. Son olarak şunu da belirtelim, hafif kurşun zehirlenmesi geçirenlerde (örneğin, su borusu tesisatçılarında) gut meydana gelebilir. Bunların tedavisinde ilk iş, bedenlerdeki kurşun birikiminin azaıtılmasıdır. Hastaya yüksek dozda C vitamini verilir ve bol lifli bir beslenme tarzı uygulanır.
Aşırı miktarda meyve yemek ya da meyve şekeri (früktoz) kullanmakta gut hastalığını azdırabilir. Sırt ağrısının birçok değişik nedeni olabilir; böbrek ve karın hastalıkları, omurga sorunları gibi. Eğer şiddetli sırt ağrısı çekiyorsanız, doktorunuza danışmalısınız. Sırt ağrıları genellikle besin tedavisine yanıt vermez. Bununla birlikte, bazı hastalarımız besin alerjisi önlemlerinden yarar görmektedir. Sırt ağrısı çekenlerin bazılannda manganez düzeyinin çok düşük olduğu görülmüştür. Bu da, hastanın kıkırdak yapısını bozabilir. Birkaç hastaya günde 2 – 5 gr C vitamini verilmiş ve yararlandıkları saptanmıştır. Omurga sorunu olanlara osteopatik yada masajla tedavi salık veririz. Sırtı güçlendirecek beden hareketlerinin, özellikle yüzmenin büyük yararı olabilir.
Dikkat! Bel, Boyun Fıtığı ve Eklem Ağrılarınız Mı Var? Tıkla
Okan Karacan Nasıl 53 Kilo Verdi?
KAS KRAMPLARI
Kas krampları çok yorucu olabilir. Günde 400 600 UB E vitamini, günde iki kez 50-100 mgr B6 vitamini, günde 400-800 mgr magnezyum ve günde 800-1600 mgr kalsiyum verilmesi yararlı olabilir. Bu tedaviye bir ya da iki ay devam edilebilir. Bazı hastalara besin alerjisi tedavilerinin de yararlı olduğunu gördük.
KAS AĞRILARI
Hangi nedenle olursa olsun, sağlığı bozuk kişilerde kas ağrıları çok sık görülür. Burada önemli olan, kas ağrılarının altında yatan asıl nedeni bulup tedavi etmektir. Bu neden ortadan kaldırılır kaldırılmaz, kas ağrıları da geçer. Bu da, hastada besin alerjisi olup olmadığı araştırılarak, yani özel kısıtlama rejimi uygulanarak yapılır. Bu arada özellikle kalsiyum, magnezyum ve B vitaminieri eksikliği olup olmadığı araştırılır. Kas ağnları geçici bir virüslü enfeksiyon yüzünden de meydana gelebilir. Ancak, uzun zaman devam ederse (haftalar, aylar, hatta yıllar boyu), o vakit nedeni ya yukarıda saydığımız hastalıklardır ya da kandida’dır.
BACAK RAHATSIZLIKLARI
Gece baş gösteren bacak rahatsızlıkları demir eksikliğinden ya da aşırı çay içmekten ileri gelebilir. Eksiklik giderilince durum düzelebilir. Hastanın çay ve kahveden kaçınması gerekir. Günde 800 UB E vitamini almanın yararı olabilir. Bazı hastalarda günde üç kez 5 mgr özel folik asitli ilaçlar almanın da yararı vardır. Bu özellikle ailesinde de aynı rahatsızlık bulunanlar için etkilidir.
KAS ZAYIFLIKLARI
Buna da kas ağrılarına yol açan nedenler yol açar. Bazen potasyum eksikliği başlıca etkendir.Kaynak.
Atkins Diyeti Nedir, Nasıl Uygulanır?
Soslu biftek, yumurta, pastırma, çedar peyniri, rokfor ve krema sosu ile avokado kremalı çorba tarzı zengin besinlere sahip Dr. Atkins’in tartışmalı diyeti hala çok konuşuluyor.
Üzerine birçok kitap çıktı. Atkins diyetinde kimse aç kalmayacak. Sadece kilo kaybetmek vaadini vermiyor kalorisi düşük ama zengin doyurucu besinlerle destekleniyor. Düşük karbonhidrat diyeti aynı zamanda kalp sağlığını da koruyor ve hazıfayı destekliyor. Birçok sağlık sorununa iyi geliyor. Kuşkonmaz vazgeçilmezi. Yağ ve enerji ile yanıp giden karbonhidratları sınırlayın. Protein ve yağı daha fazla önemseyin. Doğal vücut verimini koruyun ve yağları kolayca yakın. Depolanan yağlar karbonhidrat alımı sınırlanınca hızlıca yanmaya başlar. Daha az aç hissedersiniz. Ekmek gibi karbonhidratlar tüketildikçe insan daha fazla acıkır.
Görünümü olumsuz etkilediği gibi nefesiniz kokar ve kabızlık çekersiniz. Enerji tüketerek vücudunuzu değiştirin. Kalça ve göbek bölgeleri ne yazık ki yağ depolayan yerlerdir. Sporla desteklenen Atkins diyetinde başarılı olacaksınız. Karbonhidratlar aynı zamanda hızlıca kana girer ve kan şekerini yükseltir acıktırır. Şekeri de kısıtlayın. Metabolizmanızı tamamen düzene sokun. Kan şekeri düzelmeden Atkins diyeti yapılamaz. Bunla beraber kolesterol ve trigliserid oranlarınız da düşecek normale inecek ve zayıflamanız kolaylaşacaktır.
Karbonhidratı günde en fazla 40 gram tüketin. Vitamin ve mineral ağırlıklı beslenin. Saf protein ve yağa yönelin. Zeytinyağı, soya ve fındık yağı olabilir. Meyve ve sebzeyi ihmal etmeyin. Kahvaltıda yumurta peynir süt tüketin. Tam tahıllı gıdaları her öğüne ekleyin. Egzersizle desteklendiğinde kilo kaybı gerçekleşir ve kalp sağlığı düzelir. Uzmanlar kolesterolü düşüren protein ağırlıklı bu diyeti olumlu buluyor ve öneriyor. Genel sağlığı düzenleyen Atkins sizi de zayıflatabilir.
Referans.7gunsaglik.com.tr
Üzerine birçok kitap çıktı. Atkins diyetinde kimse aç kalmayacak. Sadece kilo kaybetmek vaadini vermiyor kalorisi düşük ama zengin doyurucu besinlerle destekleniyor. Düşük karbonhidrat diyeti aynı zamanda kalp sağlığını da koruyor ve hazıfayı destekliyor. Birçok sağlık sorununa iyi geliyor. Kuşkonmaz vazgeçilmezi. Yağ ve enerji ile yanıp giden karbonhidratları sınırlayın. Protein ve yağı daha fazla önemseyin. Doğal vücut verimini koruyun ve yağları kolayca yakın. Depolanan yağlar karbonhidrat alımı sınırlanınca hızlıca yanmaya başlar. Daha az aç hissedersiniz. Ekmek gibi karbonhidratlar tüketildikçe insan daha fazla acıkır.
Görünümü olumsuz etkilediği gibi nefesiniz kokar ve kabızlık çekersiniz. Enerji tüketerek vücudunuzu değiştirin. Kalça ve göbek bölgeleri ne yazık ki yağ depolayan yerlerdir. Sporla desteklenen Atkins diyetinde başarılı olacaksınız. Karbonhidratlar aynı zamanda hızlıca kana girer ve kan şekerini yükseltir acıktırır. Şekeri de kısıtlayın. Metabolizmanızı tamamen düzene sokun. Kan şekeri düzelmeden Atkins diyeti yapılamaz. Bunla beraber kolesterol ve trigliserid oranlarınız da düşecek normale inecek ve zayıflamanız kolaylaşacaktır.
Karbonhidratı günde en fazla 40 gram tüketin. Vitamin ve mineral ağırlıklı beslenin. Saf protein ve yağa yönelin. Zeytinyağı, soya ve fındık yağı olabilir. Meyve ve sebzeyi ihmal etmeyin. Kahvaltıda yumurta peynir süt tüketin. Tam tahıllı gıdaları her öğüne ekleyin. Egzersizle desteklendiğinde kilo kaybı gerçekleşir ve kalp sağlığı düzelir. Uzmanlar kolesterolü düşüren protein ağırlıklı bu diyeti olumlu buluyor ve öneriyor. Genel sağlığı düzenleyen Atkins sizi de zayıflatabilir.
Referans.7gunsaglik.com.tr
Zayıf Kadınlarda Osteoporoz Riski Daha mı Fazla?
Araştırmalar, vücut kitle indeksinin osteoporozdaki kemik kırıklarında etkili olduğunu gösteriyor. Sanılanın aksine yüksek vücut kitle indeksi kemiklerin kırığa eğilimini azaltıyor.
Dünyada yaklaşık 200 milyon kadını etkileyen osteoporoz ile ilgili araştırmalar, hafif düşme sonucu kırık problemiyle hastaneye başvuranların yüzde 97′sinde D vitamini yetersizliği görüldüğünü ortaya koyuyor. Kalça kırığı yaşayan her 5 kadından 1′i bir yıl içinde hayatını kaybediyor. Vücut kitle indeksi, yani boy ve kilonun oranı da kemik kırıklarının oluşmasında etkili. Yüksek vücut kitle indeksi kemiklerin kırığa olan eğilimini azaltıyor. Buna göre, zayıf kadınlar daha çok kırık riski taşıyor.
Kemiklerdeki kırık riskinin artması anlamına gelen osteoporozun doğru tedavi edilmesi, özellikle eski yaşam kalitesine dönüşü engelleyen kalça kırıkları açısından çok önemli. İlerleyen yaşla birlikte, değişik hastalıklara ve ilaç kullanımına bağlı olarak artan kırık riskinin, hastanın hayatını tehdit edecek duruma gelmesi halinde ayrıntılı ve çok yönlü bir yaklaşımla değerlendirilmesi gerekiyor.
Osteoporozda sadece kemik yoğunluğuna bakılarak tanı konulup, buna göre tedaviye başlamanın yanlış olduğunu söyleyen Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof. Dr. Semih Akı, "Bu uygulama ile hastanın kırık riski değil, doğrudan kemik yoğunluğu tedavi ediliyor. Oysa kemik yoğunluğu değerinin iyi olması kırıktan korunmada tek başına yeterli olmuyor. Nitekim kemik yoğunluğu normal olanların yaklaşık yarısında kırıkların görülmesi, bunun en net göstergesi olarak kabul ediliyor" dedi.
ÇOK ZAYIF OLMAK DA SORUN YARATIYOR
Prof. Akı, yüksek vücut kitle indeksinin kemiklerin kırığa olan eğilimini azalttığını belirtti. Çocuklara basketbol ve voleybol gibi zıplamayı gerektirecek sporlar yapmalarını öneren Prof. Akı, "Kilolu kişilerde kemiğe daha fazla fiziksel stres bindiği için, bu durum kemik gelişimine katkı sağlıyor. Ancak obezite, genel sağlık üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle onaylanmıyor. Hastanın daha önce osteoporotik kırık geçirmiş olması diğer kırıklar için zemin hazırlıyor. Bu nedenle de ilk kırığı engellemek önem taşıyor" diye konuştu.
EN ÖNEMLİ RİSK FAKTÖRÜ YAŞ
Kırık riskinin ortaya konulması için kullanılan çizelgeye göre, değerlendirilmesi gereken dört ana faktör bulunduğunu söyleyen Prof. Akı bunları; kemik yoğunluğu ölçümü, yaş, daha önce geçirilen osteoporotik kırık ve annenin kırık öyküsü olarak sıraladı. Akı, kırığa olan eğilimin kemik sertliği ve kemik kalitesi olmak üzere iki başlık altında değerlendirilmesi gerektiğini belirterek, "Yaş ile birlikte kemiğin yoğunluğu azaldığı gibi kalitesi de bozuluyor. 40 ve 80 yaşındaki iki insanın kemik yoğunluğu değerleri aynı olsa da yaşla birlikte kemik kalitesi bozuluyor ve kırık riski 8 kat artıyor. Bu nedenle ileri yaş gruplarında kemik yoğunluğuna bakmadan, kemik kalitesinin bozulduğu göz önüne alınarak tedaviye başlanabiliyor" dedi.
Bir diğer faktörün de cinsiyet olduğunu söyleyen Prof. Dr. Akı, kadınların menopoza girmesiyle birlikte, kemikleri koruyucu etkisi olan östrojen hormonunun azaldığını ve bunun sonucunda kırık riskinin arttığını belirtti.
İKİNCİL FAKTÖRLERE DİKKAT
Osteoporoz riski üzerinde etkili olan birtakım ikincil faktörler de var. Bunlar arasında; içki ve sigara kullanımı, hareketsiz yaşam, tiroid hormonu kullanımı, kronik akciğer hastalıkları, inflamatuar bağırsak hastalıkları, romatoit artrit, erkeklerde prostat, kadınlarda ise meme kanseri tedavisi görmek ile organ nakli yer alıyor.
Referans.7gunsaglik.com.tr
Dünyada yaklaşık 200 milyon kadını etkileyen osteoporoz ile ilgili araştırmalar, hafif düşme sonucu kırık problemiyle hastaneye başvuranların yüzde 97′sinde D vitamini yetersizliği görüldüğünü ortaya koyuyor. Kalça kırığı yaşayan her 5 kadından 1′i bir yıl içinde hayatını kaybediyor. Vücut kitle indeksi, yani boy ve kilonun oranı da kemik kırıklarının oluşmasında etkili. Yüksek vücut kitle indeksi kemiklerin kırığa olan eğilimini azaltıyor. Buna göre, zayıf kadınlar daha çok kırık riski taşıyor.
Kemiklerdeki kırık riskinin artması anlamına gelen osteoporozun doğru tedavi edilmesi, özellikle eski yaşam kalitesine dönüşü engelleyen kalça kırıkları açısından çok önemli. İlerleyen yaşla birlikte, değişik hastalıklara ve ilaç kullanımına bağlı olarak artan kırık riskinin, hastanın hayatını tehdit edecek duruma gelmesi halinde ayrıntılı ve çok yönlü bir yaklaşımla değerlendirilmesi gerekiyor.
Osteoporozda sadece kemik yoğunluğuna bakılarak tanı konulup, buna göre tedaviye başlamanın yanlış olduğunu söyleyen Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof. Dr. Semih Akı, "Bu uygulama ile hastanın kırık riski değil, doğrudan kemik yoğunluğu tedavi ediliyor. Oysa kemik yoğunluğu değerinin iyi olması kırıktan korunmada tek başına yeterli olmuyor. Nitekim kemik yoğunluğu normal olanların yaklaşık yarısında kırıkların görülmesi, bunun en net göstergesi olarak kabul ediliyor" dedi.
ÇOK ZAYIF OLMAK DA SORUN YARATIYOR
Prof. Akı, yüksek vücut kitle indeksinin kemiklerin kırığa olan eğilimini azalttığını belirtti. Çocuklara basketbol ve voleybol gibi zıplamayı gerektirecek sporlar yapmalarını öneren Prof. Akı, "Kilolu kişilerde kemiğe daha fazla fiziksel stres bindiği için, bu durum kemik gelişimine katkı sağlıyor. Ancak obezite, genel sağlık üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle onaylanmıyor. Hastanın daha önce osteoporotik kırık geçirmiş olması diğer kırıklar için zemin hazırlıyor. Bu nedenle de ilk kırığı engellemek önem taşıyor" diye konuştu.
EN ÖNEMLİ RİSK FAKTÖRÜ YAŞ
Kırık riskinin ortaya konulması için kullanılan çizelgeye göre, değerlendirilmesi gereken dört ana faktör bulunduğunu söyleyen Prof. Akı bunları; kemik yoğunluğu ölçümü, yaş, daha önce geçirilen osteoporotik kırık ve annenin kırık öyküsü olarak sıraladı. Akı, kırığa olan eğilimin kemik sertliği ve kemik kalitesi olmak üzere iki başlık altında değerlendirilmesi gerektiğini belirterek, "Yaş ile birlikte kemiğin yoğunluğu azaldığı gibi kalitesi de bozuluyor. 40 ve 80 yaşındaki iki insanın kemik yoğunluğu değerleri aynı olsa da yaşla birlikte kemik kalitesi bozuluyor ve kırık riski 8 kat artıyor. Bu nedenle ileri yaş gruplarında kemik yoğunluğuna bakmadan, kemik kalitesinin bozulduğu göz önüne alınarak tedaviye başlanabiliyor" dedi.
Bir diğer faktörün de cinsiyet olduğunu söyleyen Prof. Dr. Akı, kadınların menopoza girmesiyle birlikte, kemikleri koruyucu etkisi olan östrojen hormonunun azaldığını ve bunun sonucunda kırık riskinin arttığını belirtti.
İKİNCİL FAKTÖRLERE DİKKAT
Osteoporoz riski üzerinde etkili olan birtakım ikincil faktörler de var. Bunlar arasında; içki ve sigara kullanımı, hareketsiz yaşam, tiroid hormonu kullanımı, kronik akciğer hastalıkları, inflamatuar bağırsak hastalıkları, romatoit artrit, erkeklerde prostat, kadınlarda ise meme kanseri tedavisi görmek ile organ nakli yer alıyor.
Referans.7gunsaglik.com.tr
Zayıflamada Kalori Sayma Yönteminin Artıları
Zayıflamayı kafanıza koyduysanız bir de bu yöntemi deneyin: Kalori saymak. Kendi öğününüzü kalori hesabı yaparak oluşturun kalori sayımı ile zayıflayın..
Obezite oranının erkeklerde yüzde 21.2, kadınlarda ise yüzde 41.5 oranına ulaştığı ülkemizde; fazla kilolarından şikayet edenlerin yardım alabileceği yeni bir web sitesi açıldı: dietclub.com.tr. Sağlıklı yaşam uzmanları Elif Schmidt ve Ali Yurtsever tarafından kurulan DietClub; kullanıcılarının kalori sayma yöntemiyle kilo vermesini hedefliyor.
KENDİ ÖĞÜNÜNÜ OLUŞTUR
Siteye yaş, kilo ve fiziksel koşullarınızla ilgili bilgileri girdikten sonra ideal kilonuzu ve bu kiloya ulaşmak için günde kaç kalori almanız gerektiğini öğreniyorsunuz. Sonrasında isterseniz size sunulan hazır diyet listelerinden birini seçiyorsunuz, isterseniz hesaplama araçlarını kullanarak kendinize düşük kalorili öğünler oluşturuyorsunuz. Sitede; kolay bulunan gıdalar tüketerek zayıflamanın yolları gösteriliyor. Sitenin birçok bölümüne ücretsiz ulaşılabilirken, ücretli üyelere danışmanlık hizmeti de veriliyor.
Referans.7gunsaglik.com.tr
Obezite oranının erkeklerde yüzde 21.2, kadınlarda ise yüzde 41.5 oranına ulaştığı ülkemizde; fazla kilolarından şikayet edenlerin yardım alabileceği yeni bir web sitesi açıldı: dietclub.com.tr. Sağlıklı yaşam uzmanları Elif Schmidt ve Ali Yurtsever tarafından kurulan DietClub; kullanıcılarının kalori sayma yöntemiyle kilo vermesini hedefliyor.
KENDİ ÖĞÜNÜNÜ OLUŞTUR
Siteye yaş, kilo ve fiziksel koşullarınızla ilgili bilgileri girdikten sonra ideal kilonuzu ve bu kiloya ulaşmak için günde kaç kalori almanız gerektiğini öğreniyorsunuz. Sonrasında isterseniz size sunulan hazır diyet listelerinden birini seçiyorsunuz, isterseniz hesaplama araçlarını kullanarak kendinize düşük kalorili öğünler oluşturuyorsunuz. Sitede; kolay bulunan gıdalar tüketerek zayıflamanın yolları gösteriliyor. Sitenin birçok bölümüne ücretsiz ulaşılabilirken, ücretli üyelere danışmanlık hizmeti de veriliyor.
Referans.7gunsaglik.com.tr
Kırışıklıkları Azaltan Şaşırtıcı Yöntemler Nelerdir?
Yüzüstü yatmak kırışıklık sebebidir. Bundan dolayı mümkün olduğunda sırt üstü yatın veya uzanın.
Direkt yüze baskı uygulayan yüz üstü yatış pozisyonu kırışmalara yol açar. Cildin üst katmanlarında izler bırakır. Kaşlarda çatık kaş havası oluşabilir, yanaklar ve çene kısmında da yine deformasyonlar gelişebilir.
Somon gibi sağlıklı yağlar içeren besin değeri yüksek balıkları tüketin. Diğer soğuk su balıkları da cilt için faydalıdır. Büyük bir protein kaynağıdır ve deriyi alttan derinlemesine besler. Güçlendirir ve canlandırır. Omega 3 yağ asitleri için harika bir kaynaktır. Esansiyel yağ asitlerinin cildi beslediği uzmanlar tarafından kanıtlanmıştır. Cildi besler, dolgun ve genç kılar. Kırışıklıkları en aza indirir.
Okurken ve izlerken mutlaka gözlük kullanın. Göz çevresi kırışıklıkları ve kaz ayaklarının ortaya çıkmasından büyük etkenlerden biri de gözleri kısarak ve yorarak okumaya çalışmaktır. Yüz kasları aşırı kasıldığında kırışmaya müsaittir. Güneşe çıkarken de güneş gözlüğünü mutlaka takın. Okurken ve izlerken de okuma gözlüğünüzü takın.
Doğal asitler, göz çevresi, gözenekler, ince çizgiler ve yüzeysel kırışıklıklara bire birdir. Bu görünümü azaltır ölü hücreleri yok eder. Kolajen üretimini artırır ve hızlandırır böylece kırışmalar deri altına gönderilir. Güneş ise cildinizi hassas hale getirir. Güneş etkilerinden de cildi koruyabilirler.
Kırışmalara karşı doğal nemlendiriciler ve koruyucu yağları kullanın. Yüzünüzü sıkça yıkayın. Nemlendirici içeren sabunla veya yüz temizleme ürünleriyle yüzünüzü yıkayın. Jel ya da krem ürünler tercih edilir.
C vitamini içeren kremleri kullanın ki kolajen üretimi yapılsın. Zararlı ışınların yarattığı hasardan cildinizi korusun. Cildin tonunu ve dengesini ayarlasın. Parlaklık ve renk versin. Kızarma ve siyah noktaları yok etsin. Askorbik asit ürünleri kırışıklığa bire birdir.
Cilt bakımı için soyaya yönelin. Cildin görünümünü iyileştirir. Cildi kötü zararlı faktörlerde korur, cildin yapısını ve sıkılığını korur ve destekler.
Kakao için. Tabii sade olarak. Antioksidan kaynağıdır cilt hücrelerini yeniler ve korur. Kakao ile cildinizin görünümünü pürüzsüzleştirin.
Referans.7gunsaglik.com.tr
Direkt yüze baskı uygulayan yüz üstü yatış pozisyonu kırışmalara yol açar. Cildin üst katmanlarında izler bırakır. Kaşlarda çatık kaş havası oluşabilir, yanaklar ve çene kısmında da yine deformasyonlar gelişebilir.
Somon gibi sağlıklı yağlar içeren besin değeri yüksek balıkları tüketin. Diğer soğuk su balıkları da cilt için faydalıdır. Büyük bir protein kaynağıdır ve deriyi alttan derinlemesine besler. Güçlendirir ve canlandırır. Omega 3 yağ asitleri için harika bir kaynaktır. Esansiyel yağ asitlerinin cildi beslediği uzmanlar tarafından kanıtlanmıştır. Cildi besler, dolgun ve genç kılar. Kırışıklıkları en aza indirir.
Okurken ve izlerken mutlaka gözlük kullanın. Göz çevresi kırışıklıkları ve kaz ayaklarının ortaya çıkmasından büyük etkenlerden biri de gözleri kısarak ve yorarak okumaya çalışmaktır. Yüz kasları aşırı kasıldığında kırışmaya müsaittir. Güneşe çıkarken de güneş gözlüğünü mutlaka takın. Okurken ve izlerken de okuma gözlüğünüzü takın.
Doğal asitler, göz çevresi, gözenekler, ince çizgiler ve yüzeysel kırışıklıklara bire birdir. Bu görünümü azaltır ölü hücreleri yok eder. Kolajen üretimini artırır ve hızlandırır böylece kırışmalar deri altına gönderilir. Güneş ise cildinizi hassas hale getirir. Güneş etkilerinden de cildi koruyabilirler.
Kırışmalara karşı doğal nemlendiriciler ve koruyucu yağları kullanın. Yüzünüzü sıkça yıkayın. Nemlendirici içeren sabunla veya yüz temizleme ürünleriyle yüzünüzü yıkayın. Jel ya da krem ürünler tercih edilir.
C vitamini içeren kremleri kullanın ki kolajen üretimi yapılsın. Zararlı ışınların yarattığı hasardan cildinizi korusun. Cildin tonunu ve dengesini ayarlasın. Parlaklık ve renk versin. Kızarma ve siyah noktaları yok etsin. Askorbik asit ürünleri kırışıklığa bire birdir.
Cilt bakımı için soyaya yönelin. Cildin görünümünü iyileştirir. Cildi kötü zararlı faktörlerde korur, cildin yapısını ve sıkılığını korur ve destekler.
Kakao için. Tabii sade olarak. Antioksidan kaynağıdır cilt hücrelerini yeniler ve korur. Kakao ile cildinizin görünümünü pürüzsüzleştirin.
Referans.7gunsaglik.com.tr
Bu Besinler Beyni Besliyor
Öğrenme, dikkat eksikliği, hafıza sorunlarına birebir olan bazı besinler var. Hangi besinler beyni güçlendiriyor?
Metropollerde yaşayan insanların sıklıkla karşılaştığı unutkanlık sorunu, bazı besinlerin düzenli kullanımıyla çözülebiliyor. Uzmanlar, protein, karbonhidrat, vitamin ve minerallerden oluşan bir beslenme programıyla beynin performansını artırarak, dikkat ve konsantrasyon açısından güçlendirilebileceğini belirtiyor.
"Alzheimer" vakalarında "kolin" adlı madde büyük önem taşıyor. Kolin, hafıza depolanmasında önemli rol oynuyor, eksikliğinde ise unutkanlığa yol açıyor.
Öğrenme yeteneğini geliştiren ve hafıza için hayati önem taşıdığı belirtilen kolin maddesinin doğada en çok anne sütünde bulunduğunu belirten uzmanlar, beynin hafızayla ilgili bölümünün, bebeklikte yeterli kolin alınmasıyla gelişebileceğini belirtiyor.
Gelişmiş ülkelerde bebek mamalarının içerisine konulan kolin maddesi, anne sütünden sonra en çok soya fasulyesi, yeşil yapraklı sebzeler, karnabahar ve yumurta sarısında bulunuyor. Bu nedenle uzmanlar, unutkanlık ve erken Alzheimer rahatsızlığı için bu besinlerin düzenli olarak bir ya da birkaç öğünde tüketilmesini öneriyor.
Kaynak.7gunsaglik
Metropollerde yaşayan insanların sıklıkla karşılaştığı unutkanlık sorunu, bazı besinlerin düzenli kullanımıyla çözülebiliyor. Uzmanlar, protein, karbonhidrat, vitamin ve minerallerden oluşan bir beslenme programıyla beynin performansını artırarak, dikkat ve konsantrasyon açısından güçlendirilebileceğini belirtiyor.
"Alzheimer" vakalarında "kolin" adlı madde büyük önem taşıyor. Kolin, hafıza depolanmasında önemli rol oynuyor, eksikliğinde ise unutkanlığa yol açıyor.
Öğrenme yeteneğini geliştiren ve hafıza için hayati önem taşıdığı belirtilen kolin maddesinin doğada en çok anne sütünde bulunduğunu belirten uzmanlar, beynin hafızayla ilgili bölümünün, bebeklikte yeterli kolin alınmasıyla gelişebileceğini belirtiyor.
Gelişmiş ülkelerde bebek mamalarının içerisine konulan kolin maddesi, anne sütünden sonra en çok soya fasulyesi, yeşil yapraklı sebzeler, karnabahar ve yumurta sarısında bulunuyor. Bu nedenle uzmanlar, unutkanlık ve erken Alzheimer rahatsızlığı için bu besinlerin düzenli olarak bir ya da birkaç öğünde tüketilmesini öneriyor.
Kaynak.7gunsaglik
Kronik Sinüzitin Belirtileri Nelerdir?
Kronik geçmeyen şiddetli bir sinüzit hayatı mahvedebilir. Sinüzitin temel belirtileri sadece baş ağrısı değil, işte diğer belirtiler..
Hisar Intercontinental Hospital Kulak Burun Boğaz Hastalıkları ve Baş Boyun Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Seyhan Alkan ile kronik sinüzitin belirtilerini konuştuk…
Bu Şikayetleriniz Varsa Kronik Sinüzitiniz Olabilir!
• Burun tıkanıklığınız varsa,
• Koku alamıyorsanız,
• Son dönemlerde sürekli yorgunsanız,
• Ağız kokunuz varsa,
• Kuru öksürüyorsanız,
• Sesiniz değişmeye başladıysa,
• Geniz akıntınız varsa,
• Boğazınızda batma gibi bir rahatsızlık hissi oluşuyorsa,
• Kış enfeksiyonlarını 10 günden çok daha fazla bir sürede atlatıyorsanız; hastalıklarınız kısa aralıklarla tekrarlıyorsa ve en önemlisi bu şikayetleriniz 3 aydan fazla süredir varsa kronik sinüzit hastası olabilirsiniz.
Sinüzit Atakları Üst Solunum Yolu Problemlerinizle Doğru Orantılıdır!
Burun kıkırdak-kemik eğriliği ve burun eti büyümesi (konka hipertrofisi) probleminiz varsa kış mevsimi sizin için çok daha sıkıntılı geçer; burun tıkanıklığı belirginleşir, sinüzit atakları sık gerçekleşir. Basit viral enfeksiyonlarda antibiyotik kullanmak gerekmezken; kıkırdak-kemik eğriliği ve burun eti büyümesi probleminiz varsa doğal direnç mekanizmalarınız bozulduğu için sıklıkla antibiyotik kullanımı ile sonuçlanan bakteriyel enfeksiyonlar yaşayabilirsiniz. Ayrıca uykuda nefes alma probleminin artması oksijen alınan miktarını düşürdüğünden yorgunluk ve baş ağrısı şikayetleriniz belirginleşir. Bu nedenle en kısa zamanda bir kulak burun boğaz hastalıkları hekimine başvurmanızda fayda var.
Kaynak.7gunsaglik
Hisar Intercontinental Hospital Kulak Burun Boğaz Hastalıkları ve Baş Boyun Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Seyhan Alkan ile kronik sinüzitin belirtilerini konuştuk…
Bu Şikayetleriniz Varsa Kronik Sinüzitiniz Olabilir!
• Burun tıkanıklığınız varsa,
• Koku alamıyorsanız,
• Son dönemlerde sürekli yorgunsanız,
• Ağız kokunuz varsa,
• Kuru öksürüyorsanız,
• Sesiniz değişmeye başladıysa,
• Geniz akıntınız varsa,
• Boğazınızda batma gibi bir rahatsızlık hissi oluşuyorsa,
• Kış enfeksiyonlarını 10 günden çok daha fazla bir sürede atlatıyorsanız; hastalıklarınız kısa aralıklarla tekrarlıyorsa ve en önemlisi bu şikayetleriniz 3 aydan fazla süredir varsa kronik sinüzit hastası olabilirsiniz.
Sinüzit Atakları Üst Solunum Yolu Problemlerinizle Doğru Orantılıdır!
Burun kıkırdak-kemik eğriliği ve burun eti büyümesi (konka hipertrofisi) probleminiz varsa kış mevsimi sizin için çok daha sıkıntılı geçer; burun tıkanıklığı belirginleşir, sinüzit atakları sık gerçekleşir. Basit viral enfeksiyonlarda antibiyotik kullanmak gerekmezken; kıkırdak-kemik eğriliği ve burun eti büyümesi probleminiz varsa doğal direnç mekanizmalarınız bozulduğu için sıklıkla antibiyotik kullanımı ile sonuçlanan bakteriyel enfeksiyonlar yaşayabilirsiniz. Ayrıca uykuda nefes alma probleminin artması oksijen alınan miktarını düşürdüğünden yorgunluk ve baş ağrısı şikayetleriniz belirginleşir. Bu nedenle en kısa zamanda bir kulak burun boğaz hastalıkları hekimine başvurmanızda fayda var.
Kaynak.7gunsaglik
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)