Genelde gebeliklerde pek çok şeye duyarlı olmaya başlar ve alerjinizin olduğunu fark edersiniz.
Laktoz intoleransı yani duyarlılığı da hamilelikte sıkça karşılaşılan bir durum. Hamilelikte kalsiyum almak çok önemli ve gerekli peki laktoz içeren kalsiyumu alerjisi olan hamileler alabilir? Süt ve süt ürünlerinde kalsiyum bulunuyor ve gebelikte tüketilmesi gerek. Bebek gelişimi için çok mühim. Laktozlu bu ürünler nasıl tüketilir?
Güçlü kemikler ve sağlıklı ve iyi bir iskelet gelişimi için bebekler anne karnından itibaren kalsiyum almalı. Düzenli kalsiyum takviyeleri gebelikte şarttır. Takviyelerdan ziyade doğal yollarla besinlerle kalsiyumu almanız önerilir. Hamilelik sırasında kalsiyum gereksinimi artar ve doğal şekilde beslenmek gerekir en çok kalsiyum da doğal yollarla ve sağlıklı olarak alınabilir. Laktoz duyarlılığınız varsa kalsiyumu şu yollarla da alabilirsiniz.
Ispanak gibi yeşil yapraklı sebzeler,
Soya sütü,
Soya peyniri,
Brokoli,
Susam,
Fındık,
Tam tahıllar,
D vitamini ise kalsiyum emilimini sağlamada en iyi yoldur. Bunlarla beraber mutlaka yanında D vitamini içeren bir besin de tüketin. Yumurta ve balık iyi kaynaklardır. Güneşten de yararlanın. Doğuma kadar doktor kontrollerini aksatmayın ve sağlıklı beslenme yollarını öğrenin.
Kaynak.7gunsaglik
Emzirmede Süt Kanallarının Tıkanması Durumu
Emzirme annenin bebeği için yapabileceği en önemli şeylerden biridir.
Sayısız faydalarını bildiğimiz emzirme anında süt kanalları tıkanırsa neler olur? Kötü bir yan etkisi yoktur. Memede süt kanallarında süt birikmesi ile oluşan tıkanmadır ve ağrılı olabilir. Fazla süt üreten annelerde görülebilir. Şişerek dolar. Düzenli olarak emzirmiyorsanız bu oluşabilir.
Bebek yeterince beslenmiyorsa, göğüs pompanız güçlü değilse, aniden bebeği sütten keserseniz, sütyen vb baskılar görülüyorsa, hastalık ve stres varsa bu sorun oluşacaktır. Belirtileri bu noktada şişlik, hassasiyet ve ağrıdır. Süt gelmemesidir. Doktor muayenesi veya mamografi ile teşhis edilir.
Mümkün olduğunca sık emzirmek tedavinin ilk adımıdır. Bu işe yaramazda diğer adımlara geçilir. Güçlü bir pompa ile de işlem yapılabilir. Masaj da bir başka çözümdür. Tedavi edilmezse meme iltihap olur. Enfeksiyon belirtileri ise titreme ateş ve yorgunluktur.
Kaynak.7gunsaglik
Sayısız faydalarını bildiğimiz emzirme anında süt kanalları tıkanırsa neler olur? Kötü bir yan etkisi yoktur. Memede süt kanallarında süt birikmesi ile oluşan tıkanmadır ve ağrılı olabilir. Fazla süt üreten annelerde görülebilir. Şişerek dolar. Düzenli olarak emzirmiyorsanız bu oluşabilir.
Bebek yeterince beslenmiyorsa, göğüs pompanız güçlü değilse, aniden bebeği sütten keserseniz, sütyen vb baskılar görülüyorsa, hastalık ve stres varsa bu sorun oluşacaktır. Belirtileri bu noktada şişlik, hassasiyet ve ağrıdır. Süt gelmemesidir. Doktor muayenesi veya mamografi ile teşhis edilir.
Mümkün olduğunca sık emzirmek tedavinin ilk adımıdır. Bu işe yaramazda diğer adımlara geçilir. Güçlü bir pompa ile de işlem yapılabilir. Masaj da bir başka çözümdür. Tedavi edilmezse meme iltihap olur. Enfeksiyon belirtileri ise titreme ateş ve yorgunluktur.
Kaynak.7gunsaglik
Resveratrol Takviyeleri Hamilelikte Bebeğe Zarar
Resveratrol bileşiğini içeren takviyeler gebelikte kullanıldığında fetüse etki eder mi ve bu takviyeler ne için kullanılır?
ABD üniversitelerinin araştırmalarına göre gebelikte bu takviyelerin kullanımı bebekte pankreas sorunlarına neden olabiliyor. Anne karnındaki bebek kötü etkileniyor pankreas problemleri gelişmemesi gibi riskler olabiliyor. Polifenol adlı bitkisel bileşikler grubuna dahil olan bir antioksidan olan bu takviye doğal kırmızı üzüm, yer fıstığı, yaban mersini ve bitter çikolatada bulunur.
Kanseri önleyici olan bu madde sağlık açısından birçok alanda da faydalıdır. Fakat gebelik hariç. Anti aging özelliği de olan bu bileşen gebelikte metabolik sağlığı destekleme amaçlı olarak kullanılır. Fakat şimdiye dek uygulandığının aksine gebelikte riskli olabileceği ortaya çıkmıştır. Fetusa yani bebeğe yeteri kadar plasentadan kan gönderilemez. Pankreas gelişimi bozulur. Obezite gibi sağlık sorunları anne karnında oluşmaya başlar. Glikoz anormallikleri diyabete neden olur. Kan akışı ise oldukça olumsuz etkilenir.
Kaynak.7gunsaglik
ABD üniversitelerinin araştırmalarına göre gebelikte bu takviyelerin kullanımı bebekte pankreas sorunlarına neden olabiliyor. Anne karnındaki bebek kötü etkileniyor pankreas problemleri gelişmemesi gibi riskler olabiliyor. Polifenol adlı bitkisel bileşikler grubuna dahil olan bir antioksidan olan bu takviye doğal kırmızı üzüm, yer fıstığı, yaban mersini ve bitter çikolatada bulunur.
Kanseri önleyici olan bu madde sağlık açısından birçok alanda da faydalıdır. Fakat gebelik hariç. Anti aging özelliği de olan bu bileşen gebelikte metabolik sağlığı destekleme amaçlı olarak kullanılır. Fakat şimdiye dek uygulandığının aksine gebelikte riskli olabileceği ortaya çıkmıştır. Fetusa yani bebeğe yeteri kadar plasentadan kan gönderilemez. Pankreas gelişimi bozulur. Obezite gibi sağlık sorunları anne karnında oluşmaya başlar. Glikoz anormallikleri diyabete neden olur. Kan akışı ise oldukça olumsuz etkilenir.
Kaynak.7gunsaglik
Göz damarlarındaki çatlamalara dikkat
Gözlerdeki damar çatlamaları, büyük göz içi kanamalarına ve gözün kaybına sebep olabilir.Denizli Devlet Hastanesi (DDH) Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Pınar Kutucu, gözlerdeki damar çatlamalarının büyük göz içi kanamalarına ve gözün kaybına sebep olabildiğini söyledi. Kutucu, göz sağlığının çeşitli sebeplere bağlı olarak bozulabileceğini, körlüğün doğuştan ya da çocukluk çağında meydana gelebileceği gibi diyabet, yüksek tansiyon, gözde meydana gelen iltihabi hastalıklar, göz tansiyonu, katarakt, göz tümörleri sebebiyle de oluşabileceğini ifade etti.
Şeker hastalığının gözde çeşitli bozukluklara neden olabildiğini dile getiren Kutucu, “Göz hastalıklarının sıklığı, göz adale felçleri, katarak gelişmesi diyabete bağlı göz komplikasyonları arasında sayılabilir. Gözlerde damarların çatlaması büyük göz içi kanamalarına ve gözün kaybına sebep olabilir” dedi.
Ünlüler Gür Saçlarının Sırrını Açıkladı.
İnanılmaz! Cep Telefonu Değil, Cep Telsizi!
Göz sağlığı açısından düzenli ve vitamin yönünden zengin beslenmenin gerekliliğine değinen Kutucu, şunları söyledi:
“Göz için ışık şartları önemlidir. Özellikle okuma, televizyon seyretme gibi gözün sürekli ve dikkatli kullanılması durumlarında ne kamaşma yapacak kadar parlak ışık ne de görmeyi güçleştirecek kadar az ışık olmalıdır. Işık kaynağı, yazarken sağ elini kullanan kişinin sol omzu ve başı üstünden gelmelidir. Parlak güneş ışığının ultraviyole etkisinden korunmak için güneş gözlükleri gerekli olduğu gibi değişik ışık kaynaklarına meslek veya diğer amaçlarla maruz kalabilecek kişilerin koruyucu gözlük kullanmaları şarttır. Ayrıca okuma mesafesi 30–40 santimetre, TV seyretme uzaklığı 3–4 metreden az olmamalıdır. Gözlerin periyodik kontrolleri yapılmalı, sağlıklı olduğu bilinmelidir.”
Kaynak . Hürriyet – 12.01.2011
Şeker hastalığının gözde çeşitli bozukluklara neden olabildiğini dile getiren Kutucu, “Göz hastalıklarının sıklığı, göz adale felçleri, katarak gelişmesi diyabete bağlı göz komplikasyonları arasında sayılabilir. Gözlerde damarların çatlaması büyük göz içi kanamalarına ve gözün kaybına sebep olabilir” dedi.
Ünlüler Gür Saçlarının Sırrını Açıkladı.
İnanılmaz! Cep Telefonu Değil, Cep Telsizi!
Göz sağlığı açısından düzenli ve vitamin yönünden zengin beslenmenin gerekliliğine değinen Kutucu, şunları söyledi:
“Göz için ışık şartları önemlidir. Özellikle okuma, televizyon seyretme gibi gözün sürekli ve dikkatli kullanılması durumlarında ne kamaşma yapacak kadar parlak ışık ne de görmeyi güçleştirecek kadar az ışık olmalıdır. Işık kaynağı, yazarken sağ elini kullanan kişinin sol omzu ve başı üstünden gelmelidir. Parlak güneş ışığının ultraviyole etkisinden korunmak için güneş gözlükleri gerekli olduğu gibi değişik ışık kaynaklarına meslek veya diğer amaçlarla maruz kalabilecek kişilerin koruyucu gözlük kullanmaları şarttır. Ayrıca okuma mesafesi 30–40 santimetre, TV seyretme uzaklığı 3–4 metreden az olmamalıdır. Gözlerin periyodik kontrolleri yapılmalı, sağlıklı olduğu bilinmelidir.”
Kaynak . Hürriyet – 12.01.2011
Bazı Antidepresanlar Mideye Zarar Verebiliyor
Depresyon tedavisinde kullandığımız anti depresan ilaçlar mideye ve başka sistemlere de zarar verebilir.
Ağrı kesici dahi olsa içmeden önce bir kez daha düşünün. Potansiyel ölüm riski taşıyan bu ağır ilaçlar doktor önerisiyle kullanılmalı ve aşırı yan etki görüldüğünde azaltılarak bırakılmalıdır.
Her yıl binlerce ölüm vakasıyla karşılaşıyoruz. Enfeksiyon kapma riskini artıran bu ilaçla mideye de dokunuyor.
Majör depresyon yaşayanlarda diğer depresyon hastalarına göre %36 oranında daha fazla enfeksiyon riski var.
Yaşlı ve evli kişilerde de bu risk daha fazla. Tek başına yaşayan kişilerde ise %25 oranında daha fazla hastalanma riski var.
Remeron ve Prozac gibi antidepresanlar ile içilen her ilaç mide riskini ikiye katlıyor. Depresyon tüm dünyada yaygındır.
Uzun yaşanan depresyonun gastrointestinal sistem değişiklikleri ile ilişkili olduğu bilinmektedir. Beyin ve bağırsak-mide arasındaki iletişimi keser ve zarar verir.
Çalışmalarda kanıtlanan bu sonuca göre beyin kimyasallarını etkileyen depresyon ilaçları direkt mide ve bağırsağa zarar verebilmektedir.
Bu ilaçlar tedavinin başlangıcında geçici olarak bulantı, midede rahatsızlık hissi, ishal ya da kabızlık gibi yan etkilere neden olabilirler.
Referans.7gunsaglik.com.tr
Ağrı kesici dahi olsa içmeden önce bir kez daha düşünün. Potansiyel ölüm riski taşıyan bu ağır ilaçlar doktor önerisiyle kullanılmalı ve aşırı yan etki görüldüğünde azaltılarak bırakılmalıdır.
Her yıl binlerce ölüm vakasıyla karşılaşıyoruz. Enfeksiyon kapma riskini artıran bu ilaçla mideye de dokunuyor.
Majör depresyon yaşayanlarda diğer depresyon hastalarına göre %36 oranında daha fazla enfeksiyon riski var.
Yaşlı ve evli kişilerde de bu risk daha fazla. Tek başına yaşayan kişilerde ise %25 oranında daha fazla hastalanma riski var.
Remeron ve Prozac gibi antidepresanlar ile içilen her ilaç mide riskini ikiye katlıyor. Depresyon tüm dünyada yaygındır.
Uzun yaşanan depresyonun gastrointestinal sistem değişiklikleri ile ilişkili olduğu bilinmektedir. Beyin ve bağırsak-mide arasındaki iletişimi keser ve zarar verir.
Çalışmalarda kanıtlanan bu sonuca göre beyin kimyasallarını etkileyen depresyon ilaçları direkt mide ve bağırsağa zarar verebilmektedir.
Bu ilaçlar tedavinin başlangıcında geçici olarak bulantı, midede rahatsızlık hissi, ishal ya da kabızlık gibi yan etkilere neden olabilirler.
Referans.7gunsaglik.com.tr
Tırnak Batması Kimlerde Neden Görülür?
Dermatoloji Uzmanı Müge Çoban dar ve kötü ayakkabının tırnak batması sebebi olduğunu vurguladı.
Dermatoloji Uzmanı Müge Çoban, tırnak batmalarının en çok kadınlarda görüldüğünü belirterek, "Bu sorun daha çok dar ayakkabı giyen bayanlarda karşımıza çıkıyor. Tırnak batmalarını tedavi etmek için tırnak teli yöntemini kullanıyoruz" diye konuştu.
Tırnak batmasının genelde dar ayakkabılar giyilmesinden kaynaklandığını belirten Çoban, "Tırnak batması ayağın başparmağında meydana gelir. Bunun sebepleri arasında dar ve sıkı ayakkabı giyilmesi, fazla kilo sık karşılaşılan problemler arasında. Ayakların çok fazla kapalı kalması, sporcularda, futbol oynayan kişilerde, uzun süre ayakta duranlarda, garsonlarda, öğrencilerde görülebiliyor. Ama en önemli sebebi dar ve sivri uçlu ayakkabılardır" dedi.
Tırnak batmasında uzmanların uyguladığı etkili tedavi yöntemi
"Tırnak batması meydana geldikten sonra yürümek acılı hale geliyor" diyen Çoban, "Biz tırnak batmalarında konservatif dediğimiz cerrahi olmayan tedbirler alıyoruz. Daha ileri aşamalara gelindiğinde ortopediyle birlikte tedavi yöntemlerine başvurabiliyoruz. Cerrahi tedavilerden sonra tırnak batmalarında tekrarlar yaşanıyor. Bundan dolayı cerrahi işlemler yerine kalıcı çözüm olan tırnak telini uyguluyoruz. Bizde tırnak batmalarında son bir kaç yıldır yaygın olarak uygulanan tırnak telini kullanıyoruz. Tırnak telini tırnağın her iki tarafına da uyguluyoruz. Hastaya uygulandığı andan itibaren ayakta rahatlama, ağrıda azalma meydana geliyor. Tel takıldıktan sonra hasta günlük aktivitelerine devam edebiliyor, ayakkabı giydiğinde rahatlamış oluyor. 1- 1,5 ay bu tel tırnakta kalıyor, 10 günde bir kontrol edip gerekirse teli aşağı çekiyoruz" diye konuştu.
Tırnak batması en çok hangi durumlarda görülüyor?
Batan tırnakların tedavilerinde gecikildiği takdirde iltihabi hastalıklarına yol açtığına değinen Çoban, "Granülasyon dokusu gelişebiliyor yani enfeksiyonik hastalıklar meydana gelebiliyor. Gümüş kalemi dediğimiz çubukla bu granülasyon dokusu yakılabiliyor. Ancak tırnağı yakmak veya çekmek yerine artık tel uygulamasından daha etkili sonuçlar alıyoruz" şeklinde konuştu.
Çoban, tırnak batmasının en çok kadınlarda görüldüğünü vurgulayarak, "Batık tırnaklar tırnak teliyle çekimden kurtuluyor. Özellikle kiloların alındığı dönemlerde, gebelik dönemlerinde görülebiliyor. Zayıf insanlarda da görülebiliyor özellikle dar ayakkabı giyen kadınlarda daha sık karşılaşılıyor. İlerleyen dönemlerde batmaya bağlı enfeksiyon oluşabiliyor. Selülit dediğimiz cilt altı enfeksiyonları oluşabiliyor" dedi.
Referans.7gunsaglik.com.tr
Dermatoloji Uzmanı Müge Çoban, tırnak batmalarının en çok kadınlarda görüldüğünü belirterek, "Bu sorun daha çok dar ayakkabı giyen bayanlarda karşımıza çıkıyor. Tırnak batmalarını tedavi etmek için tırnak teli yöntemini kullanıyoruz" diye konuştu.
Tırnak batmasının genelde dar ayakkabılar giyilmesinden kaynaklandığını belirten Çoban, "Tırnak batması ayağın başparmağında meydana gelir. Bunun sebepleri arasında dar ve sıkı ayakkabı giyilmesi, fazla kilo sık karşılaşılan problemler arasında. Ayakların çok fazla kapalı kalması, sporcularda, futbol oynayan kişilerde, uzun süre ayakta duranlarda, garsonlarda, öğrencilerde görülebiliyor. Ama en önemli sebebi dar ve sivri uçlu ayakkabılardır" dedi.
Tırnak batmasında uzmanların uyguladığı etkili tedavi yöntemi
"Tırnak batması meydana geldikten sonra yürümek acılı hale geliyor" diyen Çoban, "Biz tırnak batmalarında konservatif dediğimiz cerrahi olmayan tedbirler alıyoruz. Daha ileri aşamalara gelindiğinde ortopediyle birlikte tedavi yöntemlerine başvurabiliyoruz. Cerrahi tedavilerden sonra tırnak batmalarında tekrarlar yaşanıyor. Bundan dolayı cerrahi işlemler yerine kalıcı çözüm olan tırnak telini uyguluyoruz. Bizde tırnak batmalarında son bir kaç yıldır yaygın olarak uygulanan tırnak telini kullanıyoruz. Tırnak telini tırnağın her iki tarafına da uyguluyoruz. Hastaya uygulandığı andan itibaren ayakta rahatlama, ağrıda azalma meydana geliyor. Tel takıldıktan sonra hasta günlük aktivitelerine devam edebiliyor, ayakkabı giydiğinde rahatlamış oluyor. 1- 1,5 ay bu tel tırnakta kalıyor, 10 günde bir kontrol edip gerekirse teli aşağı çekiyoruz" diye konuştu.
Tırnak batması en çok hangi durumlarda görülüyor?
Batan tırnakların tedavilerinde gecikildiği takdirde iltihabi hastalıklarına yol açtığına değinen Çoban, "Granülasyon dokusu gelişebiliyor yani enfeksiyonik hastalıklar meydana gelebiliyor. Gümüş kalemi dediğimiz çubukla bu granülasyon dokusu yakılabiliyor. Ancak tırnağı yakmak veya çekmek yerine artık tel uygulamasından daha etkili sonuçlar alıyoruz" şeklinde konuştu.
Çoban, tırnak batmasının en çok kadınlarda görüldüğünü vurgulayarak, "Batık tırnaklar tırnak teliyle çekimden kurtuluyor. Özellikle kiloların alındığı dönemlerde, gebelik dönemlerinde görülebiliyor. Zayıf insanlarda da görülebiliyor özellikle dar ayakkabı giyen kadınlarda daha sık karşılaşılıyor. İlerleyen dönemlerde batmaya bağlı enfeksiyon oluşabiliyor. Selülit dediğimiz cilt altı enfeksiyonları oluşabiliyor" dedi.
Referans.7gunsaglik.com.tr
Uyku Sorunlarını Müzik Dinleyerek Aşın
En iyi uyku terapisi ninni.. Bu artık kanıtlandı.. Uyku bozukluklarında müzik dinlemek oldukça etkili..
Çinli araştırmacılar, 3 kıtadan 10 çalışmanın sonuçlarını inceledi ve müziğin akut ya da kronik uyku bozukluklarının tedavisinde etkili olabileceği sonucuna ulaştı.
Müzik-uyku ilişkisi üzerine yapılmış 127 çalışmayı inceleyen araştırmacılar, bunlar arasından kendi kriterlerine uyan 10′unu seçti. Tianjin’deki Pingjin Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi bölümünden Chun-Fang Wang’un yönettiği meta analizde ABD, Tayvan, İtalya, Avusturya, Macaristan, Güney Kore ve Hong Kong’dan araştırmacıların yaptığı çalışmalar dikkate alındı.
Farklı ülkelerde, 18 yaşın üstündeki üniversite öğrencileri, sığınma evlerinde kalan kadınlar, yeni ameliyat olmuş hastaların da aralarında bulunduğu çok sayıda kişinin müzik terapisine tabi tutulduğu çalışmaların neticelerinin, kültürel ve coğrafi farklılıklara rağmen son derece tutarlı olduğu görüldü. Sonuçlar, müzik terapisinin, akut ya da kronik uyku bozuklukları olan kişilerin uyku kalitesini yükselttiğini ortaya koydu.
Asyalı katılımcıların bazılarına kendi ülkelerinin geleneksel müziklerinin, Avrupalı katılımcılara ise klasik Batı müziğinin dinletildiğini belirten Çinli araştırma ekibi, terapide kullanılan müziğin temposunun dakikada 60-80 vuruşu geçmediğine işaret etti.
Ninniye benzeyen, yavaş, yumuşak ve rahatlatıcı melodilerin, uyku bozukluğu tedavisinde işe yarar görünmesinin altında neyin yattığı tam olarak bilinmese de, Çinli araştırmacılar müziğin merkezi sinir sistemi üzerinde etkili olduğuna işaret ediyorlar.
Meta analizin, özellikle insomniadan (uyuyamama hastalığı) muzdarip olanlar için, tıbbı tedavinin yanı sıra masrafsız, ilaçsız ve güvenli bir yöntem sunabileceği düşünülüyor. Çinli araştırmacıların meta analizi International Journal of Nursing Studies’de yayımlandı.
Referans.7gunsaglik.com.tr
Çinli araştırmacılar, 3 kıtadan 10 çalışmanın sonuçlarını inceledi ve müziğin akut ya da kronik uyku bozukluklarının tedavisinde etkili olabileceği sonucuna ulaştı.
Müzik-uyku ilişkisi üzerine yapılmış 127 çalışmayı inceleyen araştırmacılar, bunlar arasından kendi kriterlerine uyan 10′unu seçti. Tianjin’deki Pingjin Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi bölümünden Chun-Fang Wang’un yönettiği meta analizde ABD, Tayvan, İtalya, Avusturya, Macaristan, Güney Kore ve Hong Kong’dan araştırmacıların yaptığı çalışmalar dikkate alındı.
Farklı ülkelerde, 18 yaşın üstündeki üniversite öğrencileri, sığınma evlerinde kalan kadınlar, yeni ameliyat olmuş hastaların da aralarında bulunduğu çok sayıda kişinin müzik terapisine tabi tutulduğu çalışmaların neticelerinin, kültürel ve coğrafi farklılıklara rağmen son derece tutarlı olduğu görüldü. Sonuçlar, müzik terapisinin, akut ya da kronik uyku bozuklukları olan kişilerin uyku kalitesini yükselttiğini ortaya koydu.
Asyalı katılımcıların bazılarına kendi ülkelerinin geleneksel müziklerinin, Avrupalı katılımcılara ise klasik Batı müziğinin dinletildiğini belirten Çinli araştırma ekibi, terapide kullanılan müziğin temposunun dakikada 60-80 vuruşu geçmediğine işaret etti.
Ninniye benzeyen, yavaş, yumuşak ve rahatlatıcı melodilerin, uyku bozukluğu tedavisinde işe yarar görünmesinin altında neyin yattığı tam olarak bilinmese de, Çinli araştırmacılar müziğin merkezi sinir sistemi üzerinde etkili olduğuna işaret ediyorlar.
Meta analizin, özellikle insomniadan (uyuyamama hastalığı) muzdarip olanlar için, tıbbı tedavinin yanı sıra masrafsız, ilaçsız ve güvenli bir yöntem sunabileceği düşünülüyor. Çinli araştırmacıların meta analizi International Journal of Nursing Studies’de yayımlandı.
Referans.7gunsaglik.com.tr
Yazın Rahat Uyku Çekmenin Sırları
Uzun ve güneşli bir günün ardından emin olun bitkin düşersiniz ve enerjiniz tamamen çekilmiş gibi olur.
Yorgun olmak her zaman uyuyabileceğiniz anlamına gelmez. Özellikle çok sıcak yaz aylarında gece bile uykunuz kaçar. Uykuya dalamıyor, sürekli uyanıyor veya başka uyku sorunları çekiyorsanız bu yazı tam size göre. Kaliteli bir uyku çekmenin sırları nelerdir? Dinlenerek yeni güne başlamak herkesin dileğidir ki gününüz iyi geçsin.
Bunun için öncelikle yemeklerinizi zamanında yiyin. Öğün atlamayın ve her öğünün belli bir saati olsun. Kahvaltı sabah, öğle yemeği öğlen ve akşam yemeği gecikmeden akşam yapılmalıdır. Gece 8 ve 9 dan sonra bir şey yemeyin. Sindirim rahatsızlığı ve mide ekşimesi yaşanabilir ve uyku bozulur. Sıcak havalarda ve yaz akşamları ağır yemeyin. Yatmadan 2-3 saat önce canınız çekerse dondurma yenilebilir.
Serinletici buzlu bir bitki çayı için. Soğuk bir bardak bira ya da margarita da alternatiftir. Ama her zaman önerilmez. Geceleri aşırı alkol alma uykuyu böler. Susuzluğu gideren meyve dilimli buzlu çay en iyisidir. Papatya önerilir.
Yatmadan önce su için. Isı ve su kaybettiğimiz yaz aylarında bol su içilmelidir. Susuz kalan vücut uykusuz da kalır. Yatmadan 30 dakika önce su için. Yorgunluğu giderir ve iyi bir uyku çekmeyi sağlar. Kabızlığı da önler.
Pencereler açık yatıyoruz. Alerji ve sineklere karşı önleminizi alın. Yaz yağmuru, cırcır böceklerinin gürültüsü ve bir sinek bile uykuyu kaçırmaya yeter. Hapşırma, öksürme ve üşüme ayrıca kaşıntı uykuyu kaçırır. Bu tür etkenlere karşı yatmadan önleminizi alın. Klima veya fan kullanın böyle serinlemeyi seçin.
Soğuk duş alın.sıcak ve yapışkan histen kurtarır. Güneş yanığına iyi gelir plajda uzandıysanız iyi gelir. Serinlemek ve uyumak için yatmadan önce duş alın. Aloe veralı bir kremle vücudunuzu nemlendirin. Ağrı kesici ve jel kremler de tercihtir.
Yatmadan hafif ve küçük germe egzersizleri yapın. Yoga gibi düşünün ve yapın. Kalça, kol ve bacak arka kasları, omuz ve bel gibi bölgelere germe hareketi yapın. Yatakta yapılacak bu egzersizlerle rahatça uyuyacaksınız.
Referans.7gunsaglik.com.tr
Yorgun olmak her zaman uyuyabileceğiniz anlamına gelmez. Özellikle çok sıcak yaz aylarında gece bile uykunuz kaçar. Uykuya dalamıyor, sürekli uyanıyor veya başka uyku sorunları çekiyorsanız bu yazı tam size göre. Kaliteli bir uyku çekmenin sırları nelerdir? Dinlenerek yeni güne başlamak herkesin dileğidir ki gününüz iyi geçsin.
Bunun için öncelikle yemeklerinizi zamanında yiyin. Öğün atlamayın ve her öğünün belli bir saati olsun. Kahvaltı sabah, öğle yemeği öğlen ve akşam yemeği gecikmeden akşam yapılmalıdır. Gece 8 ve 9 dan sonra bir şey yemeyin. Sindirim rahatsızlığı ve mide ekşimesi yaşanabilir ve uyku bozulur. Sıcak havalarda ve yaz akşamları ağır yemeyin. Yatmadan 2-3 saat önce canınız çekerse dondurma yenilebilir.
Serinletici buzlu bir bitki çayı için. Soğuk bir bardak bira ya da margarita da alternatiftir. Ama her zaman önerilmez. Geceleri aşırı alkol alma uykuyu böler. Susuzluğu gideren meyve dilimli buzlu çay en iyisidir. Papatya önerilir.
Yatmadan önce su için. Isı ve su kaybettiğimiz yaz aylarında bol su içilmelidir. Susuz kalan vücut uykusuz da kalır. Yatmadan 30 dakika önce su için. Yorgunluğu giderir ve iyi bir uyku çekmeyi sağlar. Kabızlığı da önler.
Pencereler açık yatıyoruz. Alerji ve sineklere karşı önleminizi alın. Yaz yağmuru, cırcır böceklerinin gürültüsü ve bir sinek bile uykuyu kaçırmaya yeter. Hapşırma, öksürme ve üşüme ayrıca kaşıntı uykuyu kaçırır. Bu tür etkenlere karşı yatmadan önleminizi alın. Klima veya fan kullanın böyle serinlemeyi seçin.
Soğuk duş alın.sıcak ve yapışkan histen kurtarır. Güneş yanığına iyi gelir plajda uzandıysanız iyi gelir. Serinlemek ve uyumak için yatmadan önce duş alın. Aloe veralı bir kremle vücudunuzu nemlendirin. Ağrı kesici ve jel kremler de tercihtir.
Yatmadan hafif ve küçük germe egzersizleri yapın. Yoga gibi düşünün ve yapın. Kalça, kol ve bacak arka kasları, omuz ve bel gibi bölgelere germe hareketi yapın. Yatakta yapılacak bu egzersizlerle rahatça uyuyacaksınız.
Referans.7gunsaglik.com.tr
Ergenlerde Kilo Algısında Hata Obezite Sebebi
Florida State Üniversitesi araştırmalarına göre ergenlik ve gençlik büyüme döneminde kilo algısında hatalar yapılıyor ve bunun sonu obezite ile bitiyor.
Boy kilo ile vücut kitle indeksi ölçülmeli ve ideal orana kavuşulmalıdır. Bu dönemler hassastır ve ileride kalıcı hasarlar yaratabilir. Yetişkinliğe gelmeden vki değerinin 30 ve üzerinde olmaması gerekir yoksa ileride de obez olma riski yüksektir. Ergenlikte kilo algısı hataları yetişkinlikte obez olma riskini %40 garantiliyor.
Uzun vadede sağlıksız beslenme alışkanlıkları ve hareketsizlik ergenler ve gençler ile çocuklar için olumsuz sonuçlar getiriyor. Kilo ve görüntüyle ilgili hassas dönemlerde yapılan damgalama, alay vs davranışlar da obeziteye sürüklüyor. Ergenlikte içe dönen gençler kendini sağlıksız ve aşırı yemeye veriyor. İlaç kullanımı ruh sağlığı sorunları toplumsal baskı ve önyargılar ile bu alışkanlık kalıcı hale gelebiliyor.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Boy kilo ile vücut kitle indeksi ölçülmeli ve ideal orana kavuşulmalıdır. Bu dönemler hassastır ve ileride kalıcı hasarlar yaratabilir. Yetişkinliğe gelmeden vki değerinin 30 ve üzerinde olmaması gerekir yoksa ileride de obez olma riski yüksektir. Ergenlikte kilo algısı hataları yetişkinlikte obez olma riskini %40 garantiliyor.
Uzun vadede sağlıksız beslenme alışkanlıkları ve hareketsizlik ergenler ve gençler ile çocuklar için olumsuz sonuçlar getiriyor. Kilo ve görüntüyle ilgili hassas dönemlerde yapılan damgalama, alay vs davranışlar da obeziteye sürüklüyor. Ergenlikte içe dönen gençler kendini sağlıksız ve aşırı yemeye veriyor. İlaç kullanımı ruh sağlığı sorunları toplumsal baskı ve önyargılar ile bu alışkanlık kalıcı hale gelebiliyor.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Sırt Yağlanmasına Nasıl Çözüm Bulunur?
Sutyen takarken sırttaki yağlanmayı hemen fark edersiniz. Sırt yağlanması ile göğüsler küçük de olsa sutyen numarası büyür.
Ekstra bir çabayla bu sinir bozucu çıkıntılı fazlalığı yok edebilirsiniz. Bu sağlıklı ipuçları kısa sürede sırt yağlarınızdan kurtaracak.
Kardiyo egzersizleri yapın. Haftada 5 kez 1 saatlik egzersizlere başlayın nabzı artırın bol kalori yakın. İnterval aralıklı yoğun antrenmanları yapın. Tempoyu bir artırıp bir düşürmek spor sonrasında bile bir süre yakmanızı sağlar.
Altta yatan güçlü kasları ortaya çıkarma vakti. Sıkılaştırma egzersizleri yapın. Heykel duruşu sırt omuz göğüs kol kasları üzerine çalışın. Vücudu dengeler duruşu düzeltir.
Yoga yapın. Kalbe kan ve oksijen gitmesini sağlar kuvvet egzersizi sonrası dinginlik ve istek verir.
Akıllıca yiyin. Her öğünü atlamadan sağlıklı yiyeceklerle geçirin.
Spor ve normal kıyafetleriniz için doğru alışveriş yapın.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Ekstra bir çabayla bu sinir bozucu çıkıntılı fazlalığı yok edebilirsiniz. Bu sağlıklı ipuçları kısa sürede sırt yağlarınızdan kurtaracak.
Kardiyo egzersizleri yapın. Haftada 5 kez 1 saatlik egzersizlere başlayın nabzı artırın bol kalori yakın. İnterval aralıklı yoğun antrenmanları yapın. Tempoyu bir artırıp bir düşürmek spor sonrasında bile bir süre yakmanızı sağlar.
Altta yatan güçlü kasları ortaya çıkarma vakti. Sıkılaştırma egzersizleri yapın. Heykel duruşu sırt omuz göğüs kol kasları üzerine çalışın. Vücudu dengeler duruşu düzeltir.
Yoga yapın. Kalbe kan ve oksijen gitmesini sağlar kuvvet egzersizi sonrası dinginlik ve istek verir.
Akıllıca yiyin. Her öğünü atlamadan sağlıklı yiyeceklerle geçirin.
Spor ve normal kıyafetleriniz için doğru alışveriş yapın.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Fitness ve Egzersizle İlgili Efsaneler
Ne kadar yağ yakacağınızı siz hedefleyemezsiniz. Çalışma sonucu genel vücut yağları yakılır kalori harcanır ancak bu ölçülemez.
Bel, bacak, sırt, kalça gibi yerlerden giden yağların oranı da aynı değildir.
Boş karna mide egzersizi yapmak gerekmez. Önce kahvaltı yapacaksınız üzerinden zaman geçince karın egzersizini yapabilirsiniz aç karnına değil. Böylece daha çok yağ yakarsınız.
Açma germe esneme ısınma hareketlerini her hareketten önce yapmanız gerekmiyor. Tendon ve kaslar gevşerse bazı hareketlerde aksine zorlanabilirsiniz.
Dışarıda koşmakla bantta koşu yapmak bir değildir. Açık havada gerçek bir koşu çok daha etkilidir.
Her gün egzersiz yapabilirsiniz, oysa bazı kişiler bunu önermiyor.
Terlemek elbette şekle girmek fitleşmek demek değildir. Toksinleri atar hız kazanır ve bir miktar kalori yakmış olursunuz. Ayrıca egzersiz bizi fazla acıktırmaz.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Bel, bacak, sırt, kalça gibi yerlerden giden yağların oranı da aynı değildir.
Boş karna mide egzersizi yapmak gerekmez. Önce kahvaltı yapacaksınız üzerinden zaman geçince karın egzersizini yapabilirsiniz aç karnına değil. Böylece daha çok yağ yakarsınız.
Açma germe esneme ısınma hareketlerini her hareketten önce yapmanız gerekmiyor. Tendon ve kaslar gevşerse bazı hareketlerde aksine zorlanabilirsiniz.
Dışarıda koşmakla bantta koşu yapmak bir değildir. Açık havada gerçek bir koşu çok daha etkilidir.
Her gün egzersiz yapabilirsiniz, oysa bazı kişiler bunu önermiyor.
Terlemek elbette şekle girmek fitleşmek demek değildir. Toksinleri atar hız kazanır ve bir miktar kalori yakmış olursunuz. Ayrıca egzersiz bizi fazla acıktırmaz.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Şeker Hastalarına Müjde: İnsülinsiz Yaşama
İnsülin iğnesi ve ilaçlarınız olmadan yapamıyorsunuz ama artık son gelişmelerle beraber buna son verilecek..
Dünyada sayılı merkezlerde yapılabilen pankreas adacık nakli artık Türkiye’de de hastaların hizmetine sunulacak. Şeker hastalarının ensülinsiz yaşamalarına olanak sağlayan ‘adacık nakli’ çalışmalarında büyük başarıya ulaşılırken, nakillerin önümüz yıl başlaması planlanıyor. 5 yıldır üzerinde çalışılan projede koyun, fare ve sıçanda yapılan deneme nakillerinde başarı sağlandı. Kadavradan bağışların alınması sonrası insanlar üzerinde de nakiller başlayacak.
7 MİLYON HASTAYA DERMAN
Ankara Dışkapı Eğitim ve Araştırma Hastanesi bünyesinde kurulan Adacell birimi pankreas adacık nakli yapmaya hazırlanıyor. Yaklaşık 7 milyon hastaya derman olacak projede pankreas adacık nakliyle diyabet hastalarının ensüline ihtiyaç duymadan yaşamaları hedefleniyor. Adacell Başkanı Doç. Dr. Ahmet Yeşilyurt, insandan insana pankreas adacık nakli yapabilmek için 5 yıldır çalıştıklarını söyledi. Yeşilyurt, pankreastan adacık hücrelerini elde etmeyi başardıklarını belirtti.
KADAVRADAN PANKREAS NAKLİ
Proje ile birlikte kadavradan pankreas naklinin başlayacağını belirten Yeşilyurt, “Bu tedavi yöntemine 5-6 yıl önce başladık. 2-3 yıldır bağışlanan kadavralardan adacık pankreas naklini deniyoruz. Hayati tehlike ortadan kalktı. Gelecek yıl pankreas adacık nakline başlayacağız. Bu nakilde temel olarak hücre nakli gerçekleştiriliyor. Koyun, fare ve sıçan gibi deney hayvanları üzerinde denedik. Başarı sağladık. Biz burada hücrelerin ömrünü uzatmak için uğraşıyoruz” dedi.
12 SAATLİK OPERASYON
Adacık nakli operasyonu şöyle gerçekleştiriliyor: “Pankreas içinde dağılmış olan adacıklar 12 saat süren ve cerrahi, enzimatik ve mekanik işlemlerden geçtikten sonra hastanın karaciğerinin ‘kapı damarına’ enjekte ediliyor. Adacıklar pankreasın içine değil karaciğere naklediliyor. Adacık naklinin en zor kısmı adacıkların pankreastan çıkarılma yani izolasyon işlemidir. Nakil işleminin en kolay bölümü ise adacıkların hastanın vücuduna nakledilme işlemi. Bu bölüm sadece 30-45 dakika sürüyor ve hastanın genel anestezi ile uyutulması bile gerekmiyor.”
Kaynak.7gunsaglik
Dünyada sayılı merkezlerde yapılabilen pankreas adacık nakli artık Türkiye’de de hastaların hizmetine sunulacak. Şeker hastalarının ensülinsiz yaşamalarına olanak sağlayan ‘adacık nakli’ çalışmalarında büyük başarıya ulaşılırken, nakillerin önümüz yıl başlaması planlanıyor. 5 yıldır üzerinde çalışılan projede koyun, fare ve sıçanda yapılan deneme nakillerinde başarı sağlandı. Kadavradan bağışların alınması sonrası insanlar üzerinde de nakiller başlayacak.
7 MİLYON HASTAYA DERMAN
Ankara Dışkapı Eğitim ve Araştırma Hastanesi bünyesinde kurulan Adacell birimi pankreas adacık nakli yapmaya hazırlanıyor. Yaklaşık 7 milyon hastaya derman olacak projede pankreas adacık nakliyle diyabet hastalarının ensüline ihtiyaç duymadan yaşamaları hedefleniyor. Adacell Başkanı Doç. Dr. Ahmet Yeşilyurt, insandan insana pankreas adacık nakli yapabilmek için 5 yıldır çalıştıklarını söyledi. Yeşilyurt, pankreastan adacık hücrelerini elde etmeyi başardıklarını belirtti.
KADAVRADAN PANKREAS NAKLİ
Proje ile birlikte kadavradan pankreas naklinin başlayacağını belirten Yeşilyurt, “Bu tedavi yöntemine 5-6 yıl önce başladık. 2-3 yıldır bağışlanan kadavralardan adacık pankreas naklini deniyoruz. Hayati tehlike ortadan kalktı. Gelecek yıl pankreas adacık nakline başlayacağız. Bu nakilde temel olarak hücre nakli gerçekleştiriliyor. Koyun, fare ve sıçan gibi deney hayvanları üzerinde denedik. Başarı sağladık. Biz burada hücrelerin ömrünü uzatmak için uğraşıyoruz” dedi.
12 SAATLİK OPERASYON
Adacık nakli operasyonu şöyle gerçekleştiriliyor: “Pankreas içinde dağılmış olan adacıklar 12 saat süren ve cerrahi, enzimatik ve mekanik işlemlerden geçtikten sonra hastanın karaciğerinin ‘kapı damarına’ enjekte ediliyor. Adacıklar pankreasın içine değil karaciğere naklediliyor. Adacık naklinin en zor kısmı adacıkların pankreastan çıkarılma yani izolasyon işlemidir. Nakil işleminin en kolay bölümü ise adacıkların hastanın vücuduna nakledilme işlemi. Bu bölüm sadece 30-45 dakika sürüyor ve hastanın genel anestezi ile uyutulması bile gerekmiyor.”
Kaynak.7gunsaglik
İnsülin Direnci İle İlgili Gerçekler
Şeker hastası mısınız? Şekerinizin düştüğünü nasıl anlarsınız bunu hangi belirtilere bakıp ölçebilirsiniz?
Şekerin yağın vücuttan doğru bir şekilde atılmamasının suçlusu yemekteki fazla şeker olduğunu ve yapılması gereken tek şeyin şekerin hayatımızdan çıkarılması olduğunu belirten Dr.Gönül Ateşsaçan, “Şeker olan gıdaları sıralayacak olursak; Tüm şekerli tatlılar, Çikolata, Beyaz un ile yapılmış tüm hamur işlerinde , kek, çörek, börek, Pirinç pilavı, Muz , Mısır, Patates, Havuç, Çok şekerli meyveler( incir, üzüm, kavun gibi)
Burada sözünü ettiğimiz şeker, bilmediğimiz şekerleri de içeriyor. Tatlı yersek , kan şekeri yükselir ve vücut insülin üretir. Kan şekeri ne kadar yükselirse, o kadar insülin üretilmiş olur ve bir o kadar da karbonhidratlar yağa dönüşür.” Dedi.
Şeker yerine hangi doğru karbonhidratları tüketmeliyiz?
Dr.Gönül Ateşsaçan daha sonra şunları söyledi; “Pirinç pilavı yerine , bulgur pilavı(az yağlı) Makarna yerine , kepekli makarna veya tam integral makarna, Şeker yerine , 2 kuru kayısı veya 1 adet hurma, Fındık yerine, leblebi, Beyaz ekmek yerine , çavdar, yulaf veya tam buğday ekmeği, Beyaz un yerine , tam buğday unu, Çok tatlı bir incir yerine, şeftali veya nektari, Kırmızı elma yerine , yeşil elma tercih etmeliyiz, Bir bardak portakal suyunun yerine, bir adet greyfurt
ŞEKERİMİZİN DÜŞTÜĞÜNÜ NASIL ANLARIZ?
Yemekten hemen sonra Canımız tatlı isterse, yemekten hemen sonra uykunuz mu geliyor, gün içinde başınız ağrıyorsa dikkat. Lütfen kan şekerinizi ölçtürün ve işlenmemiş karbonhidratları tüketiniz.”
Kaynak.7gunsaglik
Şekerin yağın vücuttan doğru bir şekilde atılmamasının suçlusu yemekteki fazla şeker olduğunu ve yapılması gereken tek şeyin şekerin hayatımızdan çıkarılması olduğunu belirten Dr.Gönül Ateşsaçan, “Şeker olan gıdaları sıralayacak olursak; Tüm şekerli tatlılar, Çikolata, Beyaz un ile yapılmış tüm hamur işlerinde , kek, çörek, börek, Pirinç pilavı, Muz , Mısır, Patates, Havuç, Çok şekerli meyveler( incir, üzüm, kavun gibi)
Burada sözünü ettiğimiz şeker, bilmediğimiz şekerleri de içeriyor. Tatlı yersek , kan şekeri yükselir ve vücut insülin üretir. Kan şekeri ne kadar yükselirse, o kadar insülin üretilmiş olur ve bir o kadar da karbonhidratlar yağa dönüşür.” Dedi.
Şeker yerine hangi doğru karbonhidratları tüketmeliyiz?
Dr.Gönül Ateşsaçan daha sonra şunları söyledi; “Pirinç pilavı yerine , bulgur pilavı(az yağlı) Makarna yerine , kepekli makarna veya tam integral makarna, Şeker yerine , 2 kuru kayısı veya 1 adet hurma, Fındık yerine, leblebi, Beyaz ekmek yerine , çavdar, yulaf veya tam buğday ekmeği, Beyaz un yerine , tam buğday unu, Çok tatlı bir incir yerine, şeftali veya nektari, Kırmızı elma yerine , yeşil elma tercih etmeliyiz, Bir bardak portakal suyunun yerine, bir adet greyfurt
ŞEKERİMİZİN DÜŞTÜĞÜNÜ NASIL ANLARIZ?
Yemekten hemen sonra Canımız tatlı isterse, yemekten hemen sonra uykunuz mu geliyor, gün içinde başınız ağrıyorsa dikkat. Lütfen kan şekerinizi ölçtürün ve işlenmemiş karbonhidratları tüketiniz.”
Kaynak.7gunsaglik
Böbrek Taşının Çözümü Limonda mı?
Prof. Dr. Selçuk Yücel limonun böbrek taşlarına iyi geldiğini vurguluyor. Taş düşürmede faydalı olan limonun özellikleri neler?
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selçuk Yücel, Türkiye’de çok yaygın olarak görülen böbrek taşı türlerinden olan ve eritilemeyen kalsiyum oksalatın düşürülmesi için sidrat özelliği olan limonun çok etkili olduğunu söyledi.
Prof. Dr. Yücel, bu hastalara sabah ve akşam birer büyük limon tüketmelerini önerdi. Prof. Dr. Selçuk Yücel, ülkemizde en sık görülen taş türünün henüz eritilebilecek bir yöntemi de bulunmayan kalsiyum oksalat olduğunu kaydetti.
SABAH AKŞAM BİR BÜYÜK LİMON
Bu taşın ancak düşürülerek vücuttan atılabileceğini belirten Prof. Dr. Yücel, bu taşın düşürülmesi için eşkina balığının beynindeki taş, maydanoz suyu, avokado yaprağı, papatya suyu gibi halk arasında çeşitli yöntemler kullanıldığını, fakat bunların kontrolsüz ve bilimsel çalışmaya dayanmadığını anlattı. Kalsiyum oksalat taşının böbreğin sitrat salgılayamaması nedeniyle oluştuğunu ve sitratın da doğal olarak en iyi limondan tüketilerek sağlanabileceğini kaydeden Prof. Dr. Yücel, tedavide hastalarına sabah ve akşam olmak üzere birer büyük limon önerdiğini kaydetti.
EN BASİT TEDAVİ BU
Prof. Dr. Yücel, "En basit tedavi bu. Latincesi sitrus, portakal, limon, greyfurt; bunların hepsi sitrus diye geçer. Limonun sitrat seviyesi çok yüksek ve tedavi olarak veriyoruz. Bu kişilerin limon tüketmeleri avantajlıdır. Bunu kullanmasına rağmen hala idrardaki sitrat seviyesi düşük ise o zaman biz sitratı dışarıdan ilaç olarak verebiliyoruz" dedi.
ÜÇ KİŞİDEN BİRİ HASTA
Türkiye’de üç kişiden biri için ’taş hastası ya da taş düşürecek’ denilebileceğini ifade eden Prof. Dr. Selçuk Yücel, "3 yıl içinde 2 ya da daha fazla taş oluşturması, kişinin aktif taş hastası olduğunu gösterir. Tahminlere göre Türkiye’de bu oran yüzde 5- 10 arasındadır" diye konuştu.
Kaynak.7gunsaglik
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selçuk Yücel, Türkiye’de çok yaygın olarak görülen böbrek taşı türlerinden olan ve eritilemeyen kalsiyum oksalatın düşürülmesi için sidrat özelliği olan limonun çok etkili olduğunu söyledi.
Prof. Dr. Yücel, bu hastalara sabah ve akşam birer büyük limon tüketmelerini önerdi. Prof. Dr. Selçuk Yücel, ülkemizde en sık görülen taş türünün henüz eritilebilecek bir yöntemi de bulunmayan kalsiyum oksalat olduğunu kaydetti.
SABAH AKŞAM BİR BÜYÜK LİMON
Bu taşın ancak düşürülerek vücuttan atılabileceğini belirten Prof. Dr. Yücel, bu taşın düşürülmesi için eşkina balığının beynindeki taş, maydanoz suyu, avokado yaprağı, papatya suyu gibi halk arasında çeşitli yöntemler kullanıldığını, fakat bunların kontrolsüz ve bilimsel çalışmaya dayanmadığını anlattı. Kalsiyum oksalat taşının böbreğin sitrat salgılayamaması nedeniyle oluştuğunu ve sitratın da doğal olarak en iyi limondan tüketilerek sağlanabileceğini kaydeden Prof. Dr. Yücel, tedavide hastalarına sabah ve akşam olmak üzere birer büyük limon önerdiğini kaydetti.
EN BASİT TEDAVİ BU
Prof. Dr. Yücel, "En basit tedavi bu. Latincesi sitrus, portakal, limon, greyfurt; bunların hepsi sitrus diye geçer. Limonun sitrat seviyesi çok yüksek ve tedavi olarak veriyoruz. Bu kişilerin limon tüketmeleri avantajlıdır. Bunu kullanmasına rağmen hala idrardaki sitrat seviyesi düşük ise o zaman biz sitratı dışarıdan ilaç olarak verebiliyoruz" dedi.
ÜÇ KİŞİDEN BİRİ HASTA
Türkiye’de üç kişiden biri için ’taş hastası ya da taş düşürecek’ denilebileceğini ifade eden Prof. Dr. Selçuk Yücel, "3 yıl içinde 2 ya da daha fazla taş oluşturması, kişinin aktif taş hastası olduğunu gösterir. Tahminlere göre Türkiye’de bu oran yüzde 5- 10 arasındadır" diye konuştu.
Kaynak.7gunsaglik
Televizyon İzlemenin Sağlık Açısından Etkileri Nelerdir?
Gündelik hayatımızın yegâne parçası haline gelmiş bulunan televizyon, gördüğü rağbet nedeniyle teknolojik bazda her geçen gün gelişmekte ve modernleşmektedir.
Evimizin baş köşesinde yerini alan ve büyükten küçüğe herkesi kendine kilitleyen bu aygıt acaba göründüğü kadar masum mu?
Kesinlikle hayır!
Kâh biyolojik kâh psikolojik manada hem çocuklarımızın hem de erişkinlerin sağlığını ciddi düzeyde tehlikeye sokan televizyon zararları yönünden incelendiğinde uzmanların en güncel konuları arasında. Bir türlü karşısından ayrılamadığımız, vazgeçemediğimiz televizyonu ne gibi zararları var gelin birlikte görelim:
Gece gündüz denecek şekilde abartılı bir biçimde televizyon izlemek bireyin göz sağlığını ciddi anlamda bozar ve ileri vadede büyük görme problemlerine neden olur. Özellikle çocuklarda hafıza gerilemesine ve dikkat dağınıklığına sebebiyet verir. Bu nedenle de bu çocukların okul başarılarında ciddi bir düşüş gözlenir. Çok uzun süre televizyon karşısında oturmak bireyde duruş bozukluklarına ve buna bağlı olarak gelişen sakatlıklara neden olabilmektedir. Bireyde psikolojik sorunlara neden olabilmekte, uyku problemleri yaşatabilmektedir. Bireyde ciddi bağımlılık oluşturduğundan sosyalleşme problemlerine ve iletişim bozuklukları neden olmaktadır. Bireyi uzun süre hareketsiz bıraktığından obeziteye, bununla birlikte erken yaşta ergenliğe girmeye neden olabilmektedir. Televizyon bireylerde kişilik bozukluklarına neden olmakta, mutluluğu engellemekte, agresif stresli ve sinirli bir kişilik yapısına neden olabilmektedir.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Evimizin baş köşesinde yerini alan ve büyükten küçüğe herkesi kendine kilitleyen bu aygıt acaba göründüğü kadar masum mu?
Kesinlikle hayır!
Kâh biyolojik kâh psikolojik manada hem çocuklarımızın hem de erişkinlerin sağlığını ciddi düzeyde tehlikeye sokan televizyon zararları yönünden incelendiğinde uzmanların en güncel konuları arasında. Bir türlü karşısından ayrılamadığımız, vazgeçemediğimiz televizyonu ne gibi zararları var gelin birlikte görelim:
Gece gündüz denecek şekilde abartılı bir biçimde televizyon izlemek bireyin göz sağlığını ciddi anlamda bozar ve ileri vadede büyük görme problemlerine neden olur. Özellikle çocuklarda hafıza gerilemesine ve dikkat dağınıklığına sebebiyet verir. Bu nedenle de bu çocukların okul başarılarında ciddi bir düşüş gözlenir. Çok uzun süre televizyon karşısında oturmak bireyde duruş bozukluklarına ve buna bağlı olarak gelişen sakatlıklara neden olabilmektedir. Bireyde psikolojik sorunlara neden olabilmekte, uyku problemleri yaşatabilmektedir. Bireyde ciddi bağımlılık oluşturduğundan sosyalleşme problemlerine ve iletişim bozuklukları neden olmaktadır. Bireyi uzun süre hareketsiz bıraktığından obeziteye, bununla birlikte erken yaşta ergenliğe girmeye neden olabilmektedir. Televizyon bireylerde kişilik bozukluklarına neden olmakta, mutluluğu engellemekte, agresif stresli ve sinirli bir kişilik yapısına neden olabilmektedir.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Kıl Dönmesi Neden oluşur? Belirtileri Nelerdir Nasıl Tedavi Edilir?
Kıl dönmesi; cilt ile kuyruk sokumu arasındaki içi kıl dolu keseciğe verilen isimdir.
Kimlerde Görülür?
-Aşırı terleyen bireylerde
-Gençlerde
-Kıllı erkeklerde
-Vücuttaki kaba etlerin birbirine sürtmesi sonucunda
-Sürekli araba kullananlarda
-Derine inen enfeksiyon durumlarında
-Nadir de olsa doğuştan ve önceden varolan bir hastalığın devamı şeklinde görülebilmektedir.
Belirtileri:
-Zaman zaman ağrı görülür
-Akıntı
-Apse
Tedavisi:
Cerrahi tedavi yöntemi uygulanır. İçerisinde kıl veya iltihap bulunan kese çıkarılır, işlem sonucunda meydana gelen boşluk ise duruma göre ya tamamen kapatılır, ya açık bırakılırak kendi kendine kapanması sağlanır, ya da yarı açık yöntem ile tedavi edilir.
Tedavide her hasta için farklı bir yöntem kullanılır. Tedaviden sonra hastalığın tekrar nüksetme ihtimali de yüksın ktir.
Ameliyat Sonrası İstirahat
İstirahat süresi yaranın büyüklüğü ve ameliyatın süresine göre değişmekle birlikte ameliyattan sonra 1-2 hafta sonra hasta ayağa kalkar ve isine devam edebilir. Hasta istirahat sürecinde istediği gibi yatabilir, yürüyebilir ve banyo yapabilir.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Kimlerde Görülür?
-Aşırı terleyen bireylerde
-Gençlerde
-Kıllı erkeklerde
-Vücuttaki kaba etlerin birbirine sürtmesi sonucunda
-Sürekli araba kullananlarda
-Derine inen enfeksiyon durumlarında
-Nadir de olsa doğuştan ve önceden varolan bir hastalığın devamı şeklinde görülebilmektedir.
Belirtileri:
-Zaman zaman ağrı görülür
-Akıntı
-Apse
Tedavisi:
Cerrahi tedavi yöntemi uygulanır. İçerisinde kıl veya iltihap bulunan kese çıkarılır, işlem sonucunda meydana gelen boşluk ise duruma göre ya tamamen kapatılır, ya açık bırakılırak kendi kendine kapanması sağlanır, ya da yarı açık yöntem ile tedavi edilir.
Tedavide her hasta için farklı bir yöntem kullanılır. Tedaviden sonra hastalığın tekrar nüksetme ihtimali de yüksın ktir.
Ameliyat Sonrası İstirahat
İstirahat süresi yaranın büyüklüğü ve ameliyatın süresine göre değişmekle birlikte ameliyattan sonra 1-2 hafta sonra hasta ayağa kalkar ve isine devam edebilir. Hasta istirahat sürecinde istediği gibi yatabilir, yürüyebilir ve banyo yapabilir.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Mükemmeliyetçilik Aslında Bizi Öldürüyor mu?
Herkeste saplantı derecesinde olabilen mükemmel olma isteği farkına varmadan bizi yavaş yavaş öldürüyor.
İş yerinde iş verene okulda öğretmenlere evde ailemize karşı korkularımız bastırılmış duygularımız var. Bu gibi bilinç altı düşünceler bir zaman sonra en iyisinin bizde olması isteğini getiriyor. Bu kişilerde depresyon ve anksiyete gibi sinir hastalıkları riski daha büyüktür. Her şeyin tam ve en iyisi olması size fayda değil zarar verir. Sözleri, hareketleri, davranışları, görünümlerine kadar hep zirvede olmak kişiyi yorar.
Zihinsel anlamda sonu iyi değildir. Her olay ve durumda her konuda hep bir boşluk, fire ya da hata payı verilmelidir. Hep iyisini düşünerek bir şeye başlanmamalıdır. Aksi halde kurulan hayaller daha büyük oranda yıkılır ve psikolojik harabiyet verir. Ayrıca bu hastalıkta intihar etme oranı erkeklerde dört kat daha fazladır. Barsak sendromu depresyon ve stres sonuçları olabilir. Mükemmel olmamak kötü veya başarısız olmak demek değildir.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
İş yerinde iş verene okulda öğretmenlere evde ailemize karşı korkularımız bastırılmış duygularımız var. Bu gibi bilinç altı düşünceler bir zaman sonra en iyisinin bizde olması isteğini getiriyor. Bu kişilerde depresyon ve anksiyete gibi sinir hastalıkları riski daha büyüktür. Her şeyin tam ve en iyisi olması size fayda değil zarar verir. Sözleri, hareketleri, davranışları, görünümlerine kadar hep zirvede olmak kişiyi yorar.
Zihinsel anlamda sonu iyi değildir. Her olay ve durumda her konuda hep bir boşluk, fire ya da hata payı verilmelidir. Hep iyisini düşünerek bir şeye başlanmamalıdır. Aksi halde kurulan hayaller daha büyük oranda yıkılır ve psikolojik harabiyet verir. Ayrıca bu hastalıkta intihar etme oranı erkeklerde dört kat daha fazladır. Barsak sendromu depresyon ve stres sonuçları olabilir. Mükemmel olmamak kötü veya başarısız olmak demek değildir.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Dikkat Eksikliğinin Sebepleri Tarım İlaçlarımı ?
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Sendromu (DEHS) teşhisi konan çocukların sayısı hızla artıyor. İstatistikler Amerika’ da çocukların yüzde 3 ila 7’ sinde DEHS olduğunu gösteriyor. Bu artış bazı uzmanlar tarafından birçok çocuğa yanlış teşhis konmasına, bazıları tarafından da pestisitlerin yaygın kullanımına bağlanıyor.
Pestisitler, dilimizde tarım ilacı veya zirai ilaç adlarıyla bilinen çeşitli kimyasal maddelerdir. Bunlar, zararlı organizmaları engellemek, kontrol altına almak veya zararlarını azaltmak için kullanılır.
En çok kullanılan pestisitlerden biri önce kimyasal silah (sarin ve sinir gazları) olarak geliştirilen organofosfatlar olarak bilinen bileşiklerdir. Bunlar asetilkolinesteraz enzimini etkisizleştirerek etki gösteririler.
Organofosfat sınıfı tarım ilaçlarının DEHS’ e yol açtığını gösteren araştırmalara her gün bir yenisi ekleniyor. Environmental Health Perspectivesdergisinde yayımlanan araştırmaya göre hamileyken idrarlarında daha çok tarım ilacı saptanan annelerin çocuklarında DEHS görülme ihtimali, diğer annelerin çocuklarına göre çok daha fazla olduğu ortaya çıktı.
Brenda Eskenazi ve arkadaşları yoğun olarak tarım yapılan Salinas Valley’ de yaşayan hamile kadınların idrarlarında pestisitlerin parçalanma ürünlerini hamilelikleri süresince iki kere ve doğumdan sonra bunların çocuklarında birçok kereler ölçtüler. 300’ den fazla Meksika kökenli Amerikalı çocuk, 3 ve 5 yaşlarında dikkat eksikliği ve hiperaktivite bakımından değerlendirildi. İdrarlarında pestisitlerin 10 misli artmış olduğu annelerin çocuklarında DEHS’ nin 5 misli fazla görüldüğü belirlendi. Hastalığın 3 yaşındayken belirgin olmadığı esas olarak 5 yaşında ortaya çıktığı, bazı çocukların genetik olarak hastalığa daha yatkın olabilecekleri de anlaşıldı.
Harvard Üniversitesi tarafından yapılan ve 3 ay önce yayınlanan bir araştırmada da idrarlarında pestisit miktarında 10 misli artış olan çocuklarda DEHS riskinin yüzde 55 oranında arttığı, erkek çocukların DEHS’ e kızlara göre daha duyarlı oldukları belirlenmişti. Çocukların pestisitlere yiyecekler aracılığıyla maruz kaldıkları düşünülüyor.
Gelelim neticeye
BİR: Organofosfatlar böceklerin sinir sistemini etkileyen ilaçlar olduklarından bunların insanların sinir sistemini de etkilemeleri çok anlaşılabilir bir şey.
İKİ: Bu araştırma organofosfatlara doğumdan önce maruz kalmanın da DEHS riskini artırmasını göstermesi bakımından çok önemli.
ÜÇ: Erkek çocuklar DEHS’ a kızlara göre daha yatkınlar. DEHS riskini artıran genetik faktörler de var.
DÖRT: Bu araştırma sebep sonuç ilişkisini kanıtlayan bir araştırma olmamakla beraber tarım ilaçlarının çok kullanıldığı bölgelerde yaşayan anne adaylarının daha dikkatli olmaları gerekiyor.
BEŞ: Tüm meyve ve sebzelerin bol su ile iyice yıkanmadan yenmemesi gerekiyor. Hamile hanımlar ve küçük çocukların daha duyarlı oldukları unutulmamalı.
KAYNAKLAR
1. Amy R. Marks, Kim Harley, Asa Bradman, Katherine Kogut, Dana Boyd Barr, Caroline Johnson, Norma Calderon, Brenda Eskenazi: Organophosphate Pesticide Exposure and Attention in Young Mexican-American Children:http://ehp03.niehs.nih.gov/article/info:doi/10.1289/ehp.1002056
2. Brenda Eskenazi, Karen Huen, Amy Marks, Kim G. Harley, Asa Bradman, Dana Boyd Barr, Nina Holland: PON1 and Neurodevelopment in Children from the CHAMACOS Study Exposed to Organophosphate Pesticides in Utero http://ehp03.niehs.nih.gov/article/info:doi/10.1289/ehp.1002234
Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta
www.ahmetrasimkucukusta.com
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Pestisitler, dilimizde tarım ilacı veya zirai ilaç adlarıyla bilinen çeşitli kimyasal maddelerdir. Bunlar, zararlı organizmaları engellemek, kontrol altına almak veya zararlarını azaltmak için kullanılır.
En çok kullanılan pestisitlerden biri önce kimyasal silah (sarin ve sinir gazları) olarak geliştirilen organofosfatlar olarak bilinen bileşiklerdir. Bunlar asetilkolinesteraz enzimini etkisizleştirerek etki gösteririler.
Organofosfat sınıfı tarım ilaçlarının DEHS’ e yol açtığını gösteren araştırmalara her gün bir yenisi ekleniyor. Environmental Health Perspectivesdergisinde yayımlanan araştırmaya göre hamileyken idrarlarında daha çok tarım ilacı saptanan annelerin çocuklarında DEHS görülme ihtimali, diğer annelerin çocuklarına göre çok daha fazla olduğu ortaya çıktı.
Brenda Eskenazi ve arkadaşları yoğun olarak tarım yapılan Salinas Valley’ de yaşayan hamile kadınların idrarlarında pestisitlerin parçalanma ürünlerini hamilelikleri süresince iki kere ve doğumdan sonra bunların çocuklarında birçok kereler ölçtüler. 300’ den fazla Meksika kökenli Amerikalı çocuk, 3 ve 5 yaşlarında dikkat eksikliği ve hiperaktivite bakımından değerlendirildi. İdrarlarında pestisitlerin 10 misli artmış olduğu annelerin çocuklarında DEHS’ nin 5 misli fazla görüldüğü belirlendi. Hastalığın 3 yaşındayken belirgin olmadığı esas olarak 5 yaşında ortaya çıktığı, bazı çocukların genetik olarak hastalığa daha yatkın olabilecekleri de anlaşıldı.
Harvard Üniversitesi tarafından yapılan ve 3 ay önce yayınlanan bir araştırmada da idrarlarında pestisit miktarında 10 misli artış olan çocuklarda DEHS riskinin yüzde 55 oranında arttığı, erkek çocukların DEHS’ e kızlara göre daha duyarlı oldukları belirlenmişti. Çocukların pestisitlere yiyecekler aracılığıyla maruz kaldıkları düşünülüyor.
Gelelim neticeye
BİR: Organofosfatlar böceklerin sinir sistemini etkileyen ilaçlar olduklarından bunların insanların sinir sistemini de etkilemeleri çok anlaşılabilir bir şey.
İKİ: Bu araştırma organofosfatlara doğumdan önce maruz kalmanın da DEHS riskini artırmasını göstermesi bakımından çok önemli.
ÜÇ: Erkek çocuklar DEHS’ a kızlara göre daha yatkınlar. DEHS riskini artıran genetik faktörler de var.
DÖRT: Bu araştırma sebep sonuç ilişkisini kanıtlayan bir araştırma olmamakla beraber tarım ilaçlarının çok kullanıldığı bölgelerde yaşayan anne adaylarının daha dikkatli olmaları gerekiyor.
BEŞ: Tüm meyve ve sebzelerin bol su ile iyice yıkanmadan yenmemesi gerekiyor. Hamile hanımlar ve küçük çocukların daha duyarlı oldukları unutulmamalı.
KAYNAKLAR
1. Amy R. Marks, Kim Harley, Asa Bradman, Katherine Kogut, Dana Boyd Barr, Caroline Johnson, Norma Calderon, Brenda Eskenazi: Organophosphate Pesticide Exposure and Attention in Young Mexican-American Children:http://ehp03.niehs.nih.gov/article/info:doi/10.1289/ehp.1002056
2. Brenda Eskenazi, Karen Huen, Amy Marks, Kim G. Harley, Asa Bradman, Dana Boyd Barr, Nina Holland: PON1 and Neurodevelopment in Children from the CHAMACOS Study Exposed to Organophosphate Pesticides in Utero http://ehp03.niehs.nih.gov/article/info:doi/10.1289/ehp.1002234
Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta
www.ahmetrasimkucukusta.com
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Depresyon ve Bağımlılığa İyi Gelen Mantar
Beyin fonksiyonlarını değiştirebilen obsesif kompulsif bozukluktan anksiyeteye depresyondan bağımlılığa kadar ilaçtan daha iyi gelebilen doğal bir çare var: mantar.
Zihin sağlığını destekliyor, içindeki aktif kimyasallar ile aklın biyolojisini adeta onarıyor. Duygusal düşünmeyle ilgili beynin aktif kısımlarına direkt hitap ediyor. Duygu durum düşünce his sorunları açısından depresyon sıkıntı bunalım bağımlılık sorunları yönünden beyaz mantarlar oldukça etkili.
Beynin ilkel bölgeleri aktif hale geliyor duygusal düşüncelerin önüne geçiliyor. Beyinde gelişen bağımlılıkla ilgili psikolojik sorunların iyileşmesinde de mantarlar oldukça etkili. Zihin yapısını değiştiren doğal ve basit bir tedavi şekli. Sadece bu mantarı tüketmek bize kalıyor. Profesyonel tedaviyle birlikte bu alternatif yöntem de öneriliyor. Birçok ülkede mantar tüketimi bu hastalıklar için önerilmekte. Sigara, madde, alkol gibi bağımlılık ve diğer kötü alışkanlıkları önleme açısından da yine etkili.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Zihin sağlığını destekliyor, içindeki aktif kimyasallar ile aklın biyolojisini adeta onarıyor. Duygusal düşünmeyle ilgili beynin aktif kısımlarına direkt hitap ediyor. Duygu durum düşünce his sorunları açısından depresyon sıkıntı bunalım bağımlılık sorunları yönünden beyaz mantarlar oldukça etkili.
Beynin ilkel bölgeleri aktif hale geliyor duygusal düşüncelerin önüne geçiliyor. Beyinde gelişen bağımlılıkla ilgili psikolojik sorunların iyileşmesinde de mantarlar oldukça etkili. Zihin yapısını değiştiren doğal ve basit bir tedavi şekli. Sadece bu mantarı tüketmek bize kalıyor. Profesyonel tedaviyle birlikte bu alternatif yöntem de öneriliyor. Birçok ülkede mantar tüketimi bu hastalıklar için önerilmekte. Sigara, madde, alkol gibi bağımlılık ve diğer kötü alışkanlıkları önleme açısından da yine etkili.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Kanser Nedir? Kansere Neden Olan Faktörler
Son yıllarda çok gündemde olan kanser hastalığında tıptaki ilerlemelere rağmen bir artış görülmektedir.
Bütün teknolojik gelişmelere karşın kanser hastalığı hala can almaya devam etmektedir. Bugünkü tıp bilgilerimize göre çoğu kanser türünde çok uzun ve sağlıklı yaşam mümkün olmamaktadır. Belkide en akıllıcası kanser olmayı beklemek yerine zamanında doğal yöntemlerle bir koruyucu önlemlerle riski en aza indirmektir. Malesef çok işi zamanında stres katsayısını, beslenmesini, antioksidan alımını ihmal etmekte, ancak bu olumsuz hastalık başladıktan sonra kendime bakmaya başlamaktadır. Bu seferde çok daha fazla masrafla, üzücü ve yorucu yöntemlere kısıtlı sonuçlar alınabilmektedir.
Genetik çevresel faktörler, nadiren boğaz enfeksiyonlar, fazla kilo, stres, alkol, sigara, hatalı beslenme gibi nedenler kanser riskini artırabilir. Aslında kanserin nedeni hala tam olarak bilinmemektedir. Biraz dikkatli incelenirse bir grup hücrenin kendini bütünden farklı olarak algılaması, asileşmesi ve çoğalıp üremesi ile ilgili olduğu anlaşılır. Bunun sonucu olarak da çoğalmakta büyümekte ve yayılmakta ama diğer bütün ile beraber kendini de yok etmektedir.
Kanser tedavisinde felsefi ve psikolojik desteğin önemi büyüktür. Kişilere özünde bir bütünün parçası olduğunun hatırlatılmasının ve hissettiririlmesinin, içindeki hücrelerin çoğalma tarzına da olumlu olarak yansıyabilmektedir.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Bütün teknolojik gelişmelere karşın kanser hastalığı hala can almaya devam etmektedir. Bugünkü tıp bilgilerimize göre çoğu kanser türünde çok uzun ve sağlıklı yaşam mümkün olmamaktadır. Belkide en akıllıcası kanser olmayı beklemek yerine zamanında doğal yöntemlerle bir koruyucu önlemlerle riski en aza indirmektir. Malesef çok işi zamanında stres katsayısını, beslenmesini, antioksidan alımını ihmal etmekte, ancak bu olumsuz hastalık başladıktan sonra kendime bakmaya başlamaktadır. Bu seferde çok daha fazla masrafla, üzücü ve yorucu yöntemlere kısıtlı sonuçlar alınabilmektedir.
Genetik çevresel faktörler, nadiren boğaz enfeksiyonlar, fazla kilo, stres, alkol, sigara, hatalı beslenme gibi nedenler kanser riskini artırabilir. Aslında kanserin nedeni hala tam olarak bilinmemektedir. Biraz dikkatli incelenirse bir grup hücrenin kendini bütünden farklı olarak algılaması, asileşmesi ve çoğalıp üremesi ile ilgili olduğu anlaşılır. Bunun sonucu olarak da çoğalmakta büyümekte ve yayılmakta ama diğer bütün ile beraber kendini de yok etmektedir.
Kanser tedavisinde felsefi ve psikolojik desteğin önemi büyüktür. Kişilere özünde bir bütünün parçası olduğunun hatırlatılmasının ve hissettiririlmesinin, içindeki hücrelerin çoğalma tarzına da olumlu olarak yansıyabilmektedir.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Kola Kadınlarda Kanser Riskini Artırabilir
Meşrubat testlerinde kolada bulunan karamel ve kıvam verici kimyasal bir maddenin kadınlarda kanser riski oluşturduğu belirlendi.
Özellikle fazla kola tüketenlerde risk olası. Fareler üzerinde yapılan deneylerde bu kimyasalın toksisite oranı incelenmiş ve sağlığı tehdit ettiği görülmüştür. Kanserojen maddeler çoğu yiyecek içecekte maalesef mevcut ve kola da bunların başında geliyor. Renklendirici içerdiğinden bu madde kanser türlerini tetikleyebiliyor.
Araştırmalarda insanların potansiyel kola tüketim seviyelerini incelemiş ve oranın yüksek olduğunu saptamıştır. Günlük hayatımızdan kolayı uzak tutmamız özellikle kadınların çok az tüketmeleri ya da hiç tüketmemeleri sağlık açısından önemli. Diyet ve normal kola aynı ayrıca bira da bu kategoriye dahil. Soda, kola gibi gazlı ve katkılı içecekleri her yaştan kişiler sıkça tüketiyor. Ömür boyu kanser riskinizi artırmayın sağlıklı beslenin ve bu konuda bilinçlenmeye başlayın.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Özellikle fazla kola tüketenlerde risk olası. Fareler üzerinde yapılan deneylerde bu kimyasalın toksisite oranı incelenmiş ve sağlığı tehdit ettiği görülmüştür. Kanserojen maddeler çoğu yiyecek içecekte maalesef mevcut ve kola da bunların başında geliyor. Renklendirici içerdiğinden bu madde kanser türlerini tetikleyebiliyor.
Araştırmalarda insanların potansiyel kola tüketim seviyelerini incelemiş ve oranın yüksek olduğunu saptamıştır. Günlük hayatımızdan kolayı uzak tutmamız özellikle kadınların çok az tüketmeleri ya da hiç tüketmemeleri sağlık açısından önemli. Diyet ve normal kola aynı ayrıca bira da bu kategoriye dahil. Soda, kola gibi gazlı ve katkılı içecekleri her yaştan kişiler sıkça tüketiyor. Ömür boyu kanser riskinizi artırmayın sağlıklı beslenin ve bu konuda bilinçlenmeye başlayın.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Gençlere Erken Kanser Önleme Yöntemleri
Onkoloji çalışmalarında kolon veya rektum, meme, prostat, akciğer, karaciğer, pankreas veya yumurtalık kanseri tanısı koyulan hastalar incelenmiştir.
Erken yaşlarda kansere karşı bilinçlenmek ileride korunmak adına önemlidir. Sağ kalım oranları ırk, yaş, cinsiyet ve sağlık durumuna göre belirleniyor. 65 yaş altı hastalarda birtakım kanser türlerinde hayatta kalma ve kurtulma oranı daha yüksek. %45’e kadar yaş azaldıkça risk azalıyor. Erken yaşta tedbir alındığında 70 yaş sonrasında da kurtulma şansı %15 artıyor.
Özellikle karaciğer, akciğer, pankreas veya yumurtalık kanseri olan hastalarda erken tedaviye gitme durumunda belli ölçüde olumlu sonuçlar alınmıştır. Karaciğer kanseri için% 39, Prostat kanseri için% 68 oran söz konusudur. Gelecekteki araştırmalar ve tedavi uygulamaları için bu veriler oldukça önemlidir. İyileşme oranları popülasyona göre değişiyor. Kanserde bakım ve erken önlemler hayat kurtarır.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Erken yaşlarda kansere karşı bilinçlenmek ileride korunmak adına önemlidir. Sağ kalım oranları ırk, yaş, cinsiyet ve sağlık durumuna göre belirleniyor. 65 yaş altı hastalarda birtakım kanser türlerinde hayatta kalma ve kurtulma oranı daha yüksek. %45’e kadar yaş azaldıkça risk azalıyor. Erken yaşta tedbir alındığında 70 yaş sonrasında da kurtulma şansı %15 artıyor.
Özellikle karaciğer, akciğer, pankreas veya yumurtalık kanseri olan hastalarda erken tedaviye gitme durumunda belli ölçüde olumlu sonuçlar alınmıştır. Karaciğer kanseri için% 39, Prostat kanseri için% 68 oran söz konusudur. Gelecekteki araştırmalar ve tedavi uygulamaları için bu veriler oldukça önemlidir. İyileşme oranları popülasyona göre değişiyor. Kanserde bakım ve erken önlemler hayat kurtarır.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Çürük dişteki bakteriler kalp krizine neden oluyor
Diş Hekimi Gülbahar Köken, “Dişlerimizi her gün en az 2 ile 3 defa fırçalamalıyız. En önemlisi gece yatmadan önce mutlaka ve mutlaka dişlerimizi fırçalamamız gerekiyor. Diş fırçalarının en az 3 ayda bir değiştirilmesi gerekiyor. Dişlerimizi fırçalarken nohut büyüklüğü kadar macun kullanmak yeterlidir.
Fazla macun kullanarak ağzımızın içerisini köpürtmenin dişlerimiz ve ağız sağlığı açısından çokta önemli değil. Önemli olan yediklerimizden ağızda ve diş aralarında kalanları temizlemektir. Dişlerimizi fırçalarken mutlaka fırçamızın ders tarafıyla da dil ve yanaklarımızı da temizlemekte fayda vardır” dedi.
Diş Hekimi Köken, “Sağlıklı bir dişlere sahip olmak için mutlaka altı ayda bir diş hekimine giderek diş kontrolü yaptırmak ve gerek varsa diş tedavisinde bulunmakta fayda var. Her şeyin başı temizlik olduğu için sağlıklı bir deş ve ağız sağlığı içinde temizlik şarttır. Ağızdaki çürük dişlerde bulunan bakteriler özellikle kalbe yerleşerek kalp krizi riski oluşturduğundan ağız ve diş sağlığının önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. Dişlerimizi temizlerken önce sert olmayan ve üst azı dişlerimizden dairesel
hareketlerle başlayarak fırçalamakta fayda vardır. Dil ve yanak temizliği de ihmal edilmemelidir. Ağız ve diş temizliği bir bütündür” diye konuştu.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Fazla macun kullanarak ağzımızın içerisini köpürtmenin dişlerimiz ve ağız sağlığı açısından çokta önemli değil. Önemli olan yediklerimizden ağızda ve diş aralarında kalanları temizlemektir. Dişlerimizi fırçalarken mutlaka fırçamızın ders tarafıyla da dil ve yanaklarımızı da temizlemekte fayda vardır” dedi.
Diş Hekimi Köken, “Sağlıklı bir dişlere sahip olmak için mutlaka altı ayda bir diş hekimine giderek diş kontrolü yaptırmak ve gerek varsa diş tedavisinde bulunmakta fayda var. Her şeyin başı temizlik olduğu için sağlıklı bir deş ve ağız sağlığı içinde temizlik şarttır. Ağızdaki çürük dişlerde bulunan bakteriler özellikle kalbe yerleşerek kalp krizi riski oluşturduğundan ağız ve diş sağlığının önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. Dişlerimizi temizlerken önce sert olmayan ve üst azı dişlerimizden dairesel
hareketlerle başlayarak fırçalamakta fayda vardır. Dil ve yanak temizliği de ihmal edilmemelidir. Ağız ve diş temizliği bir bütündür” diye konuştu.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Aile Planlaması
Toplumların eğitim düzeyi yükseldikçe, doğurma oranı azalmaktadır. Bu, doğum kontrolu ve kürtaj uygulamalarının bir sonucudur. Günümüzde, kadınlar eskisine göre ilk adetlerini daha erken yaşta görmekte ve cinsel ilişkiye daha erken başlamaktadır. Doğum oranı azaldığı için, (kesin bir korunma yöntemi olmamakla birlikte) emzirme doğum kontroluyla ilgili önemli bir etki de göstermemektedir.
Bu nedenle, herhangi bir doğum kontrol yöntemi kullanılmadığı takdirde, çocuk sayısını sınırlandırmak bugün daha da zordur. Yaygın olarak kullanılan doğum kontrol yöntemlerini şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Doğum kontrol hapları
2. Uzun etkili doğum kontrol yöntemleri (enjeksiyon,implant vs)
3. Spiral
4. Bariyer yöntemleri (diafram, spermisid, prezervatif vs)
5. Doğal yöntemler (takvim ve çekilme yöntemleri)
6. Cerrahi sterilizasyon (kısırlaştırma)
Ülkemizde bunlardan hangisinin ne oranda kullanıldığı hakkında yeterince bilgi sahibi değiliz. Ancak gelişmiş ülkelerde, en çok kullanılan yöntem doğum kontrol haplarıdır; özellikle cinsel yolla bulaşan hastalıklar nedeniyle, son yıllarda prezervatif kullanımı da artmıştır. Daha çok kadınlarda olmak üzere, her iki cins için de cerrahi kısırlaştırma yöntemi kullanımında dikkat çekici bir artış gözlenmektedir.
Aile planlaması yöntemlerini şu şekilde de sınıflandırabiliriz:
1. Dönüşümsüz yöntemler: Sonradan hiç çocuk istemeyen çiftler için cerrahi kısırlaştırma yöntemi idealdir. Bunun tekrardan düzeltilmesi mümkündür ama, düşük bir olasılıktır. Yan etkilerinin çok az olması ve nispeten basit bir yöntem olması nedeni ile tercih edilir. Erkek kısırlaştırması, lokal anestezialtında 10-15 dakika süren bir işlemdir. Kadın kısırlaştırma işlemi ise, genelanestezi altında laparoskopik yöntemle 15 dakikada yapılan ve hastanın aynı gün evine gönderildiği, basit bir cerrahi girişimdir. Açık ameliyat (minilaparoto-mi) ile yapılırsa hasta birkaç gün hastanede kalabilir. Başarısızlık oranları, erkek sterilizasyonunda % 0.1-0.15, kadın sterilizasyonunda ise % 0.2 civarın-dadır. Yapılan çalışmalar, cerrahi yöntemlerle kısırlaştırılan kadınlarda yu-murtalık kanseri görülme sıklığının azaldığını ortaya koymuştur. Kısırlaştırma işleminin, cinsellik üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olmadığı gösterilmiş-tir. Adet kanamaları üzerindeki etki ise, kesin değildir. Çoğu yayında adet kanamalarında değişiklik olmadığı bildirilmektedir ama, bazan kanamada artış görülmektedir.
2. Dönüşümlü yöntemler: Daha sonra çocuk isteyen çiftlerde uygulanır. Hastanıntercihine, kullanıma engel oluşturan bir hastalığının olup olmamasına ve entellektüel durumuna göre farklı yöntemler seçilebilir. Başarısızlık oranları, bazı yöntemler için hastanın uygulamadaki başarısına göre değişir. Takvim yöntemi % 9-25, çekilme yöntemi % 4-19, kombine doğum kontrol hapları % 0.1-3, yalnızca progesteron içeren haplar % 0.5-3, spiral % 0.1-2, cilt altı implantları % 0.05, depo enjeksiyonlar % 0.3, spermisidler % 6-26, servikal kep %9-40, diafram+sper-misidler % 6-20 ve prezervatif % 3-14 başarısızlık riski taşır. Doğum kontrolunun yetersiz uygulanması, kürtaj oranlarında artışa yol açar.Bu, hem halk sağlığı hem de ekonomik açıdan çok daha fazla maliyet getirir.Ayrıca, giderek yaygınlaşan cinsel yolla bulaşan hastalıklar da gözönüne alınarak hastaların bilinçlendirilmesi ve özellikle birden fazla partneri olan kişiler için prezervatif kullanımının özendirilmesi gerekir.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Bu nedenle, herhangi bir doğum kontrol yöntemi kullanılmadığı takdirde, çocuk sayısını sınırlandırmak bugün daha da zordur. Yaygın olarak kullanılan doğum kontrol yöntemlerini şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Doğum kontrol hapları
2. Uzun etkili doğum kontrol yöntemleri (enjeksiyon,implant vs)
3. Spiral
4. Bariyer yöntemleri (diafram, spermisid, prezervatif vs)
5. Doğal yöntemler (takvim ve çekilme yöntemleri)
6. Cerrahi sterilizasyon (kısırlaştırma)
Ülkemizde bunlardan hangisinin ne oranda kullanıldığı hakkında yeterince bilgi sahibi değiliz. Ancak gelişmiş ülkelerde, en çok kullanılan yöntem doğum kontrol haplarıdır; özellikle cinsel yolla bulaşan hastalıklar nedeniyle, son yıllarda prezervatif kullanımı da artmıştır. Daha çok kadınlarda olmak üzere, her iki cins için de cerrahi kısırlaştırma yöntemi kullanımında dikkat çekici bir artış gözlenmektedir.
Aile planlaması yöntemlerini şu şekilde de sınıflandırabiliriz:
1. Dönüşümsüz yöntemler: Sonradan hiç çocuk istemeyen çiftler için cerrahi kısırlaştırma yöntemi idealdir. Bunun tekrardan düzeltilmesi mümkündür ama, düşük bir olasılıktır. Yan etkilerinin çok az olması ve nispeten basit bir yöntem olması nedeni ile tercih edilir. Erkek kısırlaştırması, lokal anestezialtında 10-15 dakika süren bir işlemdir. Kadın kısırlaştırma işlemi ise, genelanestezi altında laparoskopik yöntemle 15 dakikada yapılan ve hastanın aynı gün evine gönderildiği, basit bir cerrahi girişimdir. Açık ameliyat (minilaparoto-mi) ile yapılırsa hasta birkaç gün hastanede kalabilir. Başarısızlık oranları, erkek sterilizasyonunda % 0.1-0.15, kadın sterilizasyonunda ise % 0.2 civarın-dadır. Yapılan çalışmalar, cerrahi yöntemlerle kısırlaştırılan kadınlarda yu-murtalık kanseri görülme sıklığının azaldığını ortaya koymuştur. Kısırlaştırma işleminin, cinsellik üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olmadığı gösterilmiş-tir. Adet kanamaları üzerindeki etki ise, kesin değildir. Çoğu yayında adet kanamalarında değişiklik olmadığı bildirilmektedir ama, bazan kanamada artış görülmektedir.
2. Dönüşümlü yöntemler: Daha sonra çocuk isteyen çiftlerde uygulanır. Hastanıntercihine, kullanıma engel oluşturan bir hastalığının olup olmamasına ve entellektüel durumuna göre farklı yöntemler seçilebilir. Başarısızlık oranları, bazı yöntemler için hastanın uygulamadaki başarısına göre değişir. Takvim yöntemi % 9-25, çekilme yöntemi % 4-19, kombine doğum kontrol hapları % 0.1-3, yalnızca progesteron içeren haplar % 0.5-3, spiral % 0.1-2, cilt altı implantları % 0.05, depo enjeksiyonlar % 0.3, spermisidler % 6-26, servikal kep %9-40, diafram+sper-misidler % 6-20 ve prezervatif % 3-14 başarısızlık riski taşır. Doğum kontrolunun yetersiz uygulanması, kürtaj oranlarında artışa yol açar.Bu, hem halk sağlığı hem de ekonomik açıdan çok daha fazla maliyet getirir.Ayrıca, giderek yaygınlaşan cinsel yolla bulaşan hastalıklar da gözönüne alınarak hastaların bilinçlendirilmesi ve özellikle birden fazla partneri olan kişiler için prezervatif kullanımının özendirilmesi gerekir.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Ağız Kanseri, Nedenleri Ve Tedavisi
Ağız kanserlerinin sıklığı ve ciddiyeti ağız kanserlerinin çoğunluğu 45 yaşın üzerinde ortaya çıkar ve erkeklerde oluşma olasılığı kadınlara oranla 2 kat fazladır. Ağız kanserlerinin oluştuğu bölgeler sıklıkla; dil, ağız tabanı, dil köküne yakın yumuşak damak alanları, dudaklar ve dişetleridir.
Ağız kanserleri erken dönemde teşhis edilerek tedavi sağlanmazsa yayılarak sürekli ağrı, fonksiyon kaybı, tedavi sonrası düzeltilmesi mümkün olmayan yüz ve ağız deformiteleri, hatta ölümlere neden olabilir. Dişhekimine düzenli aralıklarla gidilmesi ağız kanserlerinin erken dönemde yakalanması açısından da önemlidir.
Ağız kanserlerinin nedenleri nelerdir?
Ağız kanserlerinin kesin nedeni tam olarak bilinmez. Bununla beraber, tütün ürünleri, alkol ve bazı besinlerdeki karsinojen maddeler ve fazla güneş ışığına maruz kalınması gibi faktörlerin ağız kanseri riskini arttırdığı bulunmuştur. Genetik yatkınlık ta ağız kanserleri için risk faktörleri arasındadır.
Ağız kanserlerinin muhtemel belirtileri
Ağız içinde veya etrafında beyaz veya kırmızı renkli alanlar Ağız içinde hassas, tahriş olmuş, kabarık veya kalınlaşmış alanların olması Ağızda veya boğazda tekrarlayan kanamalar Seste boğukluk veya boğazda yutulamayan cisim hissi Çiğneme ve yutma Dil ve çene hareketlerinde zorlanma Dil veya ağızın diğer bölgelerinde his kaybı, uyuşukluk Alt veya üst çenede meydana gelen şişlikler ve bunun sonucu mevcut protez uyumunun bozulması Ağız kanseri lezyonları başlangıç döneminde ağrısızdır, kanser ilerleyerek sağlıklı ağız dokularında harabiyet oluşturdukça ağrı şikayeti de başlar. Kişinin kendinin ağız kanserini farketmesi güç olabilir. Bu nedenle düzenli dişhekimine gidilmesi son derece önemlidir.
Ağız kanseri riskinin azaltılması
– Sigara, sigar, pipo gibi tütün ürünlerinin kullanmayınız, tütün çiğnemeyin.
– Alkol kullanıyorsanız, aşırıya kaçmayın.
– Hem alkol hem de tütün ürünlerini kullanan kişilerde ağız kanseri riski alkol ve tütün ürünlerini kullanmayan kişilere göre 15 kat artmıştır.
– Meyva ve sebzeden zengin diyetle beslenin. Araştırmalar bu tür diyetin ağız kanseri riskini azaltabileceğini ileri sürmektedir.
– Düzenli olarak dişhekimine gitmeyi ihmal etmeyin.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Ağız kanserleri erken dönemde teşhis edilerek tedavi sağlanmazsa yayılarak sürekli ağrı, fonksiyon kaybı, tedavi sonrası düzeltilmesi mümkün olmayan yüz ve ağız deformiteleri, hatta ölümlere neden olabilir. Dişhekimine düzenli aralıklarla gidilmesi ağız kanserlerinin erken dönemde yakalanması açısından da önemlidir.
Ağız kanserlerinin nedenleri nelerdir?
Ağız kanserlerinin kesin nedeni tam olarak bilinmez. Bununla beraber, tütün ürünleri, alkol ve bazı besinlerdeki karsinojen maddeler ve fazla güneş ışığına maruz kalınması gibi faktörlerin ağız kanseri riskini arttırdığı bulunmuştur. Genetik yatkınlık ta ağız kanserleri için risk faktörleri arasındadır.
Ağız kanserlerinin muhtemel belirtileri
Ağız içinde veya etrafında beyaz veya kırmızı renkli alanlar Ağız içinde hassas, tahriş olmuş, kabarık veya kalınlaşmış alanların olması Ağızda veya boğazda tekrarlayan kanamalar Seste boğukluk veya boğazda yutulamayan cisim hissi Çiğneme ve yutma Dil ve çene hareketlerinde zorlanma Dil veya ağızın diğer bölgelerinde his kaybı, uyuşukluk Alt veya üst çenede meydana gelen şişlikler ve bunun sonucu mevcut protez uyumunun bozulması Ağız kanseri lezyonları başlangıç döneminde ağrısızdır, kanser ilerleyerek sağlıklı ağız dokularında harabiyet oluşturdukça ağrı şikayeti de başlar. Kişinin kendinin ağız kanserini farketmesi güç olabilir. Bu nedenle düzenli dişhekimine gidilmesi son derece önemlidir.
Ağız kanseri riskinin azaltılması
– Sigara, sigar, pipo gibi tütün ürünlerinin kullanmayınız, tütün çiğnemeyin.
– Alkol kullanıyorsanız, aşırıya kaçmayın.
– Hem alkol hem de tütün ürünlerini kullanan kişilerde ağız kanseri riski alkol ve tütün ürünlerini kullanmayan kişilere göre 15 kat artmıştır.
– Meyva ve sebzeden zengin diyetle beslenin. Araştırmalar bu tür diyetin ağız kanseri riskini azaltabileceğini ileri sürmektedir.
– Düzenli olarak dişhekimine gitmeyi ihmal etmeyin.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Çoçuklarda Diş Sağlığı, Diş Hastalıkları Ve Öneriler
Süt dişleri normal dişlere oranla daha çok organik madde içerirler, bu nedenle çürümeye daha yatkınlardır, daha kolay ve hızlı çürürler. Çocuklar, çürüğün erken döneminde görülebilen soğuk sıcak hassasiyeti ve hafif ağrı gibi sinyalleri zamanında yorumlayamazlar. Olayı ancak dayanılamayacak kadar ağrı olmasında fark ederler ki bu durumda çok geç kalınmış olabilir.
Diş fırçalamakÇocuklar ağız bakımına yetişkinler kadar dikkat edemezler.
Çocuğun el becerisi, merakı ve ebeveynin tutumu diş fırçalama alışkanlığını belirler.
Özellikle annelerin sıklıkla yaptığı bir hata da emzik ya da biberonu şeker, reçel vb. gibi gıdalara batırarak çocuklara vermeleri veya uyku aralarında şekerli süt, meyve suyu gibi gıdalara alıştırmalarıdır. Böylece beslenme düzensizliğinden dolayı dişler çürümeye yatkın hale gelir.
Çürük oluşumu engellenebilir mi?
Çürüğü tamamen engelleyebilecek bir aşı yada ilaç henüz geliştirilemedi. Ancak, çürük sayısını azaltmaya yönelik bazı malzemeler günümüzde kullanılmaktadır, bunlardan birisi; “fissür örtücü” dediğimiz malzemedir. Diş çürükleri genellikle azı ve küçükazı dişlerinin, çiğneyici yüzlerinde bulunan “fissür” adı verilen oluklarda başlar. Bahsettiğimiz malzemeyle olukların üzeri kapatılıp, o bölgeye mikrop, yemek artığı vs. nin sızması engellenerek çürük başlaması önlenir. Bu işlem, 6 yaşından itibaren çıkan kalıcı azı ve küçükazı dişlerine de uygulanabilir.
Çürüğü engellemenin başka bir yolu da dişlerin çürüğe karşı direncini artırmaktır. Dişlere yüzeysel florür uygulanması suretiyle bu direnç kazandırılır.
Süt dişlerinin önemi nedir?
Süt dişlerinin birinci görevi çocuğun düzgün beslenmesini sağlamaktır. Ayrıca konuşmanın düzgün gelişimi de süt dişlerinin varlığına bağlıdır. Bunların yanında aşağıdaki gibi bir görüntü, hiç kimsenin çocuğunda görmek istemeyeceği ciddi estetik sorunlara yol açmaktadır.
Süt dişleri kapladıkları alanı kendilerinin yerine gelecek olan kalıcı diş için korumakta ve kalıcı diş sürerken ona rehberlik yapmaktadırlar. Süt dişi erken çekildiği zaman bu doğal yer tutuculuk fonksiyonu da ortadan kalkmaktadır.
Süt dişlerindeki çürükler tedavi edilmeli mi?
Tedavi edilmeyen süt dişi çürükleri, ağrı, kötü koku, çiğneme zorluğu, beslenme bozukluğu ve çirkin görüntüye yol açar. Bu dönemdeki tedavi edilmeyen diş bozuklukları, ileride diş çarpıklığı, çene gelişiminde bozukluk ve genel sağlık problemlerine (romatizmadan kalp rahatsızlıklarına kadar) sebep olabilecektir. Dolayısıyla süt dişlerindeki çürükler, “nasıl olsa yerine yenileri gelecek” yanılgısına düşmeden tedavi edilmelidir.
Süt dişlerindeki çürükler ; ağrı ile çocuğun çok küçük yaşlarda tanışmasına ve gelecekte bazı fobileri olmasına neden olabilir . Ayrıca bu çürükler süt dişlerinin çok erken kaybına neden olabilir.
Çocuklarda diş yaralanmaları
Çocuklarda dişlerin zarar gördüğü kazalarda zaman kaybetmeden müdahalede bulunulmalıdır. Doğru tanı konması çok önemlidir. Bunun için hekiminiz size, kazanın ne zaman ve nerede olduğunu, darbenin ne taraftan geldiğini, kaza sonrası baygınlık, kusma, hafıza kaybı vb. olup olmadığını soracaktır. Verilen bilgiler doğrultusunda en doğru tedavi uygulanabilecektir.
Çocuklardaki diş yaralanmaları, bazen kalıcı dişin tamamıyla yuvasından ayrılmasına sebep olabilir. Bu durumda çıkan diş ile birlikte acilen dişhekiminize gitmelisiniz. Bu esnada diş, bir bardak sütün içinde, eğer süt mevcut değilse, temiz bir su içinde muhafaza edilmelidir.
Bebeklerde ağız bakımı
Bebeklerin, en azından ilk dört ay anne sütü ile beslenmeleri ağız çevresindeki yumuşak doku ve kas fonksiyonlarının normal gelişimini sağlayacaktır. Anne sütünün yetersiz olduğu durumlarda fizyolojik başlıklı (damaklı, kesik uçlu) biberon kullanımı gerekir.
Bebekler 1 yaşından itibaren bardak ve kaşıkla beslenmeye alıştırılmalıdır.
Biberonla beslenme en fazla 2 yaşına kadar devam edebilir. Parmak emme, yalancı emzik kullanma gibi alışkanlıklara 2 – 2,5 yaşına kadar izin verilebilir. Eğer parmak emme alışkanlığı mevcutsa, bunun sebebi araştırılarak 3 – 6 yaş arasında bu alışkanlık mutlaka giderilmelidir.
Solunum problemleri, çene gelişmesi üzerine olumsuz etki eder. Burundan değil de, sadece ağızdan soluma durumu mevcutsa (bu durum uykuda daha iyi anlaşılır) muhakkak kulak burun boğaz uzmanına danışılmalıdır.
Çocuklarda diş fırçalama ne zaman başlamalıdır?
Bebek 6-8 aylıkken, (yani ilk dişler ağızda göründüğünde) temizleme işlemi başlamalıdır. Sabah kahvaltısı sonrası ve gece yatmadan önce dişleri (en azından çiğneme yüzeylerini) temiz bir tülbent ya da gazlı bezi ıslatarak silmek, temizlemek yerinde olur.
Diş fırçası kullanımına ise çocuğun arka dişlerinin çıkmasından sonra (ortalama 2,5 – 3 yaşında ) başlanması uygundur.
Okul öncesi çocuklarda diş fırçalama için bir teknik uygulatmak çok zordur. Bu yaşlarda önemli olan, çocuğa diş fırçalama alışkanlığı kazandırmaktır. Çocuklar diş fırçalarken çoğu zaman dişlerin görünen ya da kolay ulaşılan yüzlerini fırçalar. Oysa çürüklerin önlenmesi için dişlerin ara yüzleri ve çiğneyici yüzeylerini çok daha iyi temizlemek gerekir. Bu nedenle fırçalamadan sonra Anne-Babanın kontrolü iyi olur.
Çocuklar için nasıl bir diş fırçası seçilmeli?
Çocuğun ağız büyüklüğüne uygun, yumuşak ve naylon kıllardan üretilmiş diş fırçaları kullanılmalıdır. Sert fırçalar dişleri aşındıracağı için kullanımı uygun değildir. Eskimiş bir süpürgeyle süpürme işlemi nasıl yapılamazsa, eski bir fırçayla da dişler fırçalanamaz. Fırça kılları aşınır aşınmaz (Ortalama 6 ay) mutlaka değiştirilmelidir.
Çocuğuma dişlerini günde kaç kez fırçalatmalıyım?
Sabah kahvaltısı sonrası ve gece yatmadan önce, sadece üçer dakikalık etkili bir fırçalama işlemi yeterlidir. Her iyi alışkanlık gibi diş fırçalama alışkanlığı da çocukluk döneminde kazanılacaktır.
Çocuklarda bazı ağız ve diş problemleri :
1. Diş Gıcırdatma (Bruxizm):
* Nedenleri: Stress, agresif, takıntı veya sıkılgan kişilik yapıları, anne-babası diş gıcırdatan çocuklar bu alışkanlığa daha eğilimlidir.
* Belirtileri: Dişlerde aşınma, uyurken çıkartılan gıcırdatma sesleri, yüz kaslarında ağrı, çene ekleminde problemler, baş ağrısı, dişlerde sallanma ve hassasiyet.
* Tedavisi: Öncelikle psikolojik açıdan diş gıcırdatmaya yol açan faktörler ortadan kaldırılmaya çalışılır. Bu başarılamaz, hastaya takıp çıkartılabilien bir gece plağı yapılır.
2. Parmak Emme:
* Nedenleri: Parmak emme küçük yaşlarda sık görülen bir alışkanlıktır. Genellikle dört yaşına kadar kendiliğinden ortadan kalkar. Alışkanlığın sürekli dişlerin çıktığı yaşlarda da sürmesi, bu dişlerde ve damakta yapısal bozukluklara yol açar. Bu bozuklukların nedeni parmağın ön dişlere ve damağa uyguladığı başınçtır. Ortaya çıkan bozukluğun derecesi emmenin süresine, sıklığına, şiddetine ve emme sırasında parmağın pozisyonuna bağlıdır.
* Tedavisi: Parmak emmeyi önlemenin en etkili yolu parmak emmeye eğilim gösteren çocuğu emziğe alıştırmaktır. Emziğin hem verdiği zarar daha azdır, hemde daha kolay bırakılabilir. Tedavinin zamanlaması çok önemlidir. Çocuğun kendisi bu alışkanlıktan kurtulmayı istemedikçe, tedavinin başarıya ulaşması imkansızdır. Çocuğun çevre baskısına uğramaması ve alay edilmemesi için okul çağından önce bırakması psikolojik yönden çok faydalıdır. Çocuk baskı altına alınmadan cesaretlendirilerek, ödüllendirilerek pozitif yönlendirilmelidir. Eğer her şeye rağmen 6 yaşına kadar alışkanlık kırılamamışsa diş hekimine başvurularak profesyonel yardım alınması gereklidir.
3. Emzik:
Bebekler için emmek rahatlamanın ve güven içinde hissetmenin en doğal yoludur.
Eğer bebek parmak emme eğilimi gösteriyorsa, derhal emziğe yönlendirilmelidir. Emzik parmak emmeye göre hem daha az zararlıdır; hem de sonraki yaşlarda daha kolay bırakılabilir.
Emzik günün büyük bir bölümünde değil, sadece gerekli olduğunda verilmelidir.
Yapısal bozukluklara yol açmamak için, mümkün olduğu doğal meme yapısındaki emzikler seçilmelidir.
Emziklerin yapısının sağlamlığı her gün kontrol edilmelidir.
Emziğin büyüklüğü ağzın yapısına uygun olmalıdır.
4. Biberon Çürüğü:
Bebeklerde bazen dişlerin üzerinde sürer sürmez kahverengi lekeler oluştuğu ya da bu dişlerin kırılıp döküldüğü gözlenir. Aslında bu lekeler diş çürükleridir ve dişler de çürük nedeniyle kırılır. Bu kadar erken bir dönemde çürük oluşmasının nedeni de biberon çürüğü adı verilen çürüklerdir. Bebek beslenmesinde en önemli besin olan anne sütü ya da inek sütü doğal olarak şeker içerir. Gece yatmadan önce yada uyku sırasında bebek anne sütü ya da biberon emerse süt ağızda birikerek mikropların dişleri çürütmesi için elverişli bir ortam oluşturur. Bu nedenle özellikle gece beslenmesi sonrası dişlerin temizliğine özen gösterilmelidir.
Bebeklerde meydana gelen çürüklerin tedavisi çok güç olduğundan, koruyucu önlemlerin erken dönemde alınması gerekir. Bun önlemler şunlardır:
* Bebeğinizin gece ağzında biberonla uyuma alışkanlığını önleyin.
* Beslendikten sonra uyutmaya çalışın.
* Biberondaki süte şeker, bal pekmez gibi tatlandırıcılar ilave etmeyin.
* Bebek beslendikten sonra mutlaka su içirin.
* İlk dişlerin sürmeye başlamasıyla gece ve sabah beslenmeleri sonrası temiz, ıslak bir tülbent ile dişlerini silerek temizleyin.
Biberon çürüğü görülen dişler tedavi edilmezse ağrı yapar ve iltihaplanır. İltihaplı ya da ağrıyan dişler bebeğin huzursuzlanmasına ve beslenme düzeninin bozulmasına neden olur. İltihap alttan gelecek kalıcı dişler de etkileyip şekillerinin bozuk olmasına yol açar. Bu dişler çekilmek zorunda kalırsa çocukta konuşma problemleri ortaya çıkabilir.
Biberonun yanı sıra emziklerin ağlayan bebekleri susturmak amacıyla bal, pekmez, reçel gibi tatlandırıcılara batırılarak verilmesi de biberon çürüklerinin başka bir nedenidir. Bunun yanı sıra, dişler sürdükten sonra oyalanmak amacıyla bebeğin eline verilen karbohidratlı-şekerli gıdalar da diş çürüklerine neden olur. Çocuğu bu tür gıdaların yerine elma, havuç gibi besin değeri yüksek; diş temizliğine yardımcı gıdalara yönlendirmek gerekir.
Çocuklarda hangi diş macunu ne kadar kullanılmalıdır?
Bebeklik döneminde ve üç yaşına kadar çocuklarda diş macunu kullanımı önerilmez. Diş macunu kullanımına üç yaşından sonra başlanmalıdır.Ancak reklamlarda gördüğünüz gibi 3-5 cm. değil, bir leblebi kadar macun fırçalama için yeterli olacaktır.
Diş macunu kullanımına başlandığı dönemde, florürlü diş macunlarından herhangi biri tercih edilebilir. Önemli olan çocuğun seçilen macunun tadını sevip istek duymasıdır.
Fırçalama işleminde macundan çok, etkili bir fırçalama işleminin önemli olduğunu unutmamak gerekir.
Çocuk dişlerinde acil durumlar:
* Diş Ağrısı: Ağrıyan dişin çevresini temizleyin. Ilık tuzlu su ile gargara yaptırın ve eğer varsa sıkışmış yiyecek artıklarını diş ipi ile uzaklaştırın. Asla dişin üzerine aspirin ya da benzeri ilaçlar koymayın. Çocuğunuza daha önce de denemiş olduğunuz bir ağrı kesici verin ve en kısa sürede bir diş hekimine götürün.
* Isırılmış Dudak, Dil, Dudak Yada Yanak: Yaralı bölgeye buz koyun. Eğer kanama varsa, temiz bir gazlı bez ile hafifçe basınç uygulayın. Kanama 15 dakika içinde durmazsa diş hekiminize başvurun.
* Diş Tümüyle Çıkmışsa: Dişi bulun. Köküne mümkün olduğunca dokunmadan alın. Diş hekimine gidene kadar dişi saklamak için en ideal ortam süttür. Temiz bir kapta sütün içinde koruyarak en kısa sürede diş hekiminize gidin.
* Süt Veya Sürekli Dişlere Travma: Hiç zaman kaybetmeden diş hekiminiz ile temasa geçin. Travmalardan sonra her kaybedilen saat oluşan hasarı büyütmektedir.
* Diş Hekiminize ulaşana Kadar: Yarayı ılık su ile temizleyin. O bölgeye soğuk kompres uygulayın. Varsa Kırık diş parçalarını saklayın.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Diş fırçalamakÇocuklar ağız bakımına yetişkinler kadar dikkat edemezler.
Çocuğun el becerisi, merakı ve ebeveynin tutumu diş fırçalama alışkanlığını belirler.
Özellikle annelerin sıklıkla yaptığı bir hata da emzik ya da biberonu şeker, reçel vb. gibi gıdalara batırarak çocuklara vermeleri veya uyku aralarında şekerli süt, meyve suyu gibi gıdalara alıştırmalarıdır. Böylece beslenme düzensizliğinden dolayı dişler çürümeye yatkın hale gelir.
Çürük oluşumu engellenebilir mi?
Çürüğü tamamen engelleyebilecek bir aşı yada ilaç henüz geliştirilemedi. Ancak, çürük sayısını azaltmaya yönelik bazı malzemeler günümüzde kullanılmaktadır, bunlardan birisi; “fissür örtücü” dediğimiz malzemedir. Diş çürükleri genellikle azı ve küçükazı dişlerinin, çiğneyici yüzlerinde bulunan “fissür” adı verilen oluklarda başlar. Bahsettiğimiz malzemeyle olukların üzeri kapatılıp, o bölgeye mikrop, yemek artığı vs. nin sızması engellenerek çürük başlaması önlenir. Bu işlem, 6 yaşından itibaren çıkan kalıcı azı ve küçükazı dişlerine de uygulanabilir.
Çürüğü engellemenin başka bir yolu da dişlerin çürüğe karşı direncini artırmaktır. Dişlere yüzeysel florür uygulanması suretiyle bu direnç kazandırılır.
Süt dişlerinin önemi nedir?
Süt dişlerinin birinci görevi çocuğun düzgün beslenmesini sağlamaktır. Ayrıca konuşmanın düzgün gelişimi de süt dişlerinin varlığına bağlıdır. Bunların yanında aşağıdaki gibi bir görüntü, hiç kimsenin çocuğunda görmek istemeyeceği ciddi estetik sorunlara yol açmaktadır.
Süt dişleri kapladıkları alanı kendilerinin yerine gelecek olan kalıcı diş için korumakta ve kalıcı diş sürerken ona rehberlik yapmaktadırlar. Süt dişi erken çekildiği zaman bu doğal yer tutuculuk fonksiyonu da ortadan kalkmaktadır.
Süt dişlerindeki çürükler tedavi edilmeli mi?
Tedavi edilmeyen süt dişi çürükleri, ağrı, kötü koku, çiğneme zorluğu, beslenme bozukluğu ve çirkin görüntüye yol açar. Bu dönemdeki tedavi edilmeyen diş bozuklukları, ileride diş çarpıklığı, çene gelişiminde bozukluk ve genel sağlık problemlerine (romatizmadan kalp rahatsızlıklarına kadar) sebep olabilecektir. Dolayısıyla süt dişlerindeki çürükler, “nasıl olsa yerine yenileri gelecek” yanılgısına düşmeden tedavi edilmelidir.
Süt dişlerindeki çürükler ; ağrı ile çocuğun çok küçük yaşlarda tanışmasına ve gelecekte bazı fobileri olmasına neden olabilir . Ayrıca bu çürükler süt dişlerinin çok erken kaybına neden olabilir.
Çocuklarda diş yaralanmaları
Çocuklarda dişlerin zarar gördüğü kazalarda zaman kaybetmeden müdahalede bulunulmalıdır. Doğru tanı konması çok önemlidir. Bunun için hekiminiz size, kazanın ne zaman ve nerede olduğunu, darbenin ne taraftan geldiğini, kaza sonrası baygınlık, kusma, hafıza kaybı vb. olup olmadığını soracaktır. Verilen bilgiler doğrultusunda en doğru tedavi uygulanabilecektir.
Çocuklardaki diş yaralanmaları, bazen kalıcı dişin tamamıyla yuvasından ayrılmasına sebep olabilir. Bu durumda çıkan diş ile birlikte acilen dişhekiminize gitmelisiniz. Bu esnada diş, bir bardak sütün içinde, eğer süt mevcut değilse, temiz bir su içinde muhafaza edilmelidir.
Bebeklerde ağız bakımı
Bebeklerin, en azından ilk dört ay anne sütü ile beslenmeleri ağız çevresindeki yumuşak doku ve kas fonksiyonlarının normal gelişimini sağlayacaktır. Anne sütünün yetersiz olduğu durumlarda fizyolojik başlıklı (damaklı, kesik uçlu) biberon kullanımı gerekir.
Bebekler 1 yaşından itibaren bardak ve kaşıkla beslenmeye alıştırılmalıdır.
Biberonla beslenme en fazla 2 yaşına kadar devam edebilir. Parmak emme, yalancı emzik kullanma gibi alışkanlıklara 2 – 2,5 yaşına kadar izin verilebilir. Eğer parmak emme alışkanlığı mevcutsa, bunun sebebi araştırılarak 3 – 6 yaş arasında bu alışkanlık mutlaka giderilmelidir.
Solunum problemleri, çene gelişmesi üzerine olumsuz etki eder. Burundan değil de, sadece ağızdan soluma durumu mevcutsa (bu durum uykuda daha iyi anlaşılır) muhakkak kulak burun boğaz uzmanına danışılmalıdır.
Çocuklarda diş fırçalama ne zaman başlamalıdır?
Bebek 6-8 aylıkken, (yani ilk dişler ağızda göründüğünde) temizleme işlemi başlamalıdır. Sabah kahvaltısı sonrası ve gece yatmadan önce dişleri (en azından çiğneme yüzeylerini) temiz bir tülbent ya da gazlı bezi ıslatarak silmek, temizlemek yerinde olur.
Diş fırçası kullanımına ise çocuğun arka dişlerinin çıkmasından sonra (ortalama 2,5 – 3 yaşında ) başlanması uygundur.
Okul öncesi çocuklarda diş fırçalama için bir teknik uygulatmak çok zordur. Bu yaşlarda önemli olan, çocuğa diş fırçalama alışkanlığı kazandırmaktır. Çocuklar diş fırçalarken çoğu zaman dişlerin görünen ya da kolay ulaşılan yüzlerini fırçalar. Oysa çürüklerin önlenmesi için dişlerin ara yüzleri ve çiğneyici yüzeylerini çok daha iyi temizlemek gerekir. Bu nedenle fırçalamadan sonra Anne-Babanın kontrolü iyi olur.
Çocuklar için nasıl bir diş fırçası seçilmeli?
Çocuğun ağız büyüklüğüne uygun, yumuşak ve naylon kıllardan üretilmiş diş fırçaları kullanılmalıdır. Sert fırçalar dişleri aşındıracağı için kullanımı uygun değildir. Eskimiş bir süpürgeyle süpürme işlemi nasıl yapılamazsa, eski bir fırçayla da dişler fırçalanamaz. Fırça kılları aşınır aşınmaz (Ortalama 6 ay) mutlaka değiştirilmelidir.
Çocuğuma dişlerini günde kaç kez fırçalatmalıyım?
Sabah kahvaltısı sonrası ve gece yatmadan önce, sadece üçer dakikalık etkili bir fırçalama işlemi yeterlidir. Her iyi alışkanlık gibi diş fırçalama alışkanlığı da çocukluk döneminde kazanılacaktır.
Çocuklarda bazı ağız ve diş problemleri :
1. Diş Gıcırdatma (Bruxizm):
* Nedenleri: Stress, agresif, takıntı veya sıkılgan kişilik yapıları, anne-babası diş gıcırdatan çocuklar bu alışkanlığa daha eğilimlidir.
* Belirtileri: Dişlerde aşınma, uyurken çıkartılan gıcırdatma sesleri, yüz kaslarında ağrı, çene ekleminde problemler, baş ağrısı, dişlerde sallanma ve hassasiyet.
* Tedavisi: Öncelikle psikolojik açıdan diş gıcırdatmaya yol açan faktörler ortadan kaldırılmaya çalışılır. Bu başarılamaz, hastaya takıp çıkartılabilien bir gece plağı yapılır.
2. Parmak Emme:
* Nedenleri: Parmak emme küçük yaşlarda sık görülen bir alışkanlıktır. Genellikle dört yaşına kadar kendiliğinden ortadan kalkar. Alışkanlığın sürekli dişlerin çıktığı yaşlarda da sürmesi, bu dişlerde ve damakta yapısal bozukluklara yol açar. Bu bozuklukların nedeni parmağın ön dişlere ve damağa uyguladığı başınçtır. Ortaya çıkan bozukluğun derecesi emmenin süresine, sıklığına, şiddetine ve emme sırasında parmağın pozisyonuna bağlıdır.
* Tedavisi: Parmak emmeyi önlemenin en etkili yolu parmak emmeye eğilim gösteren çocuğu emziğe alıştırmaktır. Emziğin hem verdiği zarar daha azdır, hemde daha kolay bırakılabilir. Tedavinin zamanlaması çok önemlidir. Çocuğun kendisi bu alışkanlıktan kurtulmayı istemedikçe, tedavinin başarıya ulaşması imkansızdır. Çocuğun çevre baskısına uğramaması ve alay edilmemesi için okul çağından önce bırakması psikolojik yönden çok faydalıdır. Çocuk baskı altına alınmadan cesaretlendirilerek, ödüllendirilerek pozitif yönlendirilmelidir. Eğer her şeye rağmen 6 yaşına kadar alışkanlık kırılamamışsa diş hekimine başvurularak profesyonel yardım alınması gereklidir.
3. Emzik:
Bebekler için emmek rahatlamanın ve güven içinde hissetmenin en doğal yoludur.
Eğer bebek parmak emme eğilimi gösteriyorsa, derhal emziğe yönlendirilmelidir. Emzik parmak emmeye göre hem daha az zararlıdır; hem de sonraki yaşlarda daha kolay bırakılabilir.
Emzik günün büyük bir bölümünde değil, sadece gerekli olduğunda verilmelidir.
Yapısal bozukluklara yol açmamak için, mümkün olduğu doğal meme yapısındaki emzikler seçilmelidir.
Emziklerin yapısının sağlamlığı her gün kontrol edilmelidir.
Emziğin büyüklüğü ağzın yapısına uygun olmalıdır.
4. Biberon Çürüğü:
Bebeklerde bazen dişlerin üzerinde sürer sürmez kahverengi lekeler oluştuğu ya da bu dişlerin kırılıp döküldüğü gözlenir. Aslında bu lekeler diş çürükleridir ve dişler de çürük nedeniyle kırılır. Bu kadar erken bir dönemde çürük oluşmasının nedeni de biberon çürüğü adı verilen çürüklerdir. Bebek beslenmesinde en önemli besin olan anne sütü ya da inek sütü doğal olarak şeker içerir. Gece yatmadan önce yada uyku sırasında bebek anne sütü ya da biberon emerse süt ağızda birikerek mikropların dişleri çürütmesi için elverişli bir ortam oluşturur. Bu nedenle özellikle gece beslenmesi sonrası dişlerin temizliğine özen gösterilmelidir.
Bebeklerde meydana gelen çürüklerin tedavisi çok güç olduğundan, koruyucu önlemlerin erken dönemde alınması gerekir. Bun önlemler şunlardır:
* Bebeğinizin gece ağzında biberonla uyuma alışkanlığını önleyin.
* Beslendikten sonra uyutmaya çalışın.
* Biberondaki süte şeker, bal pekmez gibi tatlandırıcılar ilave etmeyin.
* Bebek beslendikten sonra mutlaka su içirin.
* İlk dişlerin sürmeye başlamasıyla gece ve sabah beslenmeleri sonrası temiz, ıslak bir tülbent ile dişlerini silerek temizleyin.
Biberon çürüğü görülen dişler tedavi edilmezse ağrı yapar ve iltihaplanır. İltihaplı ya da ağrıyan dişler bebeğin huzursuzlanmasına ve beslenme düzeninin bozulmasına neden olur. İltihap alttan gelecek kalıcı dişler de etkileyip şekillerinin bozuk olmasına yol açar. Bu dişler çekilmek zorunda kalırsa çocukta konuşma problemleri ortaya çıkabilir.
Biberonun yanı sıra emziklerin ağlayan bebekleri susturmak amacıyla bal, pekmez, reçel gibi tatlandırıcılara batırılarak verilmesi de biberon çürüklerinin başka bir nedenidir. Bunun yanı sıra, dişler sürdükten sonra oyalanmak amacıyla bebeğin eline verilen karbohidratlı-şekerli gıdalar da diş çürüklerine neden olur. Çocuğu bu tür gıdaların yerine elma, havuç gibi besin değeri yüksek; diş temizliğine yardımcı gıdalara yönlendirmek gerekir.
Çocuklarda hangi diş macunu ne kadar kullanılmalıdır?
Bebeklik döneminde ve üç yaşına kadar çocuklarda diş macunu kullanımı önerilmez. Diş macunu kullanımına üç yaşından sonra başlanmalıdır.Ancak reklamlarda gördüğünüz gibi 3-5 cm. değil, bir leblebi kadar macun fırçalama için yeterli olacaktır.
Diş macunu kullanımına başlandığı dönemde, florürlü diş macunlarından herhangi biri tercih edilebilir. Önemli olan çocuğun seçilen macunun tadını sevip istek duymasıdır.
Fırçalama işleminde macundan çok, etkili bir fırçalama işleminin önemli olduğunu unutmamak gerekir.
Çocuk dişlerinde acil durumlar:
* Diş Ağrısı: Ağrıyan dişin çevresini temizleyin. Ilık tuzlu su ile gargara yaptırın ve eğer varsa sıkışmış yiyecek artıklarını diş ipi ile uzaklaştırın. Asla dişin üzerine aspirin ya da benzeri ilaçlar koymayın. Çocuğunuza daha önce de denemiş olduğunuz bir ağrı kesici verin ve en kısa sürede bir diş hekimine götürün.
* Isırılmış Dudak, Dil, Dudak Yada Yanak: Yaralı bölgeye buz koyun. Eğer kanama varsa, temiz bir gazlı bez ile hafifçe basınç uygulayın. Kanama 15 dakika içinde durmazsa diş hekiminize başvurun.
* Diş Tümüyle Çıkmışsa: Dişi bulun. Köküne mümkün olduğunca dokunmadan alın. Diş hekimine gidene kadar dişi saklamak için en ideal ortam süttür. Temiz bir kapta sütün içinde koruyarak en kısa sürede diş hekiminize gidin.
* Süt Veya Sürekli Dişlere Travma: Hiç zaman kaybetmeden diş hekiminiz ile temasa geçin. Travmalardan sonra her kaybedilen saat oluşan hasarı büyütmektedir.
* Diş Hekiminize ulaşana Kadar: Yarayı ılık su ile temizleyin. O bölgeye soğuk kompres uygulayın. Varsa Kırık diş parçalarını saklayın.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Tatlının Oluşturduğu Diş Çürümesi Riskini Azaltın
Meyve suları, kek, kurabiye, şekerleme, sütlü tatlılar, sert kıvamlı şekerler, karamel, gofret, çikolata, muz gibi yiyecekler dişlerde çürük oluşturma riskini artırıyor. International Hospital Diş hekimi Dt. Oğuzhan Özdemir, tatlı yedikten sonra süt, ayran içmenin ve peynir yemenin, şekerin ve ortaya çıkan asidin zararlı etkilerini önleyerek çürük riskini azalttığını söyledi. Acıbadem Kocaeli Hastanesi Diş hekimi Dt. Nihan Hızır ise, öğünlerden sonra ve ara öğünlerde çiklet çiğnemenin de çürük riskini azaltan bir etki yarattığını belirtti.
Süt, ayran ve peynirin tüketilmesi sayesinde, ağız ortamındaki tükürük içerdiği kalsiyum, flor ve fosfor ile çürüğe karşı doğal bir savunma sağlıyor. Ksilitol içeren şekersiz çikletlerin çiğnenmesi de tükürük akışını hızlandırdığından çürüğe karşı koruyucu özellik taşıyor. Öğün sonrasında, öğün aralarında şekerli besinler tüketildikten hemen sonra 15-20 dakika çiklet çiğnenmesi, dişler üzerindeki yapışkan yiyecek birikintilerini uzaklaştırarak çürükten koruyucu etki yapıyor.
Şeker ihtiyacınızı meyveyle karşılayın
Vücudun şeker ihtiyacının meyve ve sebze tüketerek karışlanmasını öneren Diş hekimi Dt. Oğuzhan Özdemir, şunları söyledi:
“Sert ve lifli besinleri, yumuşak ve yapışkanlara tercih edelim. Sıvı içecekler, katı yiyeceklere göre şekerli de olsa dişler arasından uzaklaştırılmaları daha kolay olduğundan, çürük oluşturma riskleri daha azdır. Yapılan araştırmalara göre muz tek başına tüketildiğinde daha fazla çürük riski taşırken, süt veya tahıllarla birlikte tüketildiğinde çürük oluşturma riski azalmaktadır.”
Ülkemizde süt ve ayran tüketiminin yılda yüzde 15-25 seviyesinde olmasına karşın, çay ve kolalı içeceklerin tüketiminin yüzde 50’lerde olduğuna değinen Dr. Özdemir, diş çürüklerini önlemede alınacak önlemleri şöyle sıraladı:
– Yemek aralarında çikolata, gofret, bisküvi, şekerleme ve kolalı içecekleri tüketmemeye özen gösterin
– Şekerli yiyecek ve içeklerin yerine süt , yoğurt, ayran, yumurta, elma, havuç gibi ısırılarak yenen meyveleri tercih edin
– Dişlerinizi günde en az iki defa fırçalamaya çalışın
– Ara öğünlerde şekerli gıdalar ve içecekler tüketiyorsanız, besinlerden sonra su ile ağzınızı çalkalayın
– Öğünlerden sonra ve öğün aralarında şekersiz çiklet çiğneyin
– Dişlerinizde hiç sorun olmasa bile yılda iki kez diş hekimine kontrole gidin.
Dişlerinizi fırçalarken çocuklara örnek olun
Acıbadem Kocaeli Hastanesi Diş hekimi Dt. Nihan Hızır, süt dişlerinin dış yapısının yumuşak olması nedeniyle, çocuklarda çürüklerin hızlı ilerlediğine dikkati çekti. Bunu önlemek için de anne ve babanın ayna karşısında dişlerini fırçalayarak çocuklara, bu alışkanlığı kazandırması gerekiyor. Bebeğin sütü severek içmesi için sütün içine şeker koymanın ve emziğin lokum ve şekerli yapışkan gıdalara batırılmasının yanlış olduğunu belirten Hızır, şöyle konuştu: “Çocuklar bu şekerli biberon ve emzikle uyuduklarında, biberon çürüğü oluşuyor. Ayrıca çocuklarda süt dişleri 2,5 yaşında tamamlanıyor, 20 tane diş oluyor. Dişler tamamlandığı zaman, fırçalamaya özendirmek lazım. Bunun için de flor oranı yüksek macunlar tercih edilmeli.” Hızır, şekerli gıdaların yanı sıra, annenin kullandığı ilaçlar, çocuğun geçirdiği enfeksiyon hastalıklarının da dişte çürümelere yol açtığını söyledi.
Yumuşak fırça, aşındırmayan macun kullanın
Diş hekimi Dr. Oğuzhan Özdemir ve Diş hekimi Nihan Hızır, doğru diş fırçalama ve macun seçimi hakkında da bilgi verdi. Yapılan araştırmalar doğru teknik ve uygun fırça-macun ile dişlerin günde 2 kez, sabah ve yatmadan evvel, en az 1,5 dakika süreyle fırçalanmasının çürükten ve dişeti hastalıklarından korunmak için yeterli olduğunu gösteriyor.
Çok sık fırçalamaktan ziyade, sert bir fırçayla, büyük grenli (özellikle sigara içenler için geliştirilmiş diş macunları büyük partiküllere sahiptir ve aşındırıcı özellikleri daha fazladır) macunların kullanılması, çok bastırarak ve sert bir şekilde 3-5 dakika sürelerle diş fırçalamak diş minelerine uzun vadede aşındırma yaparak zarar verebiliyor. Yumuşak kıllı bir fırça, normal bir diş macunu ile fırçalamanın dişlere bir zararı olmuyor.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Süt, ayran ve peynirin tüketilmesi sayesinde, ağız ortamındaki tükürük içerdiği kalsiyum, flor ve fosfor ile çürüğe karşı doğal bir savunma sağlıyor. Ksilitol içeren şekersiz çikletlerin çiğnenmesi de tükürük akışını hızlandırdığından çürüğe karşı koruyucu özellik taşıyor. Öğün sonrasında, öğün aralarında şekerli besinler tüketildikten hemen sonra 15-20 dakika çiklet çiğnenmesi, dişler üzerindeki yapışkan yiyecek birikintilerini uzaklaştırarak çürükten koruyucu etki yapıyor.
Şeker ihtiyacınızı meyveyle karşılayın
Vücudun şeker ihtiyacının meyve ve sebze tüketerek karışlanmasını öneren Diş hekimi Dt. Oğuzhan Özdemir, şunları söyledi:
“Sert ve lifli besinleri, yumuşak ve yapışkanlara tercih edelim. Sıvı içecekler, katı yiyeceklere göre şekerli de olsa dişler arasından uzaklaştırılmaları daha kolay olduğundan, çürük oluşturma riskleri daha azdır. Yapılan araştırmalara göre muz tek başına tüketildiğinde daha fazla çürük riski taşırken, süt veya tahıllarla birlikte tüketildiğinde çürük oluşturma riski azalmaktadır.”
Ülkemizde süt ve ayran tüketiminin yılda yüzde 15-25 seviyesinde olmasına karşın, çay ve kolalı içeceklerin tüketiminin yüzde 50’lerde olduğuna değinen Dr. Özdemir, diş çürüklerini önlemede alınacak önlemleri şöyle sıraladı:
– Yemek aralarında çikolata, gofret, bisküvi, şekerleme ve kolalı içecekleri tüketmemeye özen gösterin
– Şekerli yiyecek ve içeklerin yerine süt , yoğurt, ayran, yumurta, elma, havuç gibi ısırılarak yenen meyveleri tercih edin
– Dişlerinizi günde en az iki defa fırçalamaya çalışın
– Ara öğünlerde şekerli gıdalar ve içecekler tüketiyorsanız, besinlerden sonra su ile ağzınızı çalkalayın
– Öğünlerden sonra ve öğün aralarında şekersiz çiklet çiğneyin
– Dişlerinizde hiç sorun olmasa bile yılda iki kez diş hekimine kontrole gidin.
Dişlerinizi fırçalarken çocuklara örnek olun
Acıbadem Kocaeli Hastanesi Diş hekimi Dt. Nihan Hızır, süt dişlerinin dış yapısının yumuşak olması nedeniyle, çocuklarda çürüklerin hızlı ilerlediğine dikkati çekti. Bunu önlemek için de anne ve babanın ayna karşısında dişlerini fırçalayarak çocuklara, bu alışkanlığı kazandırması gerekiyor. Bebeğin sütü severek içmesi için sütün içine şeker koymanın ve emziğin lokum ve şekerli yapışkan gıdalara batırılmasının yanlış olduğunu belirten Hızır, şöyle konuştu: “Çocuklar bu şekerli biberon ve emzikle uyuduklarında, biberon çürüğü oluşuyor. Ayrıca çocuklarda süt dişleri 2,5 yaşında tamamlanıyor, 20 tane diş oluyor. Dişler tamamlandığı zaman, fırçalamaya özendirmek lazım. Bunun için de flor oranı yüksek macunlar tercih edilmeli.” Hızır, şekerli gıdaların yanı sıra, annenin kullandığı ilaçlar, çocuğun geçirdiği enfeksiyon hastalıklarının da dişte çürümelere yol açtığını söyledi.
Yumuşak fırça, aşındırmayan macun kullanın
Diş hekimi Dr. Oğuzhan Özdemir ve Diş hekimi Nihan Hızır, doğru diş fırçalama ve macun seçimi hakkında da bilgi verdi. Yapılan araştırmalar doğru teknik ve uygun fırça-macun ile dişlerin günde 2 kez, sabah ve yatmadan evvel, en az 1,5 dakika süreyle fırçalanmasının çürükten ve dişeti hastalıklarından korunmak için yeterli olduğunu gösteriyor.
Çok sık fırçalamaktan ziyade, sert bir fırçayla, büyük grenli (özellikle sigara içenler için geliştirilmiş diş macunları büyük partiküllere sahiptir ve aşındırıcı özellikleri daha fazladır) macunların kullanılması, çok bastırarak ve sert bir şekilde 3-5 dakika sürelerle diş fırçalamak diş minelerine uzun vadede aşındırma yaparak zarar verebiliyor. Yumuşak kıllı bir fırça, normal bir diş macunu ile fırçalamanın dişlere bir zararı olmuyor.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Kışın Bile Cildiniz Parlak Görünsün
Soğuk kış aylarında kadınlar olarak cildimizin hamurumsu, sert ve pullu mat halinden sıkılırız.
Ama artık böyle olmak zorunda değil. Kışın bile pürüzsüz parlak harika bir tene kavuşmak mümkün. Güneşin olmadığı kış günlerinde cildimiz ışık alamaz ışıltı veremez. Parlaklığını kaybeder. Az da olsa güneşe çıkmamız gerekir. Parlak ve yumuşak bir cilt için baştan ayağa ışık almamız gerekir. Düşük nem ve ısı cildi kuru ve kaba gösterir parlaklığını alır.
Kaba alanlar için tahıl bazlı peeling ile vücudunuzu fırçalayın. Spa masaj terapistlerine göre tuz, tahıl, kan portakalı ve beyaz biber şekeri ile yapılan peeling vücuda parlaklık ve güzellik verir. Bronzlaştırıcı vücut losyonu da parlaklık verir. Sıkılaştırıcı özellikle bronz losyonlar 1-2 ton koyu alınırsa çok hoş durur. Güneşsiz günlerde bu jel formlarla canlılık verebiliriz.
3-4 günde bir yatmadan önce uygulayın. Yumuşak bir cilt için su için ve su bazlı ürünler kullanın. Hindistancevizi sütlü bakım ürünleri harika durur. Bu sütlü vücut kremleri cildi besler parlaklık verir. E vitamini ve yeşil çay içeren vücut krem ve losyonları ışıltı verir. Bu krem bazlı makyaj ürünleri de kullanılabilir. Kızaran iltihaplanan kışa dayanıksız ciltler için önerilir.
Sakinleştirir yatıştırır nemlendirir ışıltı verir vitamin açısından zengindir koruyucudur. Yanaklarda kol bacak ve dekolte bölgelerinde hoş durur. Partiden önce ciltten 1-2 koyu tondaki bronz kozmetik ürünlerini kullanın. Önce cildi temizleyin sonra krem ve baz uygulayın. Esneklik veren jel ürünler de özel gecelerin önerileridir. Yüze sıcaklık parlaklık verir. Renk düzenleyen ve yaşlanma karşıtı bitki özlü bakım ürünlerini kullanın.
Kaynak.7gunsaglik
Ama artık böyle olmak zorunda değil. Kışın bile pürüzsüz parlak harika bir tene kavuşmak mümkün. Güneşin olmadığı kış günlerinde cildimiz ışık alamaz ışıltı veremez. Parlaklığını kaybeder. Az da olsa güneşe çıkmamız gerekir. Parlak ve yumuşak bir cilt için baştan ayağa ışık almamız gerekir. Düşük nem ve ısı cildi kuru ve kaba gösterir parlaklığını alır.
Kaba alanlar için tahıl bazlı peeling ile vücudunuzu fırçalayın. Spa masaj terapistlerine göre tuz, tahıl, kan portakalı ve beyaz biber şekeri ile yapılan peeling vücuda parlaklık ve güzellik verir. Bronzlaştırıcı vücut losyonu da parlaklık verir. Sıkılaştırıcı özellikle bronz losyonlar 1-2 ton koyu alınırsa çok hoş durur. Güneşsiz günlerde bu jel formlarla canlılık verebiliriz.
3-4 günde bir yatmadan önce uygulayın. Yumuşak bir cilt için su için ve su bazlı ürünler kullanın. Hindistancevizi sütlü bakım ürünleri harika durur. Bu sütlü vücut kremleri cildi besler parlaklık verir. E vitamini ve yeşil çay içeren vücut krem ve losyonları ışıltı verir. Bu krem bazlı makyaj ürünleri de kullanılabilir. Kızaran iltihaplanan kışa dayanıksız ciltler için önerilir.
Sakinleştirir yatıştırır nemlendirir ışıltı verir vitamin açısından zengindir koruyucudur. Yanaklarda kol bacak ve dekolte bölgelerinde hoş durur. Partiden önce ciltten 1-2 koyu tondaki bronz kozmetik ürünlerini kullanın. Önce cildi temizleyin sonra krem ve baz uygulayın. Esneklik veren jel ürünler de özel gecelerin önerileridir. Yüze sıcaklık parlaklık verir. Renk düzenleyen ve yaşlanma karşıtı bitki özlü bakım ürünlerini kullanın.
Kaynak.7gunsaglik
Ameliyatsız Yeni Tedavi Yöntemiyle Kalp Hastalıkları Bitiyor
Kalp hastaları için artık yeni bir dönem başladı, üstelik bu işlem şimdiye kadar yapılan yöntemlerden çok farklı bir seyir izliyor.
Mitral kapak, kalbin temiz kan tarafında üst ve alt odacık arasındaki kapakçıktır
Bu kapak, kalbe akciğerden temiz kan gelirken açılmakta ve kanın kalbe dolmasını sağlamaktadır. Kalp kasılıp kanı vücuda atarken de, kapanmakta ve kapanması ile kanın vücuda yönlenmesine yardımcı olmaktadır.
Mitral kapak, kanın doğru yönde akmasını sağlamaktadır. Kapakçık, açılır kapanır iki kanatlı bir kapı gibi düşünülebilmekte; gereken sıkılıkta kapanamadığı durumda kan akciğere doğru geri kaçmaktadır. Bu duruma, “mitral yetmezlik” adı verilmekte ve en sık görülen kalp kapak hastalıkları arasında yer almaktadır.
kalp-hastaliklarina-ameliyatsiz-yeni-tedavi-yontemi
Mitral Yetmezliğin Nedenleri
Günümüzde kalp kapak hastalıklarına yol açan en yaygın sebepler, kapağın doğuştan farklılık veya eksiklikleri ve kalp romatizması gibi sonradan oluşan hastalıklarla deforme olmasıdır. Bunun yanı sıra yaşlanma ile birlikte her organ gibi kalp kapakları da yaşlanmakta, fonksiyonları yavaşlamakta ve dejenerasyona uğramaktadır.
Mitral yetmezliğe yol açan etkenler şunlardır:
? Doğuştan farklılıklar
? Yaşlanma ve dejenerasyon
? Kalp romatizması gibi kalbe vuran enfeksiyonlar.
Doğuştan gelen ve mitral yetmezliğin en sık karşılaşılan sebebi “mitral kapak prolapsusu”dur. Mitral kapak prolapsusu, dünyada en sık rastlanan kalp kapak problemidir. Prolapsusta kapakçığı iki kanatlı bir kapıya benzetirsek, bunun sert değil, yumuşak bir yapı olması ile bir bayrak gibi dalgalanması ve tam olarak kapanamaması durumu söz konusudur.
Kalp romatizması sonrası mitral yetmezlik, çok sık görülen bir sorun değildir ve günümüzde gitgide azalan oranda karşımıza çıkmaktadır. Sonradan gelişen mitral yetmezlik problemlerine daha çok kapağın dejenere olması yol açmaktadır. Kapağın normal olduğu durumlar da örneğin kalp krizleri veya kalp büyümesi gibi nedenlerden ötürü kalp kasının zayıflamasını takiben de mitral yetmezliğin ortaya çıktığı görülmektedir.
Bu da bir odanın iki kanatlı kapısının, odanın boyutlarının genişlemesi ile bir araya gelememesine benzetilebilmektedir. Mitral yetersizlik görülen hastalarda, zamanla yetersizliğin yani kaçak oranının şiddetli hale gelmesini takiben ciddi derecede nefes darlığı yakınması ve kalpte büyüme ortaya çıkmaktadır.
Diğer bazı kapak problemleri gibi ani ölüme sebebiyet vermeyen bu durum, kalbin geri dönemeyecek şekilde bozulmasıyla uzun süreli sorunlara da yol açmaktadır. Şiddetli kapak kaçağı sonrası kalp büyümesi, kalp yetmezliği ve ritim bozuklukları en sık rastlanan sorunlar arasında yer almaktadır.
Mitral Yetmezliğin Tedavisi
Mitral yetmezliğin tedavisi; yakın zamana kadar sadece cerrahi iken, günümüzde bazen “kapak değişimi” bazen de “kapak onarımı” olarak tabir edilen işlemlerle kapağın değiştirilmeden kaçırmaz hale gelmesi ile de yapılabilmektedir. Bu işlemler ehil ellerde başarı ile gerçekleştirilmektedir.
Buna rağmen yapılan araştırmalar, mitral yetmezlik görülen hastaların ameliyat gerektirenlerinin yaklaşık olarak % 50’sinin herhangi bir nedenle ameliyat olamadığını göstermektedir. Hastanın ameliyatının çok riskli olması bu noktada en önemli sebep olarak görülmektedir. Zaman zaman, hastanın büyük bir operasyondan korkması da bu ameliyatın yapılamamasında önemli rol oynamaktadır.
Ameliyatın, yani göğüs kafesi yarılarak müdahale edilmesinin, yapılmadığı veya yapılamadığı durumlarda bu hastaların durumu zamanla bozulmakta ve nefes problemleri artarak devam etmektedir. Sonuçta, ilaçların da yeterli faydayı sağlayamadığı geri dönüşü olmayan bir durumun içine girebilmektedirler.
Ünlü bir İtalyan kalp cerrahı tarafından, bahsi geçen ameliyatı kolaylaştırmak için kapağı değiştirmek yerine, kapağın iki kanadını birbirine yaklaştırmayı hedefleyen bir dikiş yöntemi bulunmuştur. Açık kalp ameliyatlarında denenen bu yöntem, kapının birbirine bitişmeyen iki kanadının orta noktada birbirine düğmelenmesine benzetilebilmektedir. Başlangıçta, kapak açık halde iken, kapakta “8” rakamına benzeyen bir şekil oluşturma tekniği yaygın olarak kullanılmamıştır. Ancak, son on yılda bu tekniği ameliyatsız uygulayan yöntemler üzerine yapılan çalışmalar başarılı sonuçlar vermiştir. Bu yöntem, “MitraClip’’ denilen bir cihazla hastalara uygulanmaya başlanmıştır.
Yönteme; çamaşır mandalı ile çarşaf tutturur gibi, kapağın iki kanadını tutturmaya benzediği için “mandallama” adı verilmektedir. Mandallama yöntemi; çok geniş kapak açıklığının, “O”, kapanamayıp ortadan kan kaçırırken, ortadan iki kanadına mandal takılıp birleştirilerek, bir çeşit “8” görüntüsü yaratılıp kaçağın azaltılması olarak değerlendirilebilmektedir.
Oluşturulan “8” rakamına benzeyen şekille; kaçak tamamen yok olmamakta, ancak, kan akışı trafiğini belirgin olarak azaltması ile kalp ve akciğer üzerindeki yükü hafifleterek hastaların rahatlamasını sağlamaktadır.
Mandallama yöntemi özellikle nefes almakta zorlanan hastaların, nefesini düzeltip, hareketlerini rahatlatan ve uzun vadede kalbin bozulmasını önleyebilecek bir yaklaşım olarak dünyada da kullanılmaya başlanmıştır. Son iki yılda Avrupa ülkelerinde sınırlı olarak uygulanan bu yöntemden 2010 yılı sonuna kadar Batı Avrupa ve A.B.D.’de yaklaşık olarak 2 bin hasta faydalanmıştır.
Yapılan araştırmaların ümit vaat ettiği mandallama yöntemi, ülkemizde 2010 yılından itibaren Amerikan Hastanesi’nde uygulanmaya başlanmıştır.
“Mandallama’’ Kimlere Uygulanabilir?
Günümüzde mitral yetmezlik için yapılan ameliyatların, gecikmeden yani kalpte bozukluklar ortaya çıkmadan yapılması, başarı şansını ve hastaya faydasını uzun dönemde arttırmaktadır. Örneğin, ciddi mitral kapak prolapsusu olan bir hastada bu kapağa vaktinde yapılacak bir onarım cerrahisinin başarısı yüksek olmaktadır. Ancak, kalpte bozulma ile ortaya çıkan ve “fonksiyonel mitral yetmezlik” olarak adlandırılan sorunlarda operasyon başarısı düşmektedir.
Bilimsel olarak her tür mitral yetmezliğin tedavisinde uygun olduğu görülen mandallama yöntemi, özellikle ameliyat olması riskli bulunan veya ameliyat için geç kalmış hastalarda öncelikle tercih edilebilir bir girişimdir.
Kalbin bu işlemden sonraki 1-2 yıl içinde kendisini toparlaması beklenir. Bu durum, hastanın yakınmalarını azaltabildiği gibi, orta vadede kapak cerrahisi gerekirse, daha cerrahiyi az riskli hale de getirebilir.
Nasıl Uygulanır?
Şiddetli mitral yetmezliği olan ve yakınmaları sebebiyle müdahaleye gerek görülen hastalar, bir ön değerlendirmeden geçirilmektedir. Bu değerlendirme çerçevesinde “TEE” adı verilen tüp yutturularak, ekokardiyografi yapılması gerekmektedir. Bu test, mide hastalıklarında yapılan endoskopiye de benzetilebilmektedir. 15 dakika süren bu test ile hastanın kalp kapağının mandallama yönteminden fayda görüp görmeyeceği anlaşılmaktadır.
Operasyon kararı verildikten sonra, bir gün önceden hastaneye yatırılan hastaya anjiyo laboratuvarında narkoz altında işlem yapılmaktadır. Hasta, 3-4 saat süren işlem sonrasında bir gece yoğun bakım ünitesinde kalmaktadır. İki gün normal serviste izlenip, 3 ya da 4. gün taburcu edilmektedir. İşlemde, her iki kasıktan birer tüp anjiyo yapılır gibi yerleştirilmektedir. Ayrıca boyundan ve el bileğinden de küçük tüpler yerleştirilerek hastanın müdahalesi gerçekleştirilmektedir. Nadiren kan verilmesi de gerekebilen bu işlemde ölüm ve ciddi problem riski çok düşüktür.
MitraClip Uygulanan Hastayı Neler Bekler?
İşlemden hemen sonra hastanın özellikle nefes darlığı yakınmalarında azalma beklenmektedir. Kalp kası zayıflayıp, kalbi genişleyen hastalarda da nefes darlığında azalmanın yanında kalbin boyutları da küçülmektedir. Yani, kalp büyümesi düzeltilmektedir. Bu işlemde mitral yetersizlik hemen her zaman ortadan kaldırılamamaktadır. Ancak, işlemin yapıldığı hastaların büyük bir çoğunluğu ciddi derecede rahatlayıp, hareket kapasiteleri artmaktadır.
MitraClip yönteminin uzun dönem sonuçları henüz bilinmemesine karşın, kısa dönem yani 1-2 senelik veriler oldukça ümit vericidir. Bu işlemle uzun vadede herhangi bir girişime gerek kalmayacağı tahmin edilmektedir. Ancak, uzun vadede mitral yetersizlik tekrarlasa dahi kalbin küçülmesini sağlayan “mandallama” işlemi, olası bir açık mitral kapak operasyonunu daha az riskli hale getirebilecek ve ileride açık kalp ameliyatı şansını ortadan kaldırmayacaktır.Referans.7gunsaglik.com.tr,
Mitral kapak, kalbin temiz kan tarafında üst ve alt odacık arasındaki kapakçıktır
Bu kapak, kalbe akciğerden temiz kan gelirken açılmakta ve kanın kalbe dolmasını sağlamaktadır. Kalp kasılıp kanı vücuda atarken de, kapanmakta ve kapanması ile kanın vücuda yönlenmesine yardımcı olmaktadır.
Mitral kapak, kanın doğru yönde akmasını sağlamaktadır. Kapakçık, açılır kapanır iki kanatlı bir kapı gibi düşünülebilmekte; gereken sıkılıkta kapanamadığı durumda kan akciğere doğru geri kaçmaktadır. Bu duruma, “mitral yetmezlik” adı verilmekte ve en sık görülen kalp kapak hastalıkları arasında yer almaktadır.
kalp-hastaliklarina-ameliyatsiz-yeni-tedavi-yontemi
Mitral Yetmezliğin Nedenleri
Günümüzde kalp kapak hastalıklarına yol açan en yaygın sebepler, kapağın doğuştan farklılık veya eksiklikleri ve kalp romatizması gibi sonradan oluşan hastalıklarla deforme olmasıdır. Bunun yanı sıra yaşlanma ile birlikte her organ gibi kalp kapakları da yaşlanmakta, fonksiyonları yavaşlamakta ve dejenerasyona uğramaktadır.
Mitral yetmezliğe yol açan etkenler şunlardır:
? Doğuştan farklılıklar
? Yaşlanma ve dejenerasyon
? Kalp romatizması gibi kalbe vuran enfeksiyonlar.
Doğuştan gelen ve mitral yetmezliğin en sık karşılaşılan sebebi “mitral kapak prolapsusu”dur. Mitral kapak prolapsusu, dünyada en sık rastlanan kalp kapak problemidir. Prolapsusta kapakçığı iki kanatlı bir kapıya benzetirsek, bunun sert değil, yumuşak bir yapı olması ile bir bayrak gibi dalgalanması ve tam olarak kapanamaması durumu söz konusudur.
Kalp romatizması sonrası mitral yetmezlik, çok sık görülen bir sorun değildir ve günümüzde gitgide azalan oranda karşımıza çıkmaktadır. Sonradan gelişen mitral yetmezlik problemlerine daha çok kapağın dejenere olması yol açmaktadır. Kapağın normal olduğu durumlar da örneğin kalp krizleri veya kalp büyümesi gibi nedenlerden ötürü kalp kasının zayıflamasını takiben de mitral yetmezliğin ortaya çıktığı görülmektedir.
Bu da bir odanın iki kanatlı kapısının, odanın boyutlarının genişlemesi ile bir araya gelememesine benzetilebilmektedir. Mitral yetersizlik görülen hastalarda, zamanla yetersizliğin yani kaçak oranının şiddetli hale gelmesini takiben ciddi derecede nefes darlığı yakınması ve kalpte büyüme ortaya çıkmaktadır.
Diğer bazı kapak problemleri gibi ani ölüme sebebiyet vermeyen bu durum, kalbin geri dönemeyecek şekilde bozulmasıyla uzun süreli sorunlara da yol açmaktadır. Şiddetli kapak kaçağı sonrası kalp büyümesi, kalp yetmezliği ve ritim bozuklukları en sık rastlanan sorunlar arasında yer almaktadır.
Mitral Yetmezliğin Tedavisi
Mitral yetmezliğin tedavisi; yakın zamana kadar sadece cerrahi iken, günümüzde bazen “kapak değişimi” bazen de “kapak onarımı” olarak tabir edilen işlemlerle kapağın değiştirilmeden kaçırmaz hale gelmesi ile de yapılabilmektedir. Bu işlemler ehil ellerde başarı ile gerçekleştirilmektedir.
Buna rağmen yapılan araştırmalar, mitral yetmezlik görülen hastaların ameliyat gerektirenlerinin yaklaşık olarak % 50’sinin herhangi bir nedenle ameliyat olamadığını göstermektedir. Hastanın ameliyatının çok riskli olması bu noktada en önemli sebep olarak görülmektedir. Zaman zaman, hastanın büyük bir operasyondan korkması da bu ameliyatın yapılamamasında önemli rol oynamaktadır.
Ameliyatın, yani göğüs kafesi yarılarak müdahale edilmesinin, yapılmadığı veya yapılamadığı durumlarda bu hastaların durumu zamanla bozulmakta ve nefes problemleri artarak devam etmektedir. Sonuçta, ilaçların da yeterli faydayı sağlayamadığı geri dönüşü olmayan bir durumun içine girebilmektedirler.
Ünlü bir İtalyan kalp cerrahı tarafından, bahsi geçen ameliyatı kolaylaştırmak için kapağı değiştirmek yerine, kapağın iki kanadını birbirine yaklaştırmayı hedefleyen bir dikiş yöntemi bulunmuştur. Açık kalp ameliyatlarında denenen bu yöntem, kapının birbirine bitişmeyen iki kanadının orta noktada birbirine düğmelenmesine benzetilebilmektedir. Başlangıçta, kapak açık halde iken, kapakta “8” rakamına benzeyen bir şekil oluşturma tekniği yaygın olarak kullanılmamıştır. Ancak, son on yılda bu tekniği ameliyatsız uygulayan yöntemler üzerine yapılan çalışmalar başarılı sonuçlar vermiştir. Bu yöntem, “MitraClip’’ denilen bir cihazla hastalara uygulanmaya başlanmıştır.
Yönteme; çamaşır mandalı ile çarşaf tutturur gibi, kapağın iki kanadını tutturmaya benzediği için “mandallama” adı verilmektedir. Mandallama yöntemi; çok geniş kapak açıklığının, “O”, kapanamayıp ortadan kan kaçırırken, ortadan iki kanadına mandal takılıp birleştirilerek, bir çeşit “8” görüntüsü yaratılıp kaçağın azaltılması olarak değerlendirilebilmektedir.
Oluşturulan “8” rakamına benzeyen şekille; kaçak tamamen yok olmamakta, ancak, kan akışı trafiğini belirgin olarak azaltması ile kalp ve akciğer üzerindeki yükü hafifleterek hastaların rahatlamasını sağlamaktadır.
Mandallama yöntemi özellikle nefes almakta zorlanan hastaların, nefesini düzeltip, hareketlerini rahatlatan ve uzun vadede kalbin bozulmasını önleyebilecek bir yaklaşım olarak dünyada da kullanılmaya başlanmıştır. Son iki yılda Avrupa ülkelerinde sınırlı olarak uygulanan bu yöntemden 2010 yılı sonuna kadar Batı Avrupa ve A.B.D.’de yaklaşık olarak 2 bin hasta faydalanmıştır.
Yapılan araştırmaların ümit vaat ettiği mandallama yöntemi, ülkemizde 2010 yılından itibaren Amerikan Hastanesi’nde uygulanmaya başlanmıştır.
“Mandallama’’ Kimlere Uygulanabilir?
Günümüzde mitral yetmezlik için yapılan ameliyatların, gecikmeden yani kalpte bozukluklar ortaya çıkmadan yapılması, başarı şansını ve hastaya faydasını uzun dönemde arttırmaktadır. Örneğin, ciddi mitral kapak prolapsusu olan bir hastada bu kapağa vaktinde yapılacak bir onarım cerrahisinin başarısı yüksek olmaktadır. Ancak, kalpte bozulma ile ortaya çıkan ve “fonksiyonel mitral yetmezlik” olarak adlandırılan sorunlarda operasyon başarısı düşmektedir.
Bilimsel olarak her tür mitral yetmezliğin tedavisinde uygun olduğu görülen mandallama yöntemi, özellikle ameliyat olması riskli bulunan veya ameliyat için geç kalmış hastalarda öncelikle tercih edilebilir bir girişimdir.
Kalbin bu işlemden sonraki 1-2 yıl içinde kendisini toparlaması beklenir. Bu durum, hastanın yakınmalarını azaltabildiği gibi, orta vadede kapak cerrahisi gerekirse, daha cerrahiyi az riskli hale de getirebilir.
Nasıl Uygulanır?
Şiddetli mitral yetmezliği olan ve yakınmaları sebebiyle müdahaleye gerek görülen hastalar, bir ön değerlendirmeden geçirilmektedir. Bu değerlendirme çerçevesinde “TEE” adı verilen tüp yutturularak, ekokardiyografi yapılması gerekmektedir. Bu test, mide hastalıklarında yapılan endoskopiye de benzetilebilmektedir. 15 dakika süren bu test ile hastanın kalp kapağının mandallama yönteminden fayda görüp görmeyeceği anlaşılmaktadır.
Operasyon kararı verildikten sonra, bir gün önceden hastaneye yatırılan hastaya anjiyo laboratuvarında narkoz altında işlem yapılmaktadır. Hasta, 3-4 saat süren işlem sonrasında bir gece yoğun bakım ünitesinde kalmaktadır. İki gün normal serviste izlenip, 3 ya da 4. gün taburcu edilmektedir. İşlemde, her iki kasıktan birer tüp anjiyo yapılır gibi yerleştirilmektedir. Ayrıca boyundan ve el bileğinden de küçük tüpler yerleştirilerek hastanın müdahalesi gerçekleştirilmektedir. Nadiren kan verilmesi de gerekebilen bu işlemde ölüm ve ciddi problem riski çok düşüktür.
MitraClip Uygulanan Hastayı Neler Bekler?
İşlemden hemen sonra hastanın özellikle nefes darlığı yakınmalarında azalma beklenmektedir. Kalp kası zayıflayıp, kalbi genişleyen hastalarda da nefes darlığında azalmanın yanında kalbin boyutları da küçülmektedir. Yani, kalp büyümesi düzeltilmektedir. Bu işlemde mitral yetersizlik hemen her zaman ortadan kaldırılamamaktadır. Ancak, işlemin yapıldığı hastaların büyük bir çoğunluğu ciddi derecede rahatlayıp, hareket kapasiteleri artmaktadır.
MitraClip yönteminin uzun dönem sonuçları henüz bilinmemesine karşın, kısa dönem yani 1-2 senelik veriler oldukça ümit vericidir. Bu işlemle uzun vadede herhangi bir girişime gerek kalmayacağı tahmin edilmektedir. Ancak, uzun vadede mitral yetersizlik tekrarlasa dahi kalbin küçülmesini sağlayan “mandallama” işlemi, olası bir açık mitral kapak operasyonunu daha az riskli hale getirebilecek ve ileride açık kalp ameliyatı şansını ortadan kaldırmayacaktır.Referans.7gunsaglik.com.tr,
Göz Farı Uygulamasında Altın Öneriler
Kadınların büyük tutkularından biri olan makyaj yapmak çok kolay bir iş değil.
Sürekli açılıp kapanan göz kapaklarına kalıcı ve sağlam göz farı uygulamak gerekir ki ilerleyen saatlerde de hoş ve güzel dursun. Çoğu kadın far uygulamada başarısızdır. Topaklanma ve akma meydana gelir. Gözlerin ifadesi bozulur makyajın anlamı kalmaz. Farklı renk pigmentleriyle cesur tonlar bu sezon moda. Gelin, birlikte hoş ve etkileyici göz makyajının püf noktalarını öğrenelim.
Her zaman göz rengiyle göz farı rengini eşleştirmek gerekir mi bakalım. Göz renginizle karşıt ve kontrast yakalayan tonları seçmek ilk altın kuraldır. Mesela yeşil gözlülere bordo ve mürdüm tonları harika gidecektir. Yani kahve gözlüyüm diye kahve tonları far sürmek geride kaldı. Gölgelendirmede ise göze yakın tonları kullanmak serbest. Gölge ve far fırçalarınız farklı olmalı. Boyut ve yapıları da öyle.
Kaş kemiğinden göz bitimine kadar tüm kapağa hatta alt kısma far uygulayın. Birden fazla rengi harmanlamak çok hoş duracaktır. 2’li, 3’lü ve 4’lü göz farları ile uyumu yakalayın. Kaş altına krem bej tonları, tüm kapağa baz rengi ve kirpik dibi ile kuyruk kısmına koyu rengi ile gölge yapın. Önce parmaklarınızda tüm alanları bitirip en son fırçanızla birbirine karıştırıp doğal bir görünüm verin.
Aşağı, yukarı ve yanlara kuyruk ve uzantı halinde far uygulaması gözleri daha canlı ve belirgin hale getirir. Çok fazla akan görünümde göz altına far uygulamayın yorgun gösterir. Göz altı kapatıcısını sürdükten sonra hatta kapağa pudra sürüp öyle fara geçin. Işığı yansıtan ve kırışıklığı gizleyen en iyi tonlar soğuk renk tonlarıdır. Yani mavi ve mor gibi tonlar. Koyu renk eyeliner ve maskara ile gözleri çerçeveleyin ve makyajınızı bitirin.
Kaynak.7gunsaglik
Sürekli açılıp kapanan göz kapaklarına kalıcı ve sağlam göz farı uygulamak gerekir ki ilerleyen saatlerde de hoş ve güzel dursun. Çoğu kadın far uygulamada başarısızdır. Topaklanma ve akma meydana gelir. Gözlerin ifadesi bozulur makyajın anlamı kalmaz. Farklı renk pigmentleriyle cesur tonlar bu sezon moda. Gelin, birlikte hoş ve etkileyici göz makyajının püf noktalarını öğrenelim.
Her zaman göz rengiyle göz farı rengini eşleştirmek gerekir mi bakalım. Göz renginizle karşıt ve kontrast yakalayan tonları seçmek ilk altın kuraldır. Mesela yeşil gözlülere bordo ve mürdüm tonları harika gidecektir. Yani kahve gözlüyüm diye kahve tonları far sürmek geride kaldı. Gölgelendirmede ise göze yakın tonları kullanmak serbest. Gölge ve far fırçalarınız farklı olmalı. Boyut ve yapıları da öyle.
Kaş kemiğinden göz bitimine kadar tüm kapağa hatta alt kısma far uygulayın. Birden fazla rengi harmanlamak çok hoş duracaktır. 2’li, 3’lü ve 4’lü göz farları ile uyumu yakalayın. Kaş altına krem bej tonları, tüm kapağa baz rengi ve kirpik dibi ile kuyruk kısmına koyu rengi ile gölge yapın. Önce parmaklarınızda tüm alanları bitirip en son fırçanızla birbirine karıştırıp doğal bir görünüm verin.
Aşağı, yukarı ve yanlara kuyruk ve uzantı halinde far uygulaması gözleri daha canlı ve belirgin hale getirir. Çok fazla akan görünümde göz altına far uygulamayın yorgun gösterir. Göz altı kapatıcısını sürdükten sonra hatta kapağa pudra sürüp öyle fara geçin. Işığı yansıtan ve kırışıklığı gizleyen en iyi tonlar soğuk renk tonlarıdır. Yani mavi ve mor gibi tonlar. Koyu renk eyeliner ve maskara ile gözleri çerçeveleyin ve makyajınızı bitirin.
Kaynak.7gunsaglik
Birçok Hastalıktan Koruyan Kadınlık Hormonu
Östrojen hormonu kadınları kalp başta olmak üzere birçok sağlık sorunundan koruyor, nasıl mı?
Yapılan bilimsel araştırmalar, kalp-damar sistemi, endokrin bozukluklar, felç, depresyon, hafıza zayıflamaları gibi ciddi sağlık sorunlarına yol açabilen uyku apnesinde, kadınlarda östrojen hormonunun koruyucu etkisi olduğu öngörülüyor.
Türk Toraks Derneği Genel Sekreteri Doç. Dr. Hikmet Fırat, uyku sırasında horlamanın solunumun bozulduğunun en basit göstergesi olduğunu belirterek, nefesin tam durması veya yarı durması ise en önemli uykuda solunum bozukluğu belirtileri olduğunu söyledi.
Sabahları ağız kuruluğu ile uyanmak, geceleri altta belirgin bir neden olmadan sık idrara çıkmak, özellikle ense çevresinden aşırı terlemek gibi durumların uykuda solunum bozukluğu olabileceğini düşündürmesi gerektiğinin altını çizen Fırat, tıkayıcı tip (obstrüktif) uyku apne hastalığının genellikle horlama kendini gösterdiğini ifade etti. Fırat, merkezi (santral) tip uyku apne hastalığında ise horlamaya daha az rastlandığını anlatarak, “Bu tip apnelerde horlamadan da solunum durur. Ayrıca ileri derece kalp yetmezlikli hastalarda sıklıkla karşılaşılan özel bir tip solunum bozukluğu olan ‘Cheyne Stokes solunum tipi bozuklukta’ da klasik tıkayıcı tip apnelerden farklı olarak horlama daha nadir izlenir” diye konuştu.
EN AZ 10 SANİYE SOLUNUM KESİLİYOR
Solunum kesilmesinin veya kısmi kesilmesinin en az 10 saniye süreyle gerçekleştiğini dile getiren Fırat, bu sürenin sonunda kandaki oksijen doygunluğunun azaldığını söyledi. Fırat, bunun vücuttaki en önemli organlara hasar verdiğine dikkati çekerek, “Bunların başında kalp-damar sistemi (hipertansiyon ve kalp krizi riski), endokrin bozukluklar (diyabet ve guatr birlikteliği), beyin-damar sistemi (felç geçirme riski) ve psikolojik davranışsal bozukluklar (depresyon, cinsel isteksizlik, kişilik bozulmaları, hafıza zayıflamaları gibi) ile gün içi aşırı uykuya meyil bu hastalarda en sık karşılaşılan sonuçlardır” dedi.
TAŞINABİLİR SİSTEMLERLE EVDE YA DA HASTANEDE TANI KOYMAK MÜMKÜN
Fırat, uyku bozukluğu tanısında altın standartın uyku laboratuvarında yapılacak polisomnografik (uyku testi) incelemesi olduğunu belirtti.
Uzun süreli randevular nedeniyle “tarama testleri” denilen taşınabilir sistemlerle de evde veya hastane ortamında tanı konulabildiğini dile getiren Fırat, bu tür cihazların ehil ellerde, bu işte yetkili ve deneyimli kişilerce yapılıp yorumlanması gerektiğini vurguladı. Fırat, sonuç konusunda herhangi bir tereddüt olduğu takdirde mutlaka uyku laboratuvarında polisomnografik tetkik yapılması gerektiğinin altını çizdi.
Bilimsel çalışmalar sonucunda kadınlarda menopoz öncesinde, erkeklere oranla bu hastalığın daha az görüldüğünün saptandığını ifade eden Fırat, “Ancak menopoz sonrası bu oran kadınların aleyhine neredeyse eşitlenmiş durumdadır. Bu nedenle östrojen hormonunun koruyucu bir etkisi olduğu düşünülmektedir” dedi.
Kaynak.7gunsaglik
Yapılan bilimsel araştırmalar, kalp-damar sistemi, endokrin bozukluklar, felç, depresyon, hafıza zayıflamaları gibi ciddi sağlık sorunlarına yol açabilen uyku apnesinde, kadınlarda östrojen hormonunun koruyucu etkisi olduğu öngörülüyor.
Türk Toraks Derneği Genel Sekreteri Doç. Dr. Hikmet Fırat, uyku sırasında horlamanın solunumun bozulduğunun en basit göstergesi olduğunu belirterek, nefesin tam durması veya yarı durması ise en önemli uykuda solunum bozukluğu belirtileri olduğunu söyledi.
Sabahları ağız kuruluğu ile uyanmak, geceleri altta belirgin bir neden olmadan sık idrara çıkmak, özellikle ense çevresinden aşırı terlemek gibi durumların uykuda solunum bozukluğu olabileceğini düşündürmesi gerektiğinin altını çizen Fırat, tıkayıcı tip (obstrüktif) uyku apne hastalığının genellikle horlama kendini gösterdiğini ifade etti. Fırat, merkezi (santral) tip uyku apne hastalığında ise horlamaya daha az rastlandığını anlatarak, “Bu tip apnelerde horlamadan da solunum durur. Ayrıca ileri derece kalp yetmezlikli hastalarda sıklıkla karşılaşılan özel bir tip solunum bozukluğu olan ‘Cheyne Stokes solunum tipi bozuklukta’ da klasik tıkayıcı tip apnelerden farklı olarak horlama daha nadir izlenir” diye konuştu.
EN AZ 10 SANİYE SOLUNUM KESİLİYOR
Solunum kesilmesinin veya kısmi kesilmesinin en az 10 saniye süreyle gerçekleştiğini dile getiren Fırat, bu sürenin sonunda kandaki oksijen doygunluğunun azaldığını söyledi. Fırat, bunun vücuttaki en önemli organlara hasar verdiğine dikkati çekerek, “Bunların başında kalp-damar sistemi (hipertansiyon ve kalp krizi riski), endokrin bozukluklar (diyabet ve guatr birlikteliği), beyin-damar sistemi (felç geçirme riski) ve psikolojik davranışsal bozukluklar (depresyon, cinsel isteksizlik, kişilik bozulmaları, hafıza zayıflamaları gibi) ile gün içi aşırı uykuya meyil bu hastalarda en sık karşılaşılan sonuçlardır” dedi.
TAŞINABİLİR SİSTEMLERLE EVDE YA DA HASTANEDE TANI KOYMAK MÜMKÜN
Fırat, uyku bozukluğu tanısında altın standartın uyku laboratuvarında yapılacak polisomnografik (uyku testi) incelemesi olduğunu belirtti.
Uzun süreli randevular nedeniyle “tarama testleri” denilen taşınabilir sistemlerle de evde veya hastane ortamında tanı konulabildiğini dile getiren Fırat, bu tür cihazların ehil ellerde, bu işte yetkili ve deneyimli kişilerce yapılıp yorumlanması gerektiğini vurguladı. Fırat, sonuç konusunda herhangi bir tereddüt olduğu takdirde mutlaka uyku laboratuvarında polisomnografik tetkik yapılması gerektiğinin altını çizdi.
Bilimsel çalışmalar sonucunda kadınlarda menopoz öncesinde, erkeklere oranla bu hastalığın daha az görüldüğünün saptandığını ifade eden Fırat, “Ancak menopoz sonrası bu oran kadınların aleyhine neredeyse eşitlenmiş durumdadır. Bu nedenle östrojen hormonunun koruyucu bir etkisi olduğu düşünülmektedir” dedi.
Kaynak.7gunsaglik
Kadınların Hormonal Değişimleri Ve Menopoz Belirtileri
Erken menopozun ilk belirtilerinden biri de düzensiz görülen adet kanamalarıdır..
40 yaş altındaki her 100 kadından birini etkileyen erken menopoz hastalığıyla ilgili açıklamalarda bulunan Dr. Mehmet Özgür Demirel, kadınların düzensiz adetlerinin dikkate alınması gerektiğini ifade etti.
Erken menopoz nedeni ile kadınlık hormonlarının koruyucu etkilerinin ortadan kalkmasıyla cinsel birleşmede önemli sorunların ortaya çıktığını kaydeden Dr. Demirel, erken menopoz hastalığı yaşayanlara, normal yolla gebe kalmalarının çok zor olması nedeni ile tüp bebek önerildiğini belirtti. Dr. Demirel, “Menopoz kelime anlamı itibari ile adetten kesilme olarak tanımlanmaktadır. Erken menopoz ise 40 yaşından önce adetten kesilme durumudur. Her 100 kadından birini etkilemektedir. En sık belirti, adetlerde meydana gelen düzensizliktir. Bunun yanında kısırlık, depresyon, çarpıntı, halsizlik gibi diğer bulgularla da hekime başvurabilmektedirler. Erken menopoza neden olan en sık sebepler arasında otoimmün hastalıklar, cerrahi olarak yumurtalıkların alınması veya zedelenmesi, aile öyküsü, kullanılan bazı kanser ilaçları ve yaşam tarzı yer almaktadır. Yaşam tarzı derken özellikle sigara ve alkol kullanımı, uyuşturucu içerikli ilaçların kullanımından söz edilmektedir” dedi.
“ÖSTROJEN HORMONU KADIN İÇİN HAYATİ ÖNEM ARZ EDİYOR”
Erken menopoz tedavisinin, kişinin çocuk isteyip istememesine göre değişiklik gösterdiğini anlatan Dr. Demirel, “Çocuk isteyen çiftler için en uygun tedavi seçeneği tüp bebek iken, doğurganlık süresini tamamlamış kişilerde amaç eksik olan hormonların yerine konması olan hormon deplasman tedavisidir. Amaç, hastadaki şikayetler ve hormon eksikliğine bağlı gözlenebilecek hastalıkları engellemektir. En sık bilinen kadınlık hormonu olan östrojen, vücutta birçok dokuya etki etmektedir. Özellikle vajina mukozasında destek dokuların devamlılığı ve kayganlığı sağlayan sıvıların salgılanması gibi çok önemli rollere sahiptir.
Erken menopozdaki hastaların yaşını dikkate alırsak hala cinsel olarak aktif dönemde oldukları için eksilen hormon nedeni ile kuruluk ve darlık gelişeceğinden ağrı nedeni ile cinsellikten uzaklaşabilmektedir. Ayrıca östrojen kalp damar sağlığında, kemik yapımında, cildin nemli ve gergin kalmasında, kalın barsak kanserine karşı koruyucu etkisi nedeni ile eksikliğinin yerine konması ile kadının geri kalan yaşamında daha konforlu yaşamasını sağlayacaktır. Ayrıca tedavi sonrası bağlı ateş basması, huzursuzluk gibi şikayetler de ortadan kalkacağı için kişinin yaşam kalitesi önemli oranda artacaktır” diye konuştu.
Kaynak.7gunsaglik
40 yaş altındaki her 100 kadından birini etkileyen erken menopoz hastalığıyla ilgili açıklamalarda bulunan Dr. Mehmet Özgür Demirel, kadınların düzensiz adetlerinin dikkate alınması gerektiğini ifade etti.
Erken menopoz nedeni ile kadınlık hormonlarının koruyucu etkilerinin ortadan kalkmasıyla cinsel birleşmede önemli sorunların ortaya çıktığını kaydeden Dr. Demirel, erken menopoz hastalığı yaşayanlara, normal yolla gebe kalmalarının çok zor olması nedeni ile tüp bebek önerildiğini belirtti. Dr. Demirel, “Menopoz kelime anlamı itibari ile adetten kesilme olarak tanımlanmaktadır. Erken menopoz ise 40 yaşından önce adetten kesilme durumudur. Her 100 kadından birini etkilemektedir. En sık belirti, adetlerde meydana gelen düzensizliktir. Bunun yanında kısırlık, depresyon, çarpıntı, halsizlik gibi diğer bulgularla da hekime başvurabilmektedirler. Erken menopoza neden olan en sık sebepler arasında otoimmün hastalıklar, cerrahi olarak yumurtalıkların alınması veya zedelenmesi, aile öyküsü, kullanılan bazı kanser ilaçları ve yaşam tarzı yer almaktadır. Yaşam tarzı derken özellikle sigara ve alkol kullanımı, uyuşturucu içerikli ilaçların kullanımından söz edilmektedir” dedi.
“ÖSTROJEN HORMONU KADIN İÇİN HAYATİ ÖNEM ARZ EDİYOR”
Erken menopoz tedavisinin, kişinin çocuk isteyip istememesine göre değişiklik gösterdiğini anlatan Dr. Demirel, “Çocuk isteyen çiftler için en uygun tedavi seçeneği tüp bebek iken, doğurganlık süresini tamamlamış kişilerde amaç eksik olan hormonların yerine konması olan hormon deplasman tedavisidir. Amaç, hastadaki şikayetler ve hormon eksikliğine bağlı gözlenebilecek hastalıkları engellemektir. En sık bilinen kadınlık hormonu olan östrojen, vücutta birçok dokuya etki etmektedir. Özellikle vajina mukozasında destek dokuların devamlılığı ve kayganlığı sağlayan sıvıların salgılanması gibi çok önemli rollere sahiptir.
Erken menopozdaki hastaların yaşını dikkate alırsak hala cinsel olarak aktif dönemde oldukları için eksilen hormon nedeni ile kuruluk ve darlık gelişeceğinden ağrı nedeni ile cinsellikten uzaklaşabilmektedir. Ayrıca östrojen kalp damar sağlığında, kemik yapımında, cildin nemli ve gergin kalmasında, kalın barsak kanserine karşı koruyucu etkisi nedeni ile eksikliğinin yerine konması ile kadının geri kalan yaşamında daha konforlu yaşamasını sağlayacaktır. Ayrıca tedavi sonrası bağlı ateş basması, huzursuzluk gibi şikayetler de ortadan kalkacağı için kişinin yaşam kalitesi önemli oranda artacaktır” diye konuştu.
Kaynak.7gunsaglik
Adet Öncesi Sendromuna Temel Çözümler
PMS dediğimiz adet öncesi sendromunu iyice tanıyalım ve önlem alalım ki ciddi boyutlara ulaşmasın.
Regl öncesi gerginlik sendromu, her kadının yaşadığı, ama az sayıda kadının sözünü ettiği bir sorun. Neden regl öncesi dönemde çok tahammülsüz oluyoruz? Neden her ay düzenli olarak bu problemi yaşıyoruz? Yüzümüzde sivilceler çıkıyor ve kilo alıyoruz. Bu soruları artık duymaya alıştık. Peki bu dönemde hormonal dengemiz nasıl bozuluyor? Vücudumuzda neler oluyor ve bu sendromu en aza indirmek için neler yapmalıyız?
Hormonlar
Çoğu kadın, adet döneminden 3 ile 7 gün öncesinden itibaren belirtileri hissetmeye başlıyor. Ama vücutta olup biten değişiklikler yaklaşık iki hafta öncesinden başlıyor. Hormonların değişimi yaklaşık iki hafta önce başlıyor. Vücuttaki östrojen ve projesteron değerleri değişirken, testosteron üretilmeye başlıyor. Projesteron hormonu vücuttaki yağ üretimini artırıyor ve gözeneklerin tıkanmasına yol açarak, cilt üzerinde akne oluşumlarına davetiye çıkarıyor. Ayrıca testosteron hormonu, vücutta yağ bezlerinin meydana getirdiği sebumu yükseltmek için elinden geleni yapıyor. Bu yüzden kadınlar şehri terk etmek isteyecek kadar gergin duruma geliyor.
Bu durumda yapılması gereken şey ilk olarak vücudunuzu tanımaktır. Örneğin, belirtilerinizin ne kadar zaman önce başladığı ve sivilcelerinizin yüzünüzün hangi bölgesinde çıktığını bilmeniz bu ipuçlarını verecektir. Eğer sivilceler çene çevrenizde çıkıyor ise, regl öncesi akne sorununuz var demektir.
Regl öncesi sendromdaki psikolojik patlamaların tamamen normal ve hormonal olduğunu aklınızdan çıkarmadan, bu sorunları en aza indirmek için yapabileceklerinize bir göz atın.
Sadece bana mı oluyor?
Bazen çevrenize bakıp sizinle aynı problemi yaşamayan kadınları gördüğünde böyle düşünmeniz normal. Ne kadar sıradan belirtiler olsa da, her bünyenin hormonal değişiklikleri ve vücuttaki değişimlere verdiği cevaplar farklıdır. Bazı kadınların adet dönemi sivilceleri çok yoğun ve kalıcı olurken, bazılarının ise az olabilmektedir. Ne yazık ki, vücudun değişikliklere verdiği tepkiler her ay farklı olabilir ve önceden tahmin edilemez. Ayrıca vücudun regl dönemindeki değişikliklere verdiği tepkiler her yaşta da değişkenlik göstermektedir. Örneğin, ergenlikteki regl dönemlerinizde normal olan cildinizde, 30 yaşınıza geldiğinizde bir anda sivilceler oluşabilir.
Stres ile başa çıkın
Stresin en büyük sebebi, kadınların korkulu rüyası olan regl dönemi sivilceleridir. Strese girildikçe sivilceler çoğalır, sivilceler çoğaldıkça strese girilir. Bu kısır döngüyü sonlandırmanın yolu sakin olmaktır. Stresi kontrol etmek için yapılabilecek birçok şey vardır. Masaj, meditasyon, yoga, temiz hava, güzel bir kitap veya bir yürüyüş bunlardan biri olabilir.
Su için
Susamadığınız zamanlarda bile su içmeye çalışın. Canınız bir şey içmek istediğinde, meyve suyu veya kola yerine bir bardak su daha için. Eğer su içmeyi unutuyorsanız, masa başınızda veya çantanızda bir şişe su bulundurun. Günde en az 2 litre içmelisiniz. Su vücudumuzdaki toksinleri temizler ve diğer içecekler gibi her hangi bir yan etkisi yoktur.
Yediklerinize dikkat edin
Sadece sağlık için değil, kilo kontrolü için de yediklerinize dikkat etmelisiniz. Az şekerli ve bol vitaminli yiyecekler tüketip yaşam tarzınızı değiştirdiğinizde regl dönemi sivilcelerinizin azaldığını fark edeceksiniz. Bol bol balık ve lifli gıdalar tüketmeye çalışın.
Temizliğe dikkat edin
Regl döneminde oluşan hormonal akneler iç etkiler ile oluştuğu için, bu dönemde dış etkilere daha fazla dikkat etmeniz gerekir. Bakterilere karşı ne kadar korunursanız, cildinizin düzelmesi o kadar olası olur. Cilt yapınıza göre temizleme maskeleri alarak evde uygulayabilirsiniz ve haftada iki kez yüzünüze bebek şampuanı sürebilirsiniz. Yatmadan önce makyajınızı temizlemeye, temiz yastıkta uyumaya, cep telefonunuzu temiz tutmaya özen göstermelisiniz.
Kaynak.7gunsaglik
Regl öncesi gerginlik sendromu, her kadının yaşadığı, ama az sayıda kadının sözünü ettiği bir sorun. Neden regl öncesi dönemde çok tahammülsüz oluyoruz? Neden her ay düzenli olarak bu problemi yaşıyoruz? Yüzümüzde sivilceler çıkıyor ve kilo alıyoruz. Bu soruları artık duymaya alıştık. Peki bu dönemde hormonal dengemiz nasıl bozuluyor? Vücudumuzda neler oluyor ve bu sendromu en aza indirmek için neler yapmalıyız?
Hormonlar
Çoğu kadın, adet döneminden 3 ile 7 gün öncesinden itibaren belirtileri hissetmeye başlıyor. Ama vücutta olup biten değişiklikler yaklaşık iki hafta öncesinden başlıyor. Hormonların değişimi yaklaşık iki hafta önce başlıyor. Vücuttaki östrojen ve projesteron değerleri değişirken, testosteron üretilmeye başlıyor. Projesteron hormonu vücuttaki yağ üretimini artırıyor ve gözeneklerin tıkanmasına yol açarak, cilt üzerinde akne oluşumlarına davetiye çıkarıyor. Ayrıca testosteron hormonu, vücutta yağ bezlerinin meydana getirdiği sebumu yükseltmek için elinden geleni yapıyor. Bu yüzden kadınlar şehri terk etmek isteyecek kadar gergin duruma geliyor.
Bu durumda yapılması gereken şey ilk olarak vücudunuzu tanımaktır. Örneğin, belirtilerinizin ne kadar zaman önce başladığı ve sivilcelerinizin yüzünüzün hangi bölgesinde çıktığını bilmeniz bu ipuçlarını verecektir. Eğer sivilceler çene çevrenizde çıkıyor ise, regl öncesi akne sorununuz var demektir.
Regl öncesi sendromdaki psikolojik patlamaların tamamen normal ve hormonal olduğunu aklınızdan çıkarmadan, bu sorunları en aza indirmek için yapabileceklerinize bir göz atın.
Sadece bana mı oluyor?
Bazen çevrenize bakıp sizinle aynı problemi yaşamayan kadınları gördüğünde böyle düşünmeniz normal. Ne kadar sıradan belirtiler olsa da, her bünyenin hormonal değişiklikleri ve vücuttaki değişimlere verdiği cevaplar farklıdır. Bazı kadınların adet dönemi sivilceleri çok yoğun ve kalıcı olurken, bazılarının ise az olabilmektedir. Ne yazık ki, vücudun değişikliklere verdiği tepkiler her ay farklı olabilir ve önceden tahmin edilemez. Ayrıca vücudun regl dönemindeki değişikliklere verdiği tepkiler her yaşta da değişkenlik göstermektedir. Örneğin, ergenlikteki regl dönemlerinizde normal olan cildinizde, 30 yaşınıza geldiğinizde bir anda sivilceler oluşabilir.
Stres ile başa çıkın
Stresin en büyük sebebi, kadınların korkulu rüyası olan regl dönemi sivilceleridir. Strese girildikçe sivilceler çoğalır, sivilceler çoğaldıkça strese girilir. Bu kısır döngüyü sonlandırmanın yolu sakin olmaktır. Stresi kontrol etmek için yapılabilecek birçok şey vardır. Masaj, meditasyon, yoga, temiz hava, güzel bir kitap veya bir yürüyüş bunlardan biri olabilir.
Su için
Susamadığınız zamanlarda bile su içmeye çalışın. Canınız bir şey içmek istediğinde, meyve suyu veya kola yerine bir bardak su daha için. Eğer su içmeyi unutuyorsanız, masa başınızda veya çantanızda bir şişe su bulundurun. Günde en az 2 litre içmelisiniz. Su vücudumuzdaki toksinleri temizler ve diğer içecekler gibi her hangi bir yan etkisi yoktur.
Yediklerinize dikkat edin
Sadece sağlık için değil, kilo kontrolü için de yediklerinize dikkat etmelisiniz. Az şekerli ve bol vitaminli yiyecekler tüketip yaşam tarzınızı değiştirdiğinizde regl dönemi sivilcelerinizin azaldığını fark edeceksiniz. Bol bol balık ve lifli gıdalar tüketmeye çalışın.
Temizliğe dikkat edin
Regl döneminde oluşan hormonal akneler iç etkiler ile oluştuğu için, bu dönemde dış etkilere daha fazla dikkat etmeniz gerekir. Bakterilere karşı ne kadar korunursanız, cildinizin düzelmesi o kadar olası olur. Cilt yapınıza göre temizleme maskeleri alarak evde uygulayabilirsiniz ve haftada iki kez yüzünüze bebek şampuanı sürebilirsiniz. Yatmadan önce makyajınızı temizlemeye, temiz yastıkta uyumaya, cep telefonunuzu temiz tutmaya özen göstermelisiniz.
Kaynak.7gunsaglik
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)