Günlük hayatı alt üst eden ve sosyal hayatı engelleyen baş ağrıları neden olur? Nasıl korunabiliriz, beslenme veya egzersizle ilgisi var mıdır?
Kişinin günlük aktivitelerini yapmasını engelleyen ve onu sosyal yaşamdan soyutlayabilen bu ağrılarda doğru tedavi, sorunun kaynağına inilmesi ile mümkün. Prof. Dr. Macit Selekler, 5 hastadan 4’ünün migren sorunu yaşadığını söyledi, şu bilgileri verdi:
“Dünya Sağlık Örgütü’nün 2011 raporuna göre; baş ağrısı nedeniyle doktora başvuran hastaların %30’u migren, %35’i gerilim tipi baş ağrısı, %12’si ise migren ve gerilim tipi baş ağrısından şikayetçidir. %6 oranında aşırı ilaç kullanımı nedeni ile baş ağrısı görülmektedir. Bunların çoğunun kökeninde migren yatmaktadır. Baş ağrısı yakınması ile doktora giden her 5 hastadan 4’ünün migren ve gerilim tipi baş ağrısında şikayetçi olduğu görülmektedir.”
IŞIK, SES VE KOKULAR HAYATINIZI ÇEKİLMEZ KILABİLİR
Migrenin, gerilim tipi baş ağrısına göre daha ciddi bir tablo olduğunu belirten Selekler, aradaki farkı şöyle anlattı: “Gerilim tipi baş ağrısı, hafif veya orta derecede; migren ise orta veya şiddetli derecede bir baş ağrısıdır. Kişinin günlük işlerini yerine getirmesini engeller. Ayrıca migrene; ışık, ses ve kokulardan rahatsızlık ile bulantı ve kusma eşlik edebilir. Gerilim tipi baş ağrısı basit ağrı kesicilere daha iyi ve daha düşük dozda cevap verir. Migren ve gerilim tipi baş ağrısının tetikleyicileri birbirine yakınlık gösterir. Son yıllarda gerilim tipi baş ağrısı ve migrenin kökende aynı olduğu, bu ağrının migrenin daha hafif bir formu olduğu düşünülmektedir.”
TEDAVİDEN ÖNCE KORUNMA ÖNEMLİDİR
Baş ağrılarının yaşamı olumsuz etkilememesi için önce ağrı tiplerini tanımak gerektiğini ve ilk adımın korunma olduğunu vurgulayan Prof. Selekler, “Migren ve gerilim tipi baş ağrısı kısaca kişi kendini ruhsal ve fiziksel olarak hırpaladığında ortaya çıkar. Her insanın tetikleyicileri farklılıklar göstermekle beraber temelde benzer özellikler gösterir” dedi ve önerilerini şöyle sıraladı:
BAŞ AĞRILARDAN KURTULMAK İÇİN…
• Düzenli uyku: Her gün belirli zamanlarda uyuyup uyanmalısınız. Hafta sonları çok fazla, hafta içi ise çok az uyumak sakıncalıdır. Çoğu erişkin için gece ihtiyaç duyduğu uyku süresi yaklaşık 6-8 saattir. Uykudan baş ağrısı ile uyanmak olası bir uyku bozukluğunun göstergesidir.
• Düzenli beslenme: Kan şekerinin düşmesi, baş ağrısını tetikleyebilir. Günde üç kez, düzenli aralıklarla, protein, meyve, sebze ve karbonhidrat içeren öğünler tüketilmelidir. Çok fazla şeker, kan şekerinin hızlı yükselmesine ve bu da tekrar hızlı düşmesine yol açar; sonuç olarak baş ağrısını tetikleyebilir.
• Yeterli ölçüde rutin egzersiz: Haftada 3- 5 kez yapılan yeterli ölçüde egzersiz, stresinizin azalmasına ve bedensel olarak formda kalınmasına yardım edecektir. Aşırı veya düzenli yapılmayan egzersiz ise baş ağrılarını tetikleyebilmektedir.
• Bol miktarda sıvı tüketmek: Normal bir erişkin gün içerisinde bol miktarda su içmelidir. Dehidratasyon yani vücudun susuz kalması, baş ağrısına neden olabilmektedir.
• Kafein, alkol ve ilaç alımını sınırlandırmak: Kafein uyarıcı bir maddedir ve kullanan kişilerde kafein yoksunluğu baş ağrısına neden olabilir. Kafeinin kaynağı genellikle kahve, çay, asitli içecekler ve kafein içeren ağrı kesicilerdir. Baş ağrısı için kullanılan herhangi bir ilaç, çok uzun sure ve sık alındığında baş ağrısı ortaya çıkabilir. Haftada 1-2 defa ağrı kesici kullanmak sakıncalı olmayabilir. Ancak sürekli olarak, haftada üç günden fazla bu ilaçların kullanılması baş ağrısına yol açar.
• Stresi azaltmak: Stres, baş ağrısında bir artışa yol açabilir. Gevşeme, nefes egzersizi, meditasyon ve stres yönetimi kullanılabilecek yöntemlerdir.
• Depresyon tedavisi: Kişinin sıklıkla depresif bir duygu durumunda olduğu görülüyorsa uzman yardımı alması baş ağrısının etkin bir şekilde tedavi edilmesi için önemlidir.
Kaynak.7gunsaglik
Parkinson’da Beyin Pili Yöntemi Uygulanacak
İlaç tedavisine cevap veremeyen Parkinson hastalarına beyin pili takılacak ve hasta kontrol altına alınacak. Prof. Dr. Dilek İnce Günal ayrıntıları anlatıyor..
Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Dilek İnce Günal, “İlaç tedavisine cevap vermeyen parkinson hastasına,beyin pili takarak hastanın bulgularının kontrol altına alınmasını sağlıyoruz. Alınan ilaç miktarı yüzde 70’e kadar azalıyor” dedi.
Parkinson; beyinde ‘dopamin’ adı verilen maddenin eksikliği ile ortaya çıkan, kronik nörolojik bir hastalık. Yaşın ilerlemesiyle beyinde dopamin salgılayan hücrelerin azalması veya hasara uğramasıyla ortaya çıkan hastalık, hareket bozukluklarına ve istem dışı hareketlere yol açıyor. Hastalık ellerde ve ayaklarda titreme, hareketlerde yavaşlama, kaslarda sertlik ve yürüme güçlüğüne neden oluyor.
Tanı konulduktan sonra hastalığın ilk beş yılının balayı dönemi olduğunu, hastanın günlük yaşam aktivitelerini rahat yaptığını, alınan ilaçlara cevap verdiğini söyleyen Nöroloji Uzmanı Prof.Dr. Dilek İnce Günal, şöyle konuştu:
“Parkinson hastalığında ikinci beş yıl içinde ilaçların etkisi azalır ve hasta daha sık ilaç almak zorunda kalır. İlaçların sayıları ve çeşitleri artınca yan etkileri ortaya çıkmaya başlar. İlaçların en sık görülen yan etkileri kıvrılma, yerinde duramama gibi istemsiz hareketlerdir. Ayrıca hayal görme, kumara düşkünlük, şüpheci olma, cinsel isteğin artması gibi davranış değişiklikleri olabilir. Bunların hepsi hastayı sosyal yaşamda çok rahatsız eder.”
PİL İLE HASTALIK KONTROL ALTINA ALINIYOR
Nörolog Prof.Dr. Dilek İnce Günal, hastalığın kişiye göre değişebildiğini belirterek şunları söyledi: "Bazı hastalar 10 yıl süresince çok iyi ya da iki yıl içinde çok kötü bulgular verebilir. Hastalığın seyri kişiye özeldir. İlaç tedavisine cevap vermeyen hastaya başka alternatif tedavi yöntemleri uyguluyoruz. Halk arasında pil olarak isimlendirilen, stimulator tedavisi bu noktada kullandığımız bir yöntem. Hastaya beyin pili takarak, hastalığı ortadan kaldıramıyoruz fakat kullanılan ilaç miktarını azaltarak, hastalığın bulgularını kontrol altına alıyoruz. Çünkü özel yerleştirdiğimiz elektrotlarla oradaki dopamin salgısındaki düzensizlik bir anlamda ayarlanarak, daha sağlıklı çalışması sağlanıyor.”
“Pil, beyin içine yerleştirilmeden önce fizyolojik olarak oradaki hücrelerin akımları ölçülüyor ve yeri milimetrik olarak hesaplanıyor" diyen Prof. Dr. Günal, pil, belirlenen özel alana yerleştirildikten sonra hastayı doğru yerde miyiz diye tekrar muayene ettiklerini söyledi.
Beyin cerrahı, nörolog, psikiyatrist, teknisyen ve hemşire ekibi ile yapılan ameliyat sonrası hastayı 1 hafta sonra çağırıp pilin volt ayarını yaptıklarını anlatan Prof. Dr. Günal, sözlerine şöyle devam etti: "Yaklaşık bir saatte ayarladığımız frekansa göre, ilaçların dozlarını azaltıyoruz. Cerrahi de amaç en az yüzde 60-70 ilaç dozlarını düşürmek ve hastanın günlük yaşam aktivitelerinde bağımsız olmasını sağlamaktır. Hasta ameliyat sonrasında hastalığının bir 5 yıl öncesine dönüş yapıyor gibi oluyor. Hastalık tamamen ortadan kalkmıyor ama ilaçlardan alınan verim artıyor ilaç sayısı azalıyor, yan etkiler azalıyor.”
DOKTORUNUZLA SÜREKLİ İLETİŞİMDE OLUN
Doğru hasta seçiminin uzman bir nörolog ve psikiyatrist tarafından yapıldığını belirten Prof.Dr. Günal, sözlerini şöyle tamamladı: “Ameliyattan bir hafta sonra pilin açılışı yapılır. Pilin açılışından sonra hastayı birkaç haftada bir tekrar görüp ayarı artırıyoruz. O ayarı artırırken de ilaç dozlarını düşürüyoruz. Yaklaşık 2-3 ayda ilk ayar oturmuş oluyor. Belli aralıklarla hastanın gelmesi gerekiyor. Çünkü, bu hastalık ilerleyici bir hastalıktır. Hastalık ilerleyince bulgularda ilerliyor. Onun için pilin ayarının yapılması gerekiyor. Hastalar İstanbul dışında ise 4-6 ayda bir kontrole gelmeli. İstanbul içinde 3 ayda bir görmeye çalışırız. Hastanın fark etmediği bir bulguyu, yan etkiyi muayenede fark ederiz. Sürekli hastanın nörologu ile iletişim halinde olması gerekir.”
Kaynak.7gunsaglik
Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Dilek İnce Günal, “İlaç tedavisine cevap vermeyen parkinson hastasına,beyin pili takarak hastanın bulgularının kontrol altına alınmasını sağlıyoruz. Alınan ilaç miktarı yüzde 70’e kadar azalıyor” dedi.
Parkinson; beyinde ‘dopamin’ adı verilen maddenin eksikliği ile ortaya çıkan, kronik nörolojik bir hastalık. Yaşın ilerlemesiyle beyinde dopamin salgılayan hücrelerin azalması veya hasara uğramasıyla ortaya çıkan hastalık, hareket bozukluklarına ve istem dışı hareketlere yol açıyor. Hastalık ellerde ve ayaklarda titreme, hareketlerde yavaşlama, kaslarda sertlik ve yürüme güçlüğüne neden oluyor.
Tanı konulduktan sonra hastalığın ilk beş yılının balayı dönemi olduğunu, hastanın günlük yaşam aktivitelerini rahat yaptığını, alınan ilaçlara cevap verdiğini söyleyen Nöroloji Uzmanı Prof.Dr. Dilek İnce Günal, şöyle konuştu:
“Parkinson hastalığında ikinci beş yıl içinde ilaçların etkisi azalır ve hasta daha sık ilaç almak zorunda kalır. İlaçların sayıları ve çeşitleri artınca yan etkileri ortaya çıkmaya başlar. İlaçların en sık görülen yan etkileri kıvrılma, yerinde duramama gibi istemsiz hareketlerdir. Ayrıca hayal görme, kumara düşkünlük, şüpheci olma, cinsel isteğin artması gibi davranış değişiklikleri olabilir. Bunların hepsi hastayı sosyal yaşamda çok rahatsız eder.”
PİL İLE HASTALIK KONTROL ALTINA ALINIYOR
Nörolog Prof.Dr. Dilek İnce Günal, hastalığın kişiye göre değişebildiğini belirterek şunları söyledi: "Bazı hastalar 10 yıl süresince çok iyi ya da iki yıl içinde çok kötü bulgular verebilir. Hastalığın seyri kişiye özeldir. İlaç tedavisine cevap vermeyen hastaya başka alternatif tedavi yöntemleri uyguluyoruz. Halk arasında pil olarak isimlendirilen, stimulator tedavisi bu noktada kullandığımız bir yöntem. Hastaya beyin pili takarak, hastalığı ortadan kaldıramıyoruz fakat kullanılan ilaç miktarını azaltarak, hastalığın bulgularını kontrol altına alıyoruz. Çünkü özel yerleştirdiğimiz elektrotlarla oradaki dopamin salgısındaki düzensizlik bir anlamda ayarlanarak, daha sağlıklı çalışması sağlanıyor.”
“Pil, beyin içine yerleştirilmeden önce fizyolojik olarak oradaki hücrelerin akımları ölçülüyor ve yeri milimetrik olarak hesaplanıyor" diyen Prof. Dr. Günal, pil, belirlenen özel alana yerleştirildikten sonra hastayı doğru yerde miyiz diye tekrar muayene ettiklerini söyledi.
Beyin cerrahı, nörolog, psikiyatrist, teknisyen ve hemşire ekibi ile yapılan ameliyat sonrası hastayı 1 hafta sonra çağırıp pilin volt ayarını yaptıklarını anlatan Prof. Dr. Günal, sözlerine şöyle devam etti: "Yaklaşık bir saatte ayarladığımız frekansa göre, ilaçların dozlarını azaltıyoruz. Cerrahi de amaç en az yüzde 60-70 ilaç dozlarını düşürmek ve hastanın günlük yaşam aktivitelerinde bağımsız olmasını sağlamaktır. Hasta ameliyat sonrasında hastalığının bir 5 yıl öncesine dönüş yapıyor gibi oluyor. Hastalık tamamen ortadan kalkmıyor ama ilaçlardan alınan verim artıyor ilaç sayısı azalıyor, yan etkiler azalıyor.”
DOKTORUNUZLA SÜREKLİ İLETİŞİMDE OLUN
Doğru hasta seçiminin uzman bir nörolog ve psikiyatrist tarafından yapıldığını belirten Prof.Dr. Günal, sözlerini şöyle tamamladı: “Ameliyattan bir hafta sonra pilin açılışı yapılır. Pilin açılışından sonra hastayı birkaç haftada bir tekrar görüp ayarı artırıyoruz. O ayarı artırırken de ilaç dozlarını düşürüyoruz. Yaklaşık 2-3 ayda ilk ayar oturmuş oluyor. Belli aralıklarla hastanın gelmesi gerekiyor. Çünkü, bu hastalık ilerleyici bir hastalıktır. Hastalık ilerleyince bulgularda ilerliyor. Onun için pilin ayarının yapılması gerekiyor. Hastalar İstanbul dışında ise 4-6 ayda bir kontrole gelmeli. İstanbul içinde 3 ayda bir görmeye çalışırız. Hastanın fark etmediği bir bulguyu, yan etkiyi muayenede fark ederiz. Sürekli hastanın nörologu ile iletişim halinde olması gerekir.”
Kaynak.7gunsaglik
Beyin Faaliyetleri Futbolcuyu Nasıl Etkiliyor: Messi Örneği
Başarılı futbolcu Messi’nin işindeki bu başarısının sırrı beyin faaliyetlerinde gizli.. Nasıl bir aktivite ve işlevle bu hareketler ortaya çıkıyor?
Barcelona futbol takımının yıldız oyuncusu Lionel Messi’nin kıvrak çalımları, beyin faaliyetleriyle ilgili olabilir.
İngiltere Brunel Üniversitesi tarafından, profesyonel ve amatör futbolcular üzerinde yapılan araştırma, profesyonel oyuncuların, amatörlere oranla beyinlerinin birçok noktasını aynı anda daha randımanlı kullanabildiğini ortaya koydu.
Araştırmada, tecrübeli futbolcuların, kendilerinden topu kapmaya çalışan rakiplerine karşı içgüdüsel olarak daha uyanık ve atik olduğu belirtildi. Tecrübeli oyuncuların, kontratakta topu hızlıca çalarak ne yöne gideceklerine çok daha çabuk karar verdiği ifade edildi. Araştırma kapsamında, beyinleri MR yöntemiyle görüntülenen tecrübeli futbolcuların motor becerilerinin, amatörlere oranla daha fazla geliştiğinin açıkça görüldüğü kaydedildi.
Profesyonel futbolcularda görülen motor becerilerdeki artışın, yoğun ve sıkı antrenmanlarla ilgili olduğu tahmin ediliyor.
Bir sonraki araştırmada ise, profesyonel futbolcuların beyinlerinin, rakibinin hareketini zamanla nasıl tahmin edebilir hale geldiğinin gözleneceği ifade edildi.
Araştırma, Sport and Exercise Psychology dergisinde yayımlandı.
Kaynak.7gunsaglik
Barcelona futbol takımının yıldız oyuncusu Lionel Messi’nin kıvrak çalımları, beyin faaliyetleriyle ilgili olabilir.
İngiltere Brunel Üniversitesi tarafından, profesyonel ve amatör futbolcular üzerinde yapılan araştırma, profesyonel oyuncuların, amatörlere oranla beyinlerinin birçok noktasını aynı anda daha randımanlı kullanabildiğini ortaya koydu.
Araştırmada, tecrübeli futbolcuların, kendilerinden topu kapmaya çalışan rakiplerine karşı içgüdüsel olarak daha uyanık ve atik olduğu belirtildi. Tecrübeli oyuncuların, kontratakta topu hızlıca çalarak ne yöne gideceklerine çok daha çabuk karar verdiği ifade edildi. Araştırma kapsamında, beyinleri MR yöntemiyle görüntülenen tecrübeli futbolcuların motor becerilerinin, amatörlere oranla daha fazla geliştiğinin açıkça görüldüğü kaydedildi.
Profesyonel futbolcularda görülen motor becerilerdeki artışın, yoğun ve sıkı antrenmanlarla ilgili olduğu tahmin ediliyor.
Bir sonraki araştırmada ise, profesyonel futbolcuların beyinlerinin, rakibinin hareketini zamanla nasıl tahmin edebilir hale geldiğinin gözleneceği ifade edildi.
Araştırma, Sport and Exercise Psychology dergisinde yayımlandı.
Kaynak.7gunsaglik
Duyguları Besleyen Gıda Tuzaklarından Kaçının
Beslenmede daha rahat ve kolay ulaşım, kolay yeme ve duygularımıza hitap etme gibi etkenlere daha fazla önem veriyoruz.
Sağlıklı sağlıksız diye ayırt etmek yerine bizi tatmin eden besinlere yöneliyoruz. Kendimizi şımartmak için çoğu zaman bir hamburger, pizza yiyebiliyor, milkshake içebiliyoruz. Aslında damak tadımıza hitap ediyor fakat aynı anda pişmanlık duyabiliyoruz. Bu gibi beslenme tuzaklarından kaçınmamız gerekli. Hamur işleri, paketleniş, işlenmiş hazır gıdalar duygudurum düzenleyicidir.
Fakat bu mutlu eden gıdalarda kimyasallar vardır ve iltihaplanmadan depresyona obeziteden diyabete pek çok soruna yol açarlar. Karbonhidrat tok tutan doyuran ve aynı zamanda çabuk acıktıran gıdadır. Patates püresi, salatası, kumpir, pilav, lazanya, makarna, pizzaya bayılırız çünkü karbonhidrat içerirler mutlu ederler beyni doyururlar. Serotonin hormonunu artırır.
Güneşsiz günlerde mutlu olmak için bu yiyeceklere yöneliriz. Bunun yerine tam tahıllı gevrekler, çavdar ekmeği, yulaf ezmesi daha az huzursuzluk verir kilo almayı önler. B vitamini ve likopen içeren tatlı patates ise depresyona iyi gelir. Kötü yağlardan da uzak duralım. Omega 3 içeren balık yağı, fındık ve zeytinyağı faydalıdır. Sebzeler dahi olsa sağlıklı pişirmeli ve yavaş yemeliyiz.
Tatlı ve şekerlemelere gelince, enerji ve mutluluk verirler. Kan şekeri, beden ve zihine aslında hiç de iyi değildir. Vitamin içeren sağlıklı gıdaları seçin, meyveler en değerli tatlılardır. Gün ışığından yeterince faydalanın. Bundan eksik olan kişiler daha çok sağlıksız beslenmeye yönelmektedir. D vitamini alan kişilerde beslenme bozuklukları daha az yaşanır. . .Kaynak.7gunsaglik
Sağlıklı sağlıksız diye ayırt etmek yerine bizi tatmin eden besinlere yöneliyoruz. Kendimizi şımartmak için çoğu zaman bir hamburger, pizza yiyebiliyor, milkshake içebiliyoruz. Aslında damak tadımıza hitap ediyor fakat aynı anda pişmanlık duyabiliyoruz. Bu gibi beslenme tuzaklarından kaçınmamız gerekli. Hamur işleri, paketleniş, işlenmiş hazır gıdalar duygudurum düzenleyicidir.
Fakat bu mutlu eden gıdalarda kimyasallar vardır ve iltihaplanmadan depresyona obeziteden diyabete pek çok soruna yol açarlar. Karbonhidrat tok tutan doyuran ve aynı zamanda çabuk acıktıran gıdadır. Patates püresi, salatası, kumpir, pilav, lazanya, makarna, pizzaya bayılırız çünkü karbonhidrat içerirler mutlu ederler beyni doyururlar. Serotonin hormonunu artırır.
Güneşsiz günlerde mutlu olmak için bu yiyeceklere yöneliriz. Bunun yerine tam tahıllı gevrekler, çavdar ekmeği, yulaf ezmesi daha az huzursuzluk verir kilo almayı önler. B vitamini ve likopen içeren tatlı patates ise depresyona iyi gelir. Kötü yağlardan da uzak duralım. Omega 3 içeren balık yağı, fındık ve zeytinyağı faydalıdır. Sebzeler dahi olsa sağlıklı pişirmeli ve yavaş yemeliyiz.
Tatlı ve şekerlemelere gelince, enerji ve mutluluk verirler. Kan şekeri, beden ve zihine aslında hiç de iyi değildir. Vitamin içeren sağlıklı gıdaları seçin, meyveler en değerli tatlılardır. Gün ışığından yeterince faydalanın. Bundan eksik olan kişiler daha çok sağlıksız beslenmeye yönelmektedir. D vitamini alan kişilerde beslenme bozuklukları daha az yaşanır. . .Kaynak.7gunsaglik
Mide Ekşimesi Aslında Bir Gaz Sıkışması mı?
Soğan yiyince mideniz ekşiyor veya yanıyorsa bu bir gaz sorunu da olabilir..
Özellikle çiğ soğan ya da sarımsak yediğinizde midenizde yanma mı hissediyorsunuz? Çok sayıda kişinin böyle bir sorunu var ama Gastroenteroloji Uzmanı Kadir Demir, insanların bu problemi yanlış yorumladıklarını söylüyor. Yanma ya da ekşime sandığınız rahatsızlık aslında bir gaz sorunundan ibaret.
Dr. Kadir Demir, mide hastalığı olsun olmasın kimsenin herhangi bir diyet programına ihtiyacı olmadığını belirtip soğan, sarımsak gibi gıdaların reflü hastalığı olanlar dışında kimseye bir zarar vermediğini şöyle ifade ediyor:
“Reflüyü bir mide hastalığı olarak değerlendirmemek lazım, o ayrı bir hastalıktır. Mide hastalığı ülser, kanser, kişilik yapısıyla ilişkili gastrit vakalarıdır. Bu hastalar rahatlıkla soğan, sarımsak tüketebilirler hatta ülserli hastalar her besini tüketebilirler. Ancak soğan ve sarımsak, herkeste farklı reaksiyonlar göstermekle birlikte reflü hastalarının şikayetlerini artırabilir.”
Soğan zarı barsakta gaz yapıyor
Soğan zarının lifli bir gıda olmasından ötürü barsaklarda gazı artırarak şikayete yol açtığını kaydeden Demir, soğanın yanı sıra sarımsak, acı biber ve baharatın da midede yanma ya da ekşimeye yol açmadığını şu sözleriyle açıklıyor:
“Soğan zarı barsaklardaki gazı artırdığı için bu problemi insanlar mide yanması ya da ekşimesi olarak yorumluyorlar. Yani soğanın içindeki bir madde mide duvarını tahriş etmiyor. Bu şikayette bulunan kişiler soğanın zarını çıkardıktan sonra herhangi bir sorun yaşamadıklarını söylerler. Bu da bahsettiğimiz durumdan kaynaklandığının bir göstergesidir”
Reflü hastaları bunları tüketmesin
Demir ayrıca reflü hastalarının filtre kahve, domates suyu, portakal suyu, yağlı ve soslu yiyeceklerden kaçınmaları gerektiğini belirtip tüketmeleri durumunda göğüste yanma/ekşime şikayetlerinin artabileceğini sözlerine ekliyor..Kaynak.7gunsaglik.com .,
Özellikle çiğ soğan ya da sarımsak yediğinizde midenizde yanma mı hissediyorsunuz? Çok sayıda kişinin böyle bir sorunu var ama Gastroenteroloji Uzmanı Kadir Demir, insanların bu problemi yanlış yorumladıklarını söylüyor. Yanma ya da ekşime sandığınız rahatsızlık aslında bir gaz sorunundan ibaret.
Dr. Kadir Demir, mide hastalığı olsun olmasın kimsenin herhangi bir diyet programına ihtiyacı olmadığını belirtip soğan, sarımsak gibi gıdaların reflü hastalığı olanlar dışında kimseye bir zarar vermediğini şöyle ifade ediyor:
“Reflüyü bir mide hastalığı olarak değerlendirmemek lazım, o ayrı bir hastalıktır. Mide hastalığı ülser, kanser, kişilik yapısıyla ilişkili gastrit vakalarıdır. Bu hastalar rahatlıkla soğan, sarımsak tüketebilirler hatta ülserli hastalar her besini tüketebilirler. Ancak soğan ve sarımsak, herkeste farklı reaksiyonlar göstermekle birlikte reflü hastalarının şikayetlerini artırabilir.”
Soğan zarı barsakta gaz yapıyor
Soğan zarının lifli bir gıda olmasından ötürü barsaklarda gazı artırarak şikayete yol açtığını kaydeden Demir, soğanın yanı sıra sarımsak, acı biber ve baharatın da midede yanma ya da ekşimeye yol açmadığını şu sözleriyle açıklıyor:
“Soğan zarı barsaklardaki gazı artırdığı için bu problemi insanlar mide yanması ya da ekşimesi olarak yorumluyorlar. Yani soğanın içindeki bir madde mide duvarını tahriş etmiyor. Bu şikayette bulunan kişiler soğanın zarını çıkardıktan sonra herhangi bir sorun yaşamadıklarını söylerler. Bu da bahsettiğimiz durumdan kaynaklandığının bir göstergesidir”
Reflü hastaları bunları tüketmesin
Demir ayrıca reflü hastalarının filtre kahve, domates suyu, portakal suyu, yağlı ve soslu yiyeceklerden kaçınmaları gerektiğini belirtip tüketmeleri durumunda göğüste yanma/ekşime şikayetlerinin artabileceğini sözlerine ekliyor..Kaynak.7gunsaglik.com .,
Reflüye Karşı Nasıl Tedbir Almalıyız?
Reflü, ileride çok ciddileşebilen bir mide hastalığı. Yiyeceklerin yukarı gelmesiyle rahatsızlık yaşatan bu rahatsızlıkta ameliyat mümkün mü?
Reflü beslenme tarzı ile yaşam alışkanlıklarının düzenlenmesi ve ihtiyaç duyulursa ilaç tedavisi ile çoğunlukla kontrol altında tutulabiliyor. Ancak bazı nedenler var ki bu durumda cerrahi müdahale şart görülüyor!
Halk arasında reflü olarak bilinen gastroözefageal reflü, mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçması olarak tanımlanıyor. Ülkemizde her 5 kişiden birinin sorunu olan bu hastalık, oluşturduğu yakınmalarla yaşam kalitesini ciddi boyutlarda etkileyebiliyor. Öyle ki hasta gece yüksek yastıkta yatmak zorunda kaldığı ve öksürük krizleri nedeniyle rahat uyuyamadığı için güne yorgun başlayabiliyor. Hiç beklemediği bir anda ani mide gazı çıkışları veya ağız kokusu yüzünden sosyal hayatında zor anlar yaşayabiliyor. Reflü’nün en tipik belirtisi olan midede yanma ile ekşime sorunu da hastayı canından bezdirebiliyor. Bu hastalık beslenme tarzı ile yaşam alışkanlıklarına özen gösterildiği ve ihtiyaç duyulduğunda ilaç tedavisine devam edildiği sürece genellikle kontrol altında tutulabiliyor. Ancak bazı durumlarda operasyon şart görülebiliyor. Acıbadem Bodrum Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Dr. Ertuğrul Yaltı, reflü ameliyatına götüren 5 nedeni anlatıyor.
BU ALIŞKANLIKLAR REFLÜ NEDENİ
Karın içi basıncını artıran mide fıtığı, obezite ve hamilelik reflüye zemin hazırlayan faktörler. Ancak bu hastalık aynı zamanda mide kapakçığı yetersiz çalışan zayıf kişilerde de sıklıkla görülüyor. Mide kapakçığının yetersiz çalıştığı hastalarda fazla miktarda yemek tüketmek, tok karnına yatmak ve mide kapakçığını gevşeten gıdaları yemek reflüyü tetikliyor. Mide kapakçığını gevşeten etkenler ise şöyle sıralanıyor:
• Alkol,
• Sigara,
• Turşu, limon gibi ekşiler
• Yağlı gıdalar,
• Salçalı besinler,
• Acı baharatlar.
REFLÜ AMELİYATINA GÖTÜREN 5 NEDEN
1. Mide fıtığı eşlik ediyorsa: Reflü hastalığına sıklıkla mide fıtığı eşlik edebiliyor. Mide fıtığının bazı türlerinde fıtık boğulması ve acil ameliyat riski oluyor. Bu tür fıtıklarda reflünün şiddetine bakılmaksızın hastaya ameliyat öneriliyor.
2. İlaç tedavisine rağmen yakınmalar geçmiyorsa: Reflüye bağlı olarak yemek borusunda yanma, ekşime, ağza acı su gelmesi gibi yakınmaları olan hastaların bu yakınmaları genellikle PPI (proton pompa inhibitörü) denilen, asit üretimini azaltan ve aljinat denilen (gaviscon gibi) yemek borusunun iç yüzeyini koruyan ilaçlarla kontrol altına alınabiliyor. Fakat bazı hastalarda tüm diyet uygulamaları ve ilaçlara rağmen yakınmalar devam ediyor. Bu grup hastalar ancak ameliyattan fayda görüyor.
3. Yemek borusu içinde doku hasarı saptanmışsa: Reflüye bağlı yakınmaları diyet ve düzenli ilaç kullanımıyla kontrol altına alınmış olan hastaların kontrol endoskopisinde doku hasarı (ülser veya mukozal tahriş) görülebiliyor. Bu hastaların yakınmaları geçmiş de olsa, ilaç tedavisinden yeterince fayda görmediğine karar veriliyor ve ameliyat öneriliyor.
4. Kanserleşmeye doğru giden doku değişimleri varsa: Reflü olduğunda yemek borusuna kaçan asit salgısı yemek borusunun iç yüzeyini döşeyen mukozada hasara yol açabiliyor. Bu durum kronik bir duruma geldiğinde,yemek borusunda barrett olarak nitelendirilen ve kansere dönüşme ihtimali olan değişikliklere yol açıyor. Eğer bir hastada bu tür değişiklikler oluştuysa yemek borusunu reflüye karşı daha iyi korumak gerekiyor. Bu durumda da ameliyat öneriliyor.
5. Hasta sürekli ilaç kullanmak istemiyorsa: Reflü hastalarında diyet ve ilaçların yardımıyla yakınmalar geçebiliyor. Bazı hastalar bu ilaçları ömür boyu kullanmak zorunda kalabiliyor. Ömür boyu ilaç kullanmak ya da diyet yapmak istemeyen hastalar yaşam konforunu arttırmak için kalıcı çözüm arayabiliyor. Bu grup hastalara da ameliyat öneriliyor.
AMELİYAT KESİN ÇÖZÜM SAĞLIYOR
Reflü, laparoskopik cerrahinin gelişmelerinden en fazla nasibini alan hastalıklardan biri. Laparoskopik girişim reflü ameliyatları için de altın standart haline geldi. Genel Cerrahi Uzmanı Dr. Ertuğrul Yaltı, laparoskopik reflü ameliyatından sonra hastanın genellikle 24 saat sonra hastaneden taburcu olduğunu belirterek şunları söyledi: “Laparoskopik cerrahinin yarattığı konfor sayesinde ameliyat sayılarında çok hızlı bir artış oldu. Bunun nedeni ise hastanın kısa sürede günlük yaşantısına geri dönebilmesi. Ameliyattan bir gün sonra günlük yaşantısına dönebilen hasta, 7-10 gün sonra da iş hayatına başlayabiliyor. 20 günlük bir diyet sürecinin ardından da yasaklı olan gıdalar dahil normal beslenmeye geçebiliyor.”
BELİRTİLERİ NELER
• Mide ve yemek borusunda yanma, ekşime,
• Ağza acı su gelmesi,
• Yemek sırasında yemek borusunda ağrı, boğazda bir takılma hissi,
• Astıma benzer nefes darlığı,
• Öksürük, ses kısıklığı,
• Ağız kokusu gibi yakınmalar görülüyor..Kaynak.7gunsaglik.com .,
Reflü beslenme tarzı ile yaşam alışkanlıklarının düzenlenmesi ve ihtiyaç duyulursa ilaç tedavisi ile çoğunlukla kontrol altında tutulabiliyor. Ancak bazı nedenler var ki bu durumda cerrahi müdahale şart görülüyor!
Halk arasında reflü olarak bilinen gastroözefageal reflü, mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçması olarak tanımlanıyor. Ülkemizde her 5 kişiden birinin sorunu olan bu hastalık, oluşturduğu yakınmalarla yaşam kalitesini ciddi boyutlarda etkileyebiliyor. Öyle ki hasta gece yüksek yastıkta yatmak zorunda kaldığı ve öksürük krizleri nedeniyle rahat uyuyamadığı için güne yorgun başlayabiliyor. Hiç beklemediği bir anda ani mide gazı çıkışları veya ağız kokusu yüzünden sosyal hayatında zor anlar yaşayabiliyor. Reflü’nün en tipik belirtisi olan midede yanma ile ekşime sorunu da hastayı canından bezdirebiliyor. Bu hastalık beslenme tarzı ile yaşam alışkanlıklarına özen gösterildiği ve ihtiyaç duyulduğunda ilaç tedavisine devam edildiği sürece genellikle kontrol altında tutulabiliyor. Ancak bazı durumlarda operasyon şart görülebiliyor. Acıbadem Bodrum Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Dr. Ertuğrul Yaltı, reflü ameliyatına götüren 5 nedeni anlatıyor.
BU ALIŞKANLIKLAR REFLÜ NEDENİ
Karın içi basıncını artıran mide fıtığı, obezite ve hamilelik reflüye zemin hazırlayan faktörler. Ancak bu hastalık aynı zamanda mide kapakçığı yetersiz çalışan zayıf kişilerde de sıklıkla görülüyor. Mide kapakçığının yetersiz çalıştığı hastalarda fazla miktarda yemek tüketmek, tok karnına yatmak ve mide kapakçığını gevşeten gıdaları yemek reflüyü tetikliyor. Mide kapakçığını gevşeten etkenler ise şöyle sıralanıyor:
• Alkol,
• Sigara,
• Turşu, limon gibi ekşiler
• Yağlı gıdalar,
• Salçalı besinler,
• Acı baharatlar.
REFLÜ AMELİYATINA GÖTÜREN 5 NEDEN
1. Mide fıtığı eşlik ediyorsa: Reflü hastalığına sıklıkla mide fıtığı eşlik edebiliyor. Mide fıtığının bazı türlerinde fıtık boğulması ve acil ameliyat riski oluyor. Bu tür fıtıklarda reflünün şiddetine bakılmaksızın hastaya ameliyat öneriliyor.
2. İlaç tedavisine rağmen yakınmalar geçmiyorsa: Reflüye bağlı olarak yemek borusunda yanma, ekşime, ağza acı su gelmesi gibi yakınmaları olan hastaların bu yakınmaları genellikle PPI (proton pompa inhibitörü) denilen, asit üretimini azaltan ve aljinat denilen (gaviscon gibi) yemek borusunun iç yüzeyini koruyan ilaçlarla kontrol altına alınabiliyor. Fakat bazı hastalarda tüm diyet uygulamaları ve ilaçlara rağmen yakınmalar devam ediyor. Bu grup hastalar ancak ameliyattan fayda görüyor.
3. Yemek borusu içinde doku hasarı saptanmışsa: Reflüye bağlı yakınmaları diyet ve düzenli ilaç kullanımıyla kontrol altına alınmış olan hastaların kontrol endoskopisinde doku hasarı (ülser veya mukozal tahriş) görülebiliyor. Bu hastaların yakınmaları geçmiş de olsa, ilaç tedavisinden yeterince fayda görmediğine karar veriliyor ve ameliyat öneriliyor.
4. Kanserleşmeye doğru giden doku değişimleri varsa: Reflü olduğunda yemek borusuna kaçan asit salgısı yemek borusunun iç yüzeyini döşeyen mukozada hasara yol açabiliyor. Bu durum kronik bir duruma geldiğinde,yemek borusunda barrett olarak nitelendirilen ve kansere dönüşme ihtimali olan değişikliklere yol açıyor. Eğer bir hastada bu tür değişiklikler oluştuysa yemek borusunu reflüye karşı daha iyi korumak gerekiyor. Bu durumda da ameliyat öneriliyor.
5. Hasta sürekli ilaç kullanmak istemiyorsa: Reflü hastalarında diyet ve ilaçların yardımıyla yakınmalar geçebiliyor. Bazı hastalar bu ilaçları ömür boyu kullanmak zorunda kalabiliyor. Ömür boyu ilaç kullanmak ya da diyet yapmak istemeyen hastalar yaşam konforunu arttırmak için kalıcı çözüm arayabiliyor. Bu grup hastalara da ameliyat öneriliyor.
AMELİYAT KESİN ÇÖZÜM SAĞLIYOR
Reflü, laparoskopik cerrahinin gelişmelerinden en fazla nasibini alan hastalıklardan biri. Laparoskopik girişim reflü ameliyatları için de altın standart haline geldi. Genel Cerrahi Uzmanı Dr. Ertuğrul Yaltı, laparoskopik reflü ameliyatından sonra hastanın genellikle 24 saat sonra hastaneden taburcu olduğunu belirterek şunları söyledi: “Laparoskopik cerrahinin yarattığı konfor sayesinde ameliyat sayılarında çok hızlı bir artış oldu. Bunun nedeni ise hastanın kısa sürede günlük yaşantısına geri dönebilmesi. Ameliyattan bir gün sonra günlük yaşantısına dönebilen hasta, 7-10 gün sonra da iş hayatına başlayabiliyor. 20 günlük bir diyet sürecinin ardından da yasaklı olan gıdalar dahil normal beslenmeye geçebiliyor.”
BELİRTİLERİ NELER
• Mide ve yemek borusunda yanma, ekşime,
• Ağza acı su gelmesi,
• Yemek sırasında yemek borusunda ağrı, boğazda bir takılma hissi,
• Astıma benzer nefes darlığı,
• Öksürük, ses kısıklığı,
• Ağız kokusu gibi yakınmalar görülüyor..Kaynak.7gunsaglik.com .,
Kabak Sindirim Sistemini Güçlendirir, Mideyi Korur
Mide sorunlarınız veya sindirim şikayetleriniz varsa kabak tüketin. Kabağın mucizevi faydaları ile midenizi koruyun, sağlığınıza katkı yapın..
Bir porsiyon kabakta 36 kalori ve bol lif bulunur. Diyet yapan kadınlar kabağı mutlaka menülerinde bulundurmalıdır.
İçerisindeki lifler kolesterolü düşürür ve sindirim sistemini destekler.
Bağırsak hareketlerini düzenleyen lifler bağırsaklarda biriken toksinleri de temizler. Ayrıca bol miktarda antioksidan içerir. Bu sayede çeşitli kanser tiplerine karşı vücudu korur. .Kaynak.7gunsaglik.com .,
Bir porsiyon kabakta 36 kalori ve bol lif bulunur. Diyet yapan kadınlar kabağı mutlaka menülerinde bulundurmalıdır.
İçerisindeki lifler kolesterolü düşürür ve sindirim sistemini destekler.
Bağırsak hareketlerini düzenleyen lifler bağırsaklarda biriken toksinleri de temizler. Ayrıca bol miktarda antioksidan içerir. Bu sayede çeşitli kanser tiplerine karşı vücudu korur. .Kaynak.7gunsaglik.com .,
Erkek Çocuklarında Testis Dönmesi Riski
Ergenlik zamanında erkek çocuklarında görülen karın ağrısı testis sorununa delalet olabiliyor..
Erkek çocuklarda ergenlik döneminde meydana gelen karın ağrılarının bir başka hastalığın habercisi olabileceği ifade edildi. Kayseri’de böyle bir şikayetle hastaneye başvuran bir çocuk testis dönmesi tanısı konularak ameliyat edildi.
Bursa’da yaşayan Emir Burkan Tarhan (13), 2 gün boyunca karın ağrısı çekti. Emir Burkan Tarhan bu ağrısını çok önemsemedi ve ailesiyle akraba ziyareti için Kayseri’ye geldi. Kayseri’de karın ağrısı devam etti. Sonraki günlerde sağ yumurtalıkta ağrı başladı, bunu kusma, şişlik ve kızarıklık takip etti.
Şikayetlerinin şiddeti artınca ailesi tarafından hastaneye kaldırılan Tarhan’ı, Çocuk Cerrahisi Uzmanı Dr. Harun Reşit Ayangil muayene etti. Yapılan muayenede hastaya testis torsiyonu (dönmesi) tanısı kondu. Hemen doopler skrotal ultrason yapıldı, çıkan sonuç konan tanıyı doğruladı ve hasta hemen acil ameliyata alındı.
Hastanın durumuyla ve yapılan ameliyatla ilgili Dr. Ayangil, şu açıklamaları yaptı: "Hastamız ameliyata alındığında sağ testisin ölü(nekroze) olduğu tespit edildi. Sağ testis 720 derece, yaklaşık iki tur dönmüştü. Hastaya yapılan tıbbi uygulamalar sonrasında da renginin düzelmediği görülüp sağ testis alındı. Operasyon yaklaşık 1.5 saat sürdü. Ameliyat gayet başarılı geçti. Sol testisinin korunması için karın ağrısı şikâyetlerinde testis kontrolünün yaptırılmasını önerdiğimiz hastamız, biraz daha geç kalınmış olsa üzücü sonuçlarla karşı karşıya kalabilirdi."
Dr. Ayangil, ergenlik çağındaki erkek çocuklarında karın ağrısı şikayeti olduğunda, hastanın sadece karın bölgesine bakılmayıp, yumurtalıklarının da mutlaka muayene edilmesi gerektiğini söyledi. Ayangil, "Çünkü yumurtalıklarla ilgili şikayetler, bazen başlangıçta sadece karın ağrısı şeklinde olabilir. 13 yaş civarındaki erkekler yeni ergenlik dönemine girdiği için utangaçlıktan yumurtalıklarla ilgili şikayetleri saklayabiliyorlar. Bu yüzden bu yaş grubunda karın ağrısı varsa mutlaka testisler de muayene edilmelidir
Testis torsiyonu (dönmesi) hastalığında ilk 6 saatlik dönem hayati önem taşımaktadır. Bu dönemde hastanın acil cerrahi müdahalesi şart olduğundan, testis muayenesi, gerekirse doopler skrotal ultrason yapılmalıdır." dedi.
Bu zor operasyon sonrası sağlığına kavuşan Tarhan’ın ailesi ise, "Oğlumuz sağlığına kavuştuğu için çok mutluyuz. Yaşadığımız bu rahatsızlıkta, biz ebeveynlerinde çok dikkatli olması gerektiğini anladık. Operasyonu başarılı bir şekilde gerçekleştiren Dr. Harun Reşit Ayangil’e teşekkürlerimizi iletiyoruz" diye konuştu..Kaynak.7gunsaglik.com .,
Erkek çocuklarda ergenlik döneminde meydana gelen karın ağrılarının bir başka hastalığın habercisi olabileceği ifade edildi. Kayseri’de böyle bir şikayetle hastaneye başvuran bir çocuk testis dönmesi tanısı konularak ameliyat edildi.
Bursa’da yaşayan Emir Burkan Tarhan (13), 2 gün boyunca karın ağrısı çekti. Emir Burkan Tarhan bu ağrısını çok önemsemedi ve ailesiyle akraba ziyareti için Kayseri’ye geldi. Kayseri’de karın ağrısı devam etti. Sonraki günlerde sağ yumurtalıkta ağrı başladı, bunu kusma, şişlik ve kızarıklık takip etti.
Şikayetlerinin şiddeti artınca ailesi tarafından hastaneye kaldırılan Tarhan’ı, Çocuk Cerrahisi Uzmanı Dr. Harun Reşit Ayangil muayene etti. Yapılan muayenede hastaya testis torsiyonu (dönmesi) tanısı kondu. Hemen doopler skrotal ultrason yapıldı, çıkan sonuç konan tanıyı doğruladı ve hasta hemen acil ameliyata alındı.
Hastanın durumuyla ve yapılan ameliyatla ilgili Dr. Ayangil, şu açıklamaları yaptı: "Hastamız ameliyata alındığında sağ testisin ölü(nekroze) olduğu tespit edildi. Sağ testis 720 derece, yaklaşık iki tur dönmüştü. Hastaya yapılan tıbbi uygulamalar sonrasında da renginin düzelmediği görülüp sağ testis alındı. Operasyon yaklaşık 1.5 saat sürdü. Ameliyat gayet başarılı geçti. Sol testisinin korunması için karın ağrısı şikâyetlerinde testis kontrolünün yaptırılmasını önerdiğimiz hastamız, biraz daha geç kalınmış olsa üzücü sonuçlarla karşı karşıya kalabilirdi."
Dr. Ayangil, ergenlik çağındaki erkek çocuklarında karın ağrısı şikayeti olduğunda, hastanın sadece karın bölgesine bakılmayıp, yumurtalıklarının da mutlaka muayene edilmesi gerektiğini söyledi. Ayangil, "Çünkü yumurtalıklarla ilgili şikayetler, bazen başlangıçta sadece karın ağrısı şeklinde olabilir. 13 yaş civarındaki erkekler yeni ergenlik dönemine girdiği için utangaçlıktan yumurtalıklarla ilgili şikayetleri saklayabiliyorlar. Bu yüzden bu yaş grubunda karın ağrısı varsa mutlaka testisler de muayene edilmelidir
Testis torsiyonu (dönmesi) hastalığında ilk 6 saatlik dönem hayati önem taşımaktadır. Bu dönemde hastanın acil cerrahi müdahalesi şart olduğundan, testis muayenesi, gerekirse doopler skrotal ultrason yapılmalıdır." dedi.
Bu zor operasyon sonrası sağlığına kavuşan Tarhan’ın ailesi ise, "Oğlumuz sağlığına kavuştuğu için çok mutluyuz. Yaşadığımız bu rahatsızlıkta, biz ebeveynlerinde çok dikkatli olması gerektiğini anladık. Operasyonu başarılı bir şekilde gerçekleştiren Dr. Harun Reşit Ayangil’e teşekkürlerimizi iletiyoruz" diye konuştu..Kaynak.7gunsaglik.com .,
Yiyerek Zayıflamanın Adı: Volümetrik Diyet
Doyana kadar ve canınızın çektiği şeyleri yiyeceksiniz, aynı zamanda da zayıflayacaksınız. Hayal gibi geliyor değil mi? Oysa hepsi gerçek. ‘Volümetrik diyet’ sayesinde rejimde olmanın artık yeni bir anlamı var.
Amerika’dan gelen yeni bir diyet trendi, diyete olan bakış açısını değiştiriyor. ‘Volümetrik diyet’te amaç; yemeyi sevmek, tadını çıkarmak ve doyana kadar yemek!
Volümetrik diyet, başka bir deyişle ‘hacim diyeti’ olarak da adlandırabileceğimiz bu diyet trendi, yeni bir çığır açıyor. Çünkü temeli, ”doyana kadar ye” prensibine dayanıyor. Nesnelerin hacmini ölçmeye yarayan bir birim olan ‘volümetri’den adını alan diyet yöntemi, besinleri kalori değerlerine göre değil, hacim değerlerine göre sınıflandırıyor. Bir örnek vermek gerekirse: 15 tane üzüm, tartıda 100 gram geliyor ve kalorisi de 70 civarında. 15 tane kurutulmuş üzüm ise en fazla 20 gram ve onun da kalorisi 70 civarında. Peki, 100 gram üzümle mi doyarsınız, yoksa 20 gram kuru üzümle mi? Her ikisinin de kalorisi aynı ise, daha hacimli olan taze üzüme uzanmaz mı şimdi eliniz? Bu soruya ‘evet’ deme ihtimaliniz çok yüksek. Zaten araştırmalar da bunu gösteriyor.
Pennsylvania’da yapılan bir araştırmaya göre insanlar, ‘doyana’ kadar yemek yiyor. Bu durumda ‘ne’ yediğinin de pek bir önemi kalmıyor. Düşük kalorili de olsa, yüksek kalorili de olsa, temel amaç ‘doydum’ hissini yaşamak! Bu araştırmadan yola çıkarak volümetrik diyeti geliştiren Beslenme Uzmanı Barbara Rolls, normalden daha az yiyerek zayıflamanın çok zor olduğunun altını çiziyor:
”Besinleri kısarak yapılan diyet, ilk başta kilo verdirir ama uzun vadede başarılı olamaz. Çünkü ‘açlık’ hissinin bastırılması gerekiyor!”
SABAH
Aç karnına bir bardak su için. Ardından büyük bir kase içine; yulaf ezmesi, taze meyve parçaları koyun. Bu karışıma yağsız süt, yoğurt ya da meyve suyuyla hacim kazandırın.
ARA
Bir patates salatasının içine bolca salatalık doğrayın. Bu, salatanızın hem hacmini artıracak, hem de daha doyurucu olacak.
ÖĞLE
Sade suya tirit tarzı çorbanızın hacmini artırmak için kepekli makarna ve sebzelerden faydalanın. Makarna yerine bulgur, yarma, pirinç gibi bakliyatlar da kullanabilirsiniz. Kurubaklagiller de çorbaya ayrı bir lezzet ve hacim katar. İsterseniz içine arada bir tavuk, balık ya da et parçaları atın. Eğer zengin bir çorba içme şansınız yoksa; balık ya da tavuk filetosunun yanında bol salata ve sebze yiyebilirsiniz. Ardından küçük bir sütlü tatlı ya da meyve alabilirsiniz. Bol bol su içmeyi unutmayın!.Kaynak. .,
Amerika’dan gelen yeni bir diyet trendi, diyete olan bakış açısını değiştiriyor. ‘Volümetrik diyet’te amaç; yemeyi sevmek, tadını çıkarmak ve doyana kadar yemek!
Volümetrik diyet, başka bir deyişle ‘hacim diyeti’ olarak da adlandırabileceğimiz bu diyet trendi, yeni bir çığır açıyor. Çünkü temeli, ”doyana kadar ye” prensibine dayanıyor. Nesnelerin hacmini ölçmeye yarayan bir birim olan ‘volümetri’den adını alan diyet yöntemi, besinleri kalori değerlerine göre değil, hacim değerlerine göre sınıflandırıyor. Bir örnek vermek gerekirse: 15 tane üzüm, tartıda 100 gram geliyor ve kalorisi de 70 civarında. 15 tane kurutulmuş üzüm ise en fazla 20 gram ve onun da kalorisi 70 civarında. Peki, 100 gram üzümle mi doyarsınız, yoksa 20 gram kuru üzümle mi? Her ikisinin de kalorisi aynı ise, daha hacimli olan taze üzüme uzanmaz mı şimdi eliniz? Bu soruya ‘evet’ deme ihtimaliniz çok yüksek. Zaten araştırmalar da bunu gösteriyor.
Pennsylvania’da yapılan bir araştırmaya göre insanlar, ‘doyana’ kadar yemek yiyor. Bu durumda ‘ne’ yediğinin de pek bir önemi kalmıyor. Düşük kalorili de olsa, yüksek kalorili de olsa, temel amaç ‘doydum’ hissini yaşamak! Bu araştırmadan yola çıkarak volümetrik diyeti geliştiren Beslenme Uzmanı Barbara Rolls, normalden daha az yiyerek zayıflamanın çok zor olduğunun altını çiziyor:
”Besinleri kısarak yapılan diyet, ilk başta kilo verdirir ama uzun vadede başarılı olamaz. Çünkü ‘açlık’ hissinin bastırılması gerekiyor!”
SABAH
Aç karnına bir bardak su için. Ardından büyük bir kase içine; yulaf ezmesi, taze meyve parçaları koyun. Bu karışıma yağsız süt, yoğurt ya da meyve suyuyla hacim kazandırın.
ARA
Bir patates salatasının içine bolca salatalık doğrayın. Bu, salatanızın hem hacmini artıracak, hem de daha doyurucu olacak.
ÖĞLE
Sade suya tirit tarzı çorbanızın hacmini artırmak için kepekli makarna ve sebzelerden faydalanın. Makarna yerine bulgur, yarma, pirinç gibi bakliyatlar da kullanabilirsiniz. Kurubaklagiller de çorbaya ayrı bir lezzet ve hacim katar. İsterseniz içine arada bir tavuk, balık ya da et parçaları atın. Eğer zengin bir çorba içme şansınız yoksa; balık ya da tavuk filetosunun yanında bol salata ve sebze yiyebilirsiniz. Ardından küçük bir sütlü tatlı ya da meyve alabilirsiniz. Bol bol su içmeyi unutmayın!.Kaynak. .,
Kaplıca Tedavisinin Sağlığa Olan Yararları
Güneş altında görülen kaplıca ve sıcak banyo tedavisi hakkında uzmanlar bilgi verdi.
Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Deri ve Zührevi Hastalıklar Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sedat Özçelik, kaplıca tedavisi ve balneo terapilerin, kapalı alanlarda yeterli olmadığını belirterek, "Deri rahatsızlıkları ve romatizma gibi iltihaplı hastalıkların tedavisinde ultraviyole ışınların etkisi olumlu yönde fazladır" dedi.
Özçelik, kaplıca tedavisinin, bilinçli yapılması durumunda yarar sağlayacağını söyledi. Türkiye'de milyonlarca vatandaşın, tedavi yöntemlerini bilmediğini ve yatırımcıların da araştırma yapmadan tesis kurduğunu savunan Özçelik, kaplıca tedavisi sunan birçok tesisin, güneş ışığı almadığını ifade etti.
Özçelik, "doğada mevcut termal sular ve şifalı çamurlarla uygulanan bir çeşit tedavi yöntemi" diye tanımlanan balneo terapide, güneş ışığının önemli olduğuna dikkati çekerek, şöyle konuştu:
"Termal sular, ultraviyole ışınlarla yararlı olur. Kaplıca tedavileri, balneo terapiler, kapalı alanlarda yeterli olmaz. Deri rahatsızlıkları ve romatizma gibi iltihaplı hastalıkların tedavisinde ultraviyole ışınların etkisi olumlu yönde fazladır. Deri çok farklı bir yapıya sahiptir. Deride oluşan tedavi edici yararlı maddeler hemen kan damarlarına geçer ve tedavide önemli rol oynar. İçme kürleri dışındaki kaplıcaların tedavilerinde, ultraviyole ışınlardan yararlanılmalıdır."
"BİZDE GÜNEŞ VAR TESİS YOK, YABANCILARA GÜNEŞ YOK MAKİNE VAR"
Özçelik, Türkiye'deki birçok termal tesiste güneş ışınlarının önlendiğini ve bunun çok yanlış olduğunu dile getirdi.
"Bizde güneş var tesis yok, yabancılarda güneş yok makine var" diyen Özçelik, tedavilerde güneşten yararlanmamanın çok büyük israf olduğunu ifade etti.
Özçelik, birçok ülkede tedavi merkezlerinde güneş ışığı az geldiğinden pahalı cihazlarla hastalara ultraviyole ışınlar verildiğine işaret ederek, dünyanın, bu ışınların önemini bildiğini anlattı.
Kaplıca sularının, ultraviyole ışınların zararlı etkilerini azalttığını söyleyen Özçelik, şunları kaydetti:
"Yoğun tuzlu sular, ultraviyole ışınların zararlı, kanserojen etkilerini azaltabiliyor. Selenyumlu sular, korucuyu etki sağlayabiliyor. Kaplıca suyuna girdikten sonra ultraviyole ışınlar, uygulanan tedavinin etkisini artırıyor. İkinci yarar olarak da olası yan etkileri, içerdiği mineraller vasıtasıyla ortadan kaldırıyor. Kaplıcaya girdikten sonra ultraviyole ışınların vücuda etkisinin arttığı da unutulmamalı. Bu durumda güneş ışınlarına daha duyarlı olunur. Kaplıcadan kaplıcaya değişse de günde iki saatten fazla güneş altında durulmamalıdır.". .Kaynak.7gunsaglik
Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Deri ve Zührevi Hastalıklar Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sedat Özçelik, kaplıca tedavisi ve balneo terapilerin, kapalı alanlarda yeterli olmadığını belirterek, "Deri rahatsızlıkları ve romatizma gibi iltihaplı hastalıkların tedavisinde ultraviyole ışınların etkisi olumlu yönde fazladır" dedi.
Özçelik, kaplıca tedavisinin, bilinçli yapılması durumunda yarar sağlayacağını söyledi. Türkiye'de milyonlarca vatandaşın, tedavi yöntemlerini bilmediğini ve yatırımcıların da araştırma yapmadan tesis kurduğunu savunan Özçelik, kaplıca tedavisi sunan birçok tesisin, güneş ışığı almadığını ifade etti.
Özçelik, "doğada mevcut termal sular ve şifalı çamurlarla uygulanan bir çeşit tedavi yöntemi" diye tanımlanan balneo terapide, güneş ışığının önemli olduğuna dikkati çekerek, şöyle konuştu:
"Termal sular, ultraviyole ışınlarla yararlı olur. Kaplıca tedavileri, balneo terapiler, kapalı alanlarda yeterli olmaz. Deri rahatsızlıkları ve romatizma gibi iltihaplı hastalıkların tedavisinde ultraviyole ışınların etkisi olumlu yönde fazladır. Deri çok farklı bir yapıya sahiptir. Deride oluşan tedavi edici yararlı maddeler hemen kan damarlarına geçer ve tedavide önemli rol oynar. İçme kürleri dışındaki kaplıcaların tedavilerinde, ultraviyole ışınlardan yararlanılmalıdır."
"BİZDE GÜNEŞ VAR TESİS YOK, YABANCILARA GÜNEŞ YOK MAKİNE VAR"
Özçelik, Türkiye'deki birçok termal tesiste güneş ışınlarının önlendiğini ve bunun çok yanlış olduğunu dile getirdi.
"Bizde güneş var tesis yok, yabancılarda güneş yok makine var" diyen Özçelik, tedavilerde güneşten yararlanmamanın çok büyük israf olduğunu ifade etti.
Özçelik, birçok ülkede tedavi merkezlerinde güneş ışığı az geldiğinden pahalı cihazlarla hastalara ultraviyole ışınlar verildiğine işaret ederek, dünyanın, bu ışınların önemini bildiğini anlattı.
Kaplıca sularının, ultraviyole ışınların zararlı etkilerini azalttığını söyleyen Özçelik, şunları kaydetti:
"Yoğun tuzlu sular, ultraviyole ışınların zararlı, kanserojen etkilerini azaltabiliyor. Selenyumlu sular, korucuyu etki sağlayabiliyor. Kaplıca suyuna girdikten sonra ultraviyole ışınlar, uygulanan tedavinin etkisini artırıyor. İkinci yarar olarak da olası yan etkileri, içerdiği mineraller vasıtasıyla ortadan kaldırıyor. Kaplıcaya girdikten sonra ultraviyole ışınların vücuda etkisinin arttığı da unutulmamalı. Bu durumda güneş ışınlarına daha duyarlı olunur. Kaplıcadan kaplıcaya değişse de günde iki saatten fazla güneş altında durulmamalıdır.". .Kaynak.7gunsaglik
Bebek Kanallarındaki Tehlike
Uzmanlar, televizyonlarda her geçen gün sayısı artan bebek kanallarının uzun süre izlettirilmesinin bebeğin zihin gelişimini olumsuz etkileyebileceği uyarısında bulundu.
Çocuk İstismarını ve İhmalini Önleme Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve Ankara Üniversitesi (AÜ) Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Runa İdil Uslu, bebeğin zihinsel ve fiziksel gelişiminde bakım veren kişinin tutumunun, bebekle kurduğu iletişimin, oyun ve faaliyetlere ayrılan vaktin çok önemli olduğunu vurguladı.
Bebeklerin beyin gelişiminin, en yoğun okul öncesi dönemde geliştiğine dikkati çeken Uslu, bebeğin becerilerinin artması, kavrama kabiliyetinin gelişebilmesi için özellikle karşılıklı konuşulmasının ve birebir oyun oynanmasının çok önemli olduğunu bildirdi.
Uslu, bebeğe anne, baba ya da bakıcı gibi bakım veren kişinin, bunlara gün içerisinde olabildiğince vakit ayırması gerektiğini belirterek, “Bebekler, tek başlarına yalnız bırakılmamalı ve sürekli olarak kendi kendilerine oyun oynamaları istenmemeli” dedi.
Bakım veren kişilerin, çoğunlukla çocukla etkin vakit geçirmek yerine, ev işi yapma, misafir ağırlama gibi gerekçelerle bunu ihmal edebildiğini ifade eden Uslu, bakım verenin en önemli işinin “Çocukla birebir etkin vakit geçirmek” olduğunu vurguladı.
“TELEVİZYON, PASİF BİR İLETİŞİM ARACIDIR”
Runa İdil Uslu, televizyonlarda bebek kanalarının sayısının artmasıyla birlikte, bebeklerintelevizyon karşında çok fazla zaman geçirdiğine dikkati çekerek, bebek ve çocukların, kendilerine yayın yapan yerli-yabancı bebek kanallarının karşısında çok fazla bırakılabildiğini, ancak bunun çocuğun gelişimi için sağlıklı olmadığına işaret etti.
Bebeğin ya da çocuğun televizyon aracığıyla çok fazla kelime duyduğunu ve kavram gördüğünü belirten Uslu, şunları söyledi:
“Çocuk, televizyondan görsel ve işitsel uyarılar alır. Bunun gelişime olumlu katkısı olmakla birlikte bebeğin zihin gelişimi için birebir iletişim gereklidir. Televizyon ile karşılıklı iletişim olmadığı için, çocuğun, orada olup biteni anlayacak, kavrayacak ve öğrenecek kadar takip etmesi mümkün değildir. Bu nedenle de olumlu, sağlıklı ve hızlı gelişim için, bebeğin bu kanallar karşında gün içerisinde kısa süreler geçirmesi uygundur. Kimi zaman çocuğun daha kolay uyuması için, bebek kanallarının uzun süre izlettirilmesi de sağlıklı değildir. Bunun yerine, bebeğin yattığı odada masal okunmalı ya da ninni söylenmelidir.”
Uslu, bebeğin tamamen televizyondan uzak tutulmasının da doğru bir yaklaşım olmayacağına dikkati çekerek, “Televizyon karşısında kalma kısa süreli olduğunda ve bebeğin uyanık olduğu diğer zamanlar karşılıklı etkileşimle değerlendirildiği koşulda kabul edilebilir” diye konuştu.
“KENDİ KENDİNE OYUN OYNAMASI BEKLENİLMEMELİ”
Bebeğin sağlıklı gelişimi için kendi kendine oyun oynamasının beklenilmesinin “Yanlış” olduğunun altını çizen, Çocuk İstismarını ve İhmalini Önleme Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve AÜ Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Uslu, şöyle devam etti:
“Bebekle anne, baba ya da bakıcı birebir nitelikli vakit geçirmelidir. Bu, gözlerinin içine bakarak konuşmak, beraber resim yapmak, boyama yapmak, kitap okumak, oyun oynamak ya da şarkı söylemek şeklinde olabilir. Ancak unutulmaması gereken şey, bebekle bu şekilde ne kadar fazla süre vakit geçirilirse, bebeğin zihinsel gelişimi yapısal kapasitesi ölçüsünde en iyi biçimde gerçekleşecektir. Aksine, sürekli olarak tek başına kalmak isteyen, anne babasıyla oyun oynama isteği göstermeyen çocuklarda farklı sağlık problemlerinin varlığı düşünülmelidir.”
Uslu, anne ve baba ile geçirilen vakit diliminin, çocuğun onların yaptığı işe yardımcı olması şeklinde geçirilmemesi gerektiğine de işaret ederek, “Annenin ev işi yaparken çocuğun yardım etmesi olabilir, ancak bu faaliyetlerle kısıtlı kalınmaması lazım. Doğrudan doğruya çocuğun yönlendirilebileceği, onun tercih ettiği ve keyif aldığı oyunlara daha fazla süre ayrılmalı” dedi.
Çocuğun uyanık olduğu tüm saatlerin etkileşim içinde geçirilmesi gerektiğini vurgulayan Uslu, çocuğun sosyalleşmesinin 3 yaşından sonra gelişmeye başladığını bildirdi.
Runa İdil Uslu, bu yaştan önce bir araya gelen çocukların birbirleriyle genel olarak bilindiği anlamda sürekli ve tutarlı biçimde oyun oynayamadığını, kendi başlarına oynamaya çalıştıklarını, daha çok anne ya da baba ile oynamak istediklerini, bunun da tamamen sağlıklı bir tutum olduğunu sözlerine ekledi..Kaynak. .,
Çocuk İstismarını ve İhmalini Önleme Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve Ankara Üniversitesi (AÜ) Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Runa İdil Uslu, bebeğin zihinsel ve fiziksel gelişiminde bakım veren kişinin tutumunun, bebekle kurduğu iletişimin, oyun ve faaliyetlere ayrılan vaktin çok önemli olduğunu vurguladı.
Bebeklerin beyin gelişiminin, en yoğun okul öncesi dönemde geliştiğine dikkati çeken Uslu, bebeğin becerilerinin artması, kavrama kabiliyetinin gelişebilmesi için özellikle karşılıklı konuşulmasının ve birebir oyun oynanmasının çok önemli olduğunu bildirdi.
Uslu, bebeğe anne, baba ya da bakıcı gibi bakım veren kişinin, bunlara gün içerisinde olabildiğince vakit ayırması gerektiğini belirterek, “Bebekler, tek başlarına yalnız bırakılmamalı ve sürekli olarak kendi kendilerine oyun oynamaları istenmemeli” dedi.
Bakım veren kişilerin, çoğunlukla çocukla etkin vakit geçirmek yerine, ev işi yapma, misafir ağırlama gibi gerekçelerle bunu ihmal edebildiğini ifade eden Uslu, bakım verenin en önemli işinin “Çocukla birebir etkin vakit geçirmek” olduğunu vurguladı.
“TELEVİZYON, PASİF BİR İLETİŞİM ARACIDIR”
Runa İdil Uslu, televizyonlarda bebek kanalarının sayısının artmasıyla birlikte, bebeklerintelevizyon karşında çok fazla zaman geçirdiğine dikkati çekerek, bebek ve çocukların, kendilerine yayın yapan yerli-yabancı bebek kanallarının karşısında çok fazla bırakılabildiğini, ancak bunun çocuğun gelişimi için sağlıklı olmadığına işaret etti.
Bebeğin ya da çocuğun televizyon aracığıyla çok fazla kelime duyduğunu ve kavram gördüğünü belirten Uslu, şunları söyledi:
“Çocuk, televizyondan görsel ve işitsel uyarılar alır. Bunun gelişime olumlu katkısı olmakla birlikte bebeğin zihin gelişimi için birebir iletişim gereklidir. Televizyon ile karşılıklı iletişim olmadığı için, çocuğun, orada olup biteni anlayacak, kavrayacak ve öğrenecek kadar takip etmesi mümkün değildir. Bu nedenle de olumlu, sağlıklı ve hızlı gelişim için, bebeğin bu kanallar karşında gün içerisinde kısa süreler geçirmesi uygundur. Kimi zaman çocuğun daha kolay uyuması için, bebek kanallarının uzun süre izlettirilmesi de sağlıklı değildir. Bunun yerine, bebeğin yattığı odada masal okunmalı ya da ninni söylenmelidir.”
Uslu, bebeğin tamamen televizyondan uzak tutulmasının da doğru bir yaklaşım olmayacağına dikkati çekerek, “Televizyon karşısında kalma kısa süreli olduğunda ve bebeğin uyanık olduğu diğer zamanlar karşılıklı etkileşimle değerlendirildiği koşulda kabul edilebilir” diye konuştu.
“KENDİ KENDİNE OYUN OYNAMASI BEKLENİLMEMELİ”
Bebeğin sağlıklı gelişimi için kendi kendine oyun oynamasının beklenilmesinin “Yanlış” olduğunun altını çizen, Çocuk İstismarını ve İhmalini Önleme Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve AÜ Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Uslu, şöyle devam etti:
“Bebekle anne, baba ya da bakıcı birebir nitelikli vakit geçirmelidir. Bu, gözlerinin içine bakarak konuşmak, beraber resim yapmak, boyama yapmak, kitap okumak, oyun oynamak ya da şarkı söylemek şeklinde olabilir. Ancak unutulmaması gereken şey, bebekle bu şekilde ne kadar fazla süre vakit geçirilirse, bebeğin zihinsel gelişimi yapısal kapasitesi ölçüsünde en iyi biçimde gerçekleşecektir. Aksine, sürekli olarak tek başına kalmak isteyen, anne babasıyla oyun oynama isteği göstermeyen çocuklarda farklı sağlık problemlerinin varlığı düşünülmelidir.”
Uslu, anne ve baba ile geçirilen vakit diliminin, çocuğun onların yaptığı işe yardımcı olması şeklinde geçirilmemesi gerektiğine de işaret ederek, “Annenin ev işi yaparken çocuğun yardım etmesi olabilir, ancak bu faaliyetlerle kısıtlı kalınmaması lazım. Doğrudan doğruya çocuğun yönlendirilebileceği, onun tercih ettiği ve keyif aldığı oyunlara daha fazla süre ayrılmalı” dedi.
Çocuğun uyanık olduğu tüm saatlerin etkileşim içinde geçirilmesi gerektiğini vurgulayan Uslu, çocuğun sosyalleşmesinin 3 yaşından sonra gelişmeye başladığını bildirdi.
Runa İdil Uslu, bu yaştan önce bir araya gelen çocukların birbirleriyle genel olarak bilindiği anlamda sürekli ve tutarlı biçimde oyun oynayamadığını, kendi başlarına oynamaya çalıştıklarını, daha çok anne ya da baba ile oynamak istediklerini, bunun da tamamen sağlıklı bir tutum olduğunu sözlerine ekledi..Kaynak. .,
İşte Kulak Çınlamasının Nedeni
Kulak çınlaması sanıldığı kadar basit bir olay değil aksine ciddi hastalıkların habercisidir..
Atatürk Üniversitesi (A.Ü) Kulak Burun Boğaz (KBB) Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Enver Altaş, toplumun yaklaşık yüzde 30′unda kulak çınlaması görüldüğünü, özellikle 40 yaş üzerindekilerde bu duruma daha sık rastlandığını söyledi.
Kulak çınlamasının hastalık olmadığını belirten Altaş, “Kulak çınlaması bir hastalık değildir, çeşitli hastalıkların belirtisidir. Birçok hastalık kulak çınlaması şeklinde kendini gösterir. Kulak çınlaması, tümör ve damar hastalıklarının habercisi olabilir” dedi.
Kulak çınlamasının uğultu, gürültü, ince bir ses, rüzgar sesi ya da nabız vuruşu şeklinde kendisini gösterdiğini kaydeden Altaş, “hayatı tehdit eden çınlamalar, genelde nabız vuruşu şeklindedir” diye konuştu.
Kulak çınlamasının, objektif kulak çınlaması ve subjektif kulak çınlaması olarak iki gruba ayrıldığını aktaran Altaş, objektif çınlamada, hastayı muayene eden doktorun çınlama sesini duyduğunu belirterek, “objektif kulak çınlamaları,
atar damar ve toplar damar arasındaki kısa bağlantılardaki hastalıkların, damar tümörlerinin belirtisi olabilir” dedi. Subjektif kulak çınlamalarında ise, çınlama sesini sadece hastanın kendisinin duyduğunu vurgulayan Altaş, “kulak çınlamalarının yüzde 90′ı subjektif çınlamadır. Subjektif kulak çınlamasında, kulakla ilgili çınlamaların yanında, kulak dışı sebepler de mevcuttur. Kulak dışı hastalıklar, yaşa bağlı olarak ortaya çıkar” şeklinde konuştu.
Prof. Dr. Altaş, subjektif kulak çınlamaları olan hastaların kulaklarında kireçlenme, iç kulak tümörleri, kandaki yağ miktarında artış, guatr hastalıkları, diyabet, kansızlık, depresyon, psikolojik problemler, yüksek tansiyon gibi rahatsızlıkların olabileceğini anlattı.
“KULAK ÇINLAMASINI CİDDİYE ALIN”
Kulak çınlamalarının birçok hastalığın belirtisi olduğu için ciddiye alınması gerektiğinin altını çizen Altaş, “tümör ve damar hastalıklarının sebep olduğu kulak çınlamaları, hayatı tehdit edici olabilir. Bunun için kulak çınlamaları mutlaka ciddiye alınmalı. Kulak çınlaması olan hastalar, mutlaka muayene olmalı” dedi.
İlaçların yüksek dozda kullanılmasının işitme kaybına neden olabileceğini belirten Prof. Dr. Altaş, kulak çınlaması görülen hastaların baş, boyun, kulak ve burun muayenesi olması gerektiğini söyledi.
Hastanın teşhisi konduktan sonra kulakta kireçlenme, iç kulak tümör hastalıkları gibi durumlarda cerrahi uygulamanın mümkün olduğunu ifade eden Altaş, şöyle devam etti:
“Kulak çınlaması görülen hastaya öncelikle psikolojik destek verilmelidir. Tümör ve damar problemlerinin dışında hayati bir tehlikesinin bulunmadığı hastaya anlatılmalıdır. İşitme sinirlerini kuvvetlendiren iç kulağın beslenmesini arttıran çeşitli ilaçlar kullanılmalıdır. Çınlama görülen hastalara aşırı yorgunluk, stres, uykusuzluk gibi vücudu genel anlamda etkileyen nedenlerden uzak durmaları önerilir.”
Altaş, işitme kaybına neden olan kulak çınlamaları için maskeleme yönteminin kullanıldığını belirterek, “işitme kaybına neden olan kulak çınlamalarında, çınlamayı maskeleyen cihazlar, işitme cihazına eklenir ve hastaların bu çınlamayı duyması engellenir. Hastaların önemli bir kısmı bu yöntemden fayda görmektedir” diye konuştu.
KBB Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Altaş, kulak çınlamasından şikayetçi hastaların koyu kahve, alkol ve sigaradan uzak durmalarını önerdi..Kaynak..,
Atatürk Üniversitesi (A.Ü) Kulak Burun Boğaz (KBB) Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Enver Altaş, toplumun yaklaşık yüzde 30′unda kulak çınlaması görüldüğünü, özellikle 40 yaş üzerindekilerde bu duruma daha sık rastlandığını söyledi.
Kulak çınlamasının hastalık olmadığını belirten Altaş, “Kulak çınlaması bir hastalık değildir, çeşitli hastalıkların belirtisidir. Birçok hastalık kulak çınlaması şeklinde kendini gösterir. Kulak çınlaması, tümör ve damar hastalıklarının habercisi olabilir” dedi.
Kulak çınlamasının uğultu, gürültü, ince bir ses, rüzgar sesi ya da nabız vuruşu şeklinde kendisini gösterdiğini kaydeden Altaş, “hayatı tehdit eden çınlamalar, genelde nabız vuruşu şeklindedir” diye konuştu.
Kulak çınlamasının, objektif kulak çınlaması ve subjektif kulak çınlaması olarak iki gruba ayrıldığını aktaran Altaş, objektif çınlamada, hastayı muayene eden doktorun çınlama sesini duyduğunu belirterek, “objektif kulak çınlamaları,
atar damar ve toplar damar arasındaki kısa bağlantılardaki hastalıkların, damar tümörlerinin belirtisi olabilir” dedi. Subjektif kulak çınlamalarında ise, çınlama sesini sadece hastanın kendisinin duyduğunu vurgulayan Altaş, “kulak çınlamalarının yüzde 90′ı subjektif çınlamadır. Subjektif kulak çınlamasında, kulakla ilgili çınlamaların yanında, kulak dışı sebepler de mevcuttur. Kulak dışı hastalıklar, yaşa bağlı olarak ortaya çıkar” şeklinde konuştu.
Prof. Dr. Altaş, subjektif kulak çınlamaları olan hastaların kulaklarında kireçlenme, iç kulak tümörleri, kandaki yağ miktarında artış, guatr hastalıkları, diyabet, kansızlık, depresyon, psikolojik problemler, yüksek tansiyon gibi rahatsızlıkların olabileceğini anlattı.
“KULAK ÇINLAMASINI CİDDİYE ALIN”
Kulak çınlamalarının birçok hastalığın belirtisi olduğu için ciddiye alınması gerektiğinin altını çizen Altaş, “tümör ve damar hastalıklarının sebep olduğu kulak çınlamaları, hayatı tehdit edici olabilir. Bunun için kulak çınlamaları mutlaka ciddiye alınmalı. Kulak çınlaması olan hastalar, mutlaka muayene olmalı” dedi.
İlaçların yüksek dozda kullanılmasının işitme kaybına neden olabileceğini belirten Prof. Dr. Altaş, kulak çınlaması görülen hastaların baş, boyun, kulak ve burun muayenesi olması gerektiğini söyledi.
Hastanın teşhisi konduktan sonra kulakta kireçlenme, iç kulak tümör hastalıkları gibi durumlarda cerrahi uygulamanın mümkün olduğunu ifade eden Altaş, şöyle devam etti:
“Kulak çınlaması görülen hastaya öncelikle psikolojik destek verilmelidir. Tümör ve damar problemlerinin dışında hayati bir tehlikesinin bulunmadığı hastaya anlatılmalıdır. İşitme sinirlerini kuvvetlendiren iç kulağın beslenmesini arttıran çeşitli ilaçlar kullanılmalıdır. Çınlama görülen hastalara aşırı yorgunluk, stres, uykusuzluk gibi vücudu genel anlamda etkileyen nedenlerden uzak durmaları önerilir.”
Altaş, işitme kaybına neden olan kulak çınlamaları için maskeleme yönteminin kullanıldığını belirterek, “işitme kaybına neden olan kulak çınlamalarında, çınlamayı maskeleyen cihazlar, işitme cihazına eklenir ve hastaların bu çınlamayı duyması engellenir. Hastaların önemli bir kısmı bu yöntemden fayda görmektedir” diye konuştu.
KBB Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Altaş, kulak çınlamasından şikayetçi hastaların koyu kahve, alkol ve sigaradan uzak durmalarını önerdi..Kaynak..,
Diz Artriti Hakkında Bilmemiz Gerekenler
Artrit eklem ve mafsal iltihaplanmasıdır. Dizdeki artrit oldukça yaygındır çoğu kişide görülebilir.
Diz ekleminin kıkırdağı giderek aşınırsa dizde bu sorun görülür. Kıkırdak kemik ucunda lastikimsi kaygan bir dokudur. Sertleşip şişer ve ağrı yapabilir. Belirtileri genelde yavaş gelişir ve fark ettirmez. Sabah daha çok belli eder. Sporda zorlanırsınız. Ağrı başlar harekette ve oturmada zorlanırsınız. Tedavisi yoktur ancak bazı tedaviler hafifletebilir.
Kilo kaybı, egzersiz, ilaç, alternatif tedaviler, ve cerrahi seçeneklerden bazılarıdır. Fazla kilo dize yük bindirir fazla kilolarınızı verin ve rahatlayın. Egzersiz en iyi tedavilerden biridir. Termal suda terapi ve yüzme en iyisidir. Asetaminofen, steroid olmayan anti-inflamatuar ilaçlar (NSAID), ve topikal kremler ve spreyler ağrı ve iltihabı giderir. Akupunktur, masaj ve elektron tedavileri de mevcuttur. Ameliyat da bir çaredir.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Diz ekleminin kıkırdağı giderek aşınırsa dizde bu sorun görülür. Kıkırdak kemik ucunda lastikimsi kaygan bir dokudur. Sertleşip şişer ve ağrı yapabilir. Belirtileri genelde yavaş gelişir ve fark ettirmez. Sabah daha çok belli eder. Sporda zorlanırsınız. Ağrı başlar harekette ve oturmada zorlanırsınız. Tedavisi yoktur ancak bazı tedaviler hafifletebilir.
Kilo kaybı, egzersiz, ilaç, alternatif tedaviler, ve cerrahi seçeneklerden bazılarıdır. Fazla kilo dize yük bindirir fazla kilolarınızı verin ve rahatlayın. Egzersiz en iyi tedavilerden biridir. Termal suda terapi ve yüzme en iyisidir. Asetaminofen, steroid olmayan anti-inflamatuar ilaçlar (NSAID), ve topikal kremler ve spreyler ağrı ve iltihabı giderir. Akupunktur, masaj ve elektron tedavileri de mevcuttur. Ameliyat da bir çaredir.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Çağımızın Hastalığı: Boyun Ve Bel Düzleşmesi
Çağımızın yaşam koşullarının neden olduğu boyun düzleşmesi sorunu yaşayan hastanın bu sorunu tamamen ortadan kaldırabilmesi oldukça güçtür. Uzun zaman masa başı ya da bilgisayar başında çalışmak durumunda kalanların ve duruş bozukluğunun neden olduğu boyun düzleşmesine stres ve genetik etkenlerde sebep olabilmektedir. Ayrıca kanepe koluna yaslanarak uyuma alışkanlığı sert ve rahatsız bir konumda oturuyor olmakta bu sağlık sorununa zemin hazırlamaktadır. Boyun düzleşmesinin belirtileri sıralanacak olursa; Baş ağrısı Boyun ve omuzlarda hissedilen şiddetli ağrı El ve kollarda fark edilen uyuşma Tedavisi:
Gibi belirtiler ile kendisini belli eden boyun düzleşmesinin tam olarak tedavisi mümkün değildir.
Boyun düzleşmesinin tedavisinde başarılı sonuca varabilmenin yolu düzenli egzersiz yapmaktır. ilgili doktor hastanın konforuna hitap etmek için ağrı kesici ve kas gevşetici ilaç desteğine başvursa da düzenli yapılan egzersizler sayesinde hasta 2-3 hafta gibi bir süre sonunda ağrılarını unutabilmektedir. Ancak hastalık kendini yineleyebilen özelliğe sahip olması bakımından her daim hastalığa neden olabilecek duruş bozuklukları ya da olumsuzluklardan korunmak önemlidir.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Gibi belirtiler ile kendisini belli eden boyun düzleşmesinin tam olarak tedavisi mümkün değildir.
Boyun düzleşmesinin tedavisinde başarılı sonuca varabilmenin yolu düzenli egzersiz yapmaktır. ilgili doktor hastanın konforuna hitap etmek için ağrı kesici ve kas gevşetici ilaç desteğine başvursa da düzenli yapılan egzersizler sayesinde hasta 2-3 hafta gibi bir süre sonunda ağrılarını unutabilmektedir. Ancak hastalık kendini yineleyebilen özelliğe sahip olması bakımından her daim hastalığa neden olabilecek duruş bozuklukları ya da olumsuzluklardan korunmak önemlidir.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Kalp Hastaları Grip Aşısı Olabilir mi?
Eğer kalp hastalığınız varsa grip mevsimi sizin için riskli olabilir fakat grip aşısı yaptırmaları koruyucu olabilir.
Herhangi bir hastalığa göre kalp hastası olmak grip aşısı olurken daha çok dikkate alınır. Kronik hastalıklara oranla kalp hastası olmak da gribe yakalanmayı kolaylaştırır. Uzun süredir kronik kalp rahatsızlığı olan özellikle ileri yaştaki hastalara grip aşısı olmaları önerilir.
Grip aşısı kalp hastalığı olan kişilerde gribe bağlı komplikasyonları ve diğer hastalıkları da önler. Her yıl bu şekilde binlerce ölüm vakası önlenmiştir. Hastalığın süresi ve şiddeti de bunu belirler.
Kalbin yanında grip de yaşayan hastaların riski daha da fazladır. Enfeksiyon hastalıkları bu kişilerde daha ölümcül düzeydedir. Bu nedenle mevsiminden önce aşılanmak gerekir.
Bu aşılar çoğu kişi için güvenlidir. Ateşi kas ağrılarını ve kalp sorunlarını azaltır. Grip aşısı olmadan önce doktorunuz size alerji ve sağlık durumunuzu soracaktır. Kardiyolog haricinde başka dalda bir doktor da size grip aşısı yapabilir.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Herhangi bir hastalığa göre kalp hastası olmak grip aşısı olurken daha çok dikkate alınır. Kronik hastalıklara oranla kalp hastası olmak da gribe yakalanmayı kolaylaştırır. Uzun süredir kronik kalp rahatsızlığı olan özellikle ileri yaştaki hastalara grip aşısı olmaları önerilir.
Grip aşısı kalp hastalığı olan kişilerde gribe bağlı komplikasyonları ve diğer hastalıkları da önler. Her yıl bu şekilde binlerce ölüm vakası önlenmiştir. Hastalığın süresi ve şiddeti de bunu belirler.
Kalbin yanında grip de yaşayan hastaların riski daha da fazladır. Enfeksiyon hastalıkları bu kişilerde daha ölümcül düzeydedir. Bu nedenle mevsiminden önce aşılanmak gerekir.
Bu aşılar çoğu kişi için güvenlidir. Ateşi kas ağrılarını ve kalp sorunlarını azaltır. Grip aşısı olmadan önce doktorunuz size alerji ve sağlık durumunuzu soracaktır. Kardiyolog haricinde başka dalda bir doktor da size grip aşısı yapabilir.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
C Vitamini Soğuk Algınlığına Çare mi?
Portakal, limon, greyfurt gibi C vitamini deposu besinler grip, nezle gibi soğuk algınlığı hastalıklarını önlüyor mu?
Uzun soluklu olarak bu hastalıkların önlenmesinde genelde bu meyveler tavsiye edilir. Bazı yerlerde yararlı olsalar da tümüyle önleyici ve iyileştirici değiller. Soğuk algınlığının önlenmesinde C vitamininin rolü her zaman tartışmalı olmuştur. Belirtilerinin şiddetini azaltır, hastalığı önlemez, yok etmez fakat ağrıların ve diğer belirtilerin yoğunluğunu azaltır. Soğuk algınlığına yakalanma oranını ve sıklığını azaltabilir.
Süresi ya da şiddeti üzerinde pek bir etkisi yoktur. Hemilä H ve arkadaşları tarafından yapılan bir başka çalışmaya göre bireysel tedavi edici etkisi nedeniyle narenciye meyveleri sıkça tüketilmelidir. Mandalina, portakal, greyfurt, limon. 21 klinik çalışmasına göre grip ataklarının süresini ve ortalama şiddetini bu meyveler %23 oranında azaltabilir. Genel olarak çalışmaların sonuçlarında tutarsızlık olsa da meyve yemekten zarar gelmez. Özellikle kışın bolca tüketilmelidir.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Uzun soluklu olarak bu hastalıkların önlenmesinde genelde bu meyveler tavsiye edilir. Bazı yerlerde yararlı olsalar da tümüyle önleyici ve iyileştirici değiller. Soğuk algınlığının önlenmesinde C vitamininin rolü her zaman tartışmalı olmuştur. Belirtilerinin şiddetini azaltır, hastalığı önlemez, yok etmez fakat ağrıların ve diğer belirtilerin yoğunluğunu azaltır. Soğuk algınlığına yakalanma oranını ve sıklığını azaltabilir.
Süresi ya da şiddeti üzerinde pek bir etkisi yoktur. Hemilä H ve arkadaşları tarafından yapılan bir başka çalışmaya göre bireysel tedavi edici etkisi nedeniyle narenciye meyveleri sıkça tüketilmelidir. Mandalina, portakal, greyfurt, limon. 21 klinik çalışmasına göre grip ataklarının süresini ve ortalama şiddetini bu meyveler %23 oranında azaltabilir. Genel olarak çalışmaların sonuçlarında tutarsızlık olsa da meyve yemekten zarar gelmez. Özellikle kışın bolca tüketilmelidir.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Diyabetle Savaşan Potansiyel Etkili Otlar ve Bitkiler
Her toplumda %8 oranında kişiyi etkileyen diyabet hastalığı oldukça zorludur maliyetlidir ve genelde tip 2 şeklinde görülür.
Diyet değişiklikleri, fiziksel aktivite ve hastalık kontrolü ile kan şekeri seviyeleri dengelenebilir. Glikoz değerlerini insülin düzeyini kısacası diyabeti kontrol altında tutmak için mutfaktan yararlanabiliriz. Mercanköşkü, biberiye, kekik ve sera bitkilerinden yardım alın.
İnsülin salgılanmasında rol oynayan otları bilin. DPP-IV ve PTP1B adlı maddeler ile insülin salgılanması dengelenir. Bu enzimler şeker hastalığını yöneten ilaçlar gibidir. Ayrıca polifenol ve flavonoidler içeren sera etkili bitkiler inhibe enzimleridir. Biberiye, mercanköşkü ve kekik türleri şeker hastalığına karşı iyi gelir.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Diyet değişiklikleri, fiziksel aktivite ve hastalık kontrolü ile kan şekeri seviyeleri dengelenebilir. Glikoz değerlerini insülin düzeyini kısacası diyabeti kontrol altında tutmak için mutfaktan yararlanabiliriz. Mercanköşkü, biberiye, kekik ve sera bitkilerinden yardım alın.
İnsülin salgılanmasında rol oynayan otları bilin. DPP-IV ve PTP1B adlı maddeler ile insülin salgılanması dengelenir. Bu enzimler şeker hastalığını yöneten ilaçlar gibidir. Ayrıca polifenol ve flavonoidler içeren sera etkili bitkiler inhibe enzimleridir. Biberiye, mercanköşkü ve kekik türleri şeker hastalığına karşı iyi gelir.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Diyabette Çok Tuzlu Beslenmenin Riskleri
Diyabetli kişilerin tuz tüketimini artırması veya azaltmaması kalp krizi ve inme riskini 2 kat artırıyor.
Şeker hastalığında tuzun etkisi büyük. Aşırı sodyum yani tuz tüketmek sağlık için riskli. Uzmanlar tuz alımını sınırlamamız gerektiğini vurguluyor. Özellikle diyabetliler buna dikkat etmeli. Glikoz kan şekeri düzeyleri normal seviyelerinden şaşabilir.
Diyabet başlar, varsa ilerler ve maalesef kalp hastalıkları başlar. Felç de bu riskler arasında. 1600 kişi 40-70 arasında katılımcılar ile araştırmalar yapılmış ve tuzun eksileri bir kez daha görülmüştür. Böbrek hastalığı ,felç, diyabet ve ölüm gibi sorunlar aşırı tuz tüketimi sonucu olabilir. Kolesterol değerlerimiz için de beslenmeye ve tuza dikkat etmeliyiz.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Şeker hastalığında tuzun etkisi büyük. Aşırı sodyum yani tuz tüketmek sağlık için riskli. Uzmanlar tuz alımını sınırlamamız gerektiğini vurguluyor. Özellikle diyabetliler buna dikkat etmeli. Glikoz kan şekeri düzeyleri normal seviyelerinden şaşabilir.
Diyabet başlar, varsa ilerler ve maalesef kalp hastalıkları başlar. Felç de bu riskler arasında. 1600 kişi 40-70 arasında katılımcılar ile araştırmalar yapılmış ve tuzun eksileri bir kez daha görülmüştür. Böbrek hastalığı ,felç, diyabet ve ölüm gibi sorunlar aşırı tuz tüketimi sonucu olabilir. Kolesterol değerlerimiz için de beslenmeye ve tuza dikkat etmeliyiz.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Testis Travması Nedir? Tedavi Yolları Nelerdir?
Testis, erkeklerin erkeklik hormonlarını salgılamakla görevli olan ve üremelerine yardımcı olan sperm hücrelerini üretmekle görev alan organdır. Testisler sağ ve sol yanda olmak üzere toplamda parçadan oluşur.
Erkek vücudunun dışında yer alan testisler, dışarıdan gelebilecek darbelere karşı açık ve korunmasızdırlar. Bu nedenle ani olarak çevreden gelen çarpma, vurma, düşme gibi alınan darbeler sonucu ortaya çıkan hasar testis travması olarak adlandırılmaktadır.
Testis travması yaşayan erkeler; ek kısa sürede bir üroloji uzmanına başvurarak yaşanmakta olan travmanın tedavisi için bir an önce harekete geçmelidir.
Testis Travması Nasıl Tedavi Edilir?
Testislerde meydana gelen travma, ürologlara yaşandığı gibi anlatılarak başlanmaktadır. Ardından; durumun ciddiyetini anlama adına öncelikle ultrasonografi sonuçları incelenir ve ortaya çıkan sonuçlara göre travmanın ağır olamadığı durumlarda, ilaçla tedavi başlatılarak ağrı kesici ve kremlerle sorun ortadan kaldırılır.
Testis travması ağır bir boyutta yaşanıyorsa daha ayrıntılı bir inceleme başlatılarak doppler ultrason işlemi ile travmanın boyutuna inilebilir.
Hekimin yaptığı incelemeler sonucu testislerde her hangi bir; yırtılma, kanama veya aşırı hasar durumu varsa testisti cerrahi bir işlem ile tedavi edebilir. Hatta gerek duyulduğunda testist tamamen alınarak hastanın yaşama bağlanması sağlanır.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Erkek vücudunun dışında yer alan testisler, dışarıdan gelebilecek darbelere karşı açık ve korunmasızdırlar. Bu nedenle ani olarak çevreden gelen çarpma, vurma, düşme gibi alınan darbeler sonucu ortaya çıkan hasar testis travması olarak adlandırılmaktadır.
Testis travması yaşayan erkeler; ek kısa sürede bir üroloji uzmanına başvurarak yaşanmakta olan travmanın tedavisi için bir an önce harekete geçmelidir.
Testis Travması Nasıl Tedavi Edilir?
Testislerde meydana gelen travma, ürologlara yaşandığı gibi anlatılarak başlanmaktadır. Ardından; durumun ciddiyetini anlama adına öncelikle ultrasonografi sonuçları incelenir ve ortaya çıkan sonuçlara göre travmanın ağır olamadığı durumlarda, ilaçla tedavi başlatılarak ağrı kesici ve kremlerle sorun ortadan kaldırılır.
Testis travması ağır bir boyutta yaşanıyorsa daha ayrıntılı bir inceleme başlatılarak doppler ultrason işlemi ile travmanın boyutuna inilebilir.
Hekimin yaptığı incelemeler sonucu testislerde her hangi bir; yırtılma, kanama veya aşırı hasar durumu varsa testisti cerrahi bir işlem ile tedavi edebilir. Hatta gerek duyulduğunda testist tamamen alınarak hastanın yaşama bağlanması sağlanır.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Göz Seğirmesi Nedir ve Nasıl Tedavi Edilir ?
Göz seğirmesi, hepimizin başına ara ara gelen ve göz kapağı tiki şeklinde sürekli tekrarlayan göz kasılma hareketidir.
Tek gözün, alt kapağında veya üst kapağında görülen bir göz sorunudur. Genel olarak yaşanan göz seğirmesi geçici ve kısa sürelidir. Bazı kişilerde bu durum günlerce hatta aylarca sürebilmektedir.
Göz Seğirmesinin Nedenleri Nelerdir?
Göz seğirmesi tıbben miyokimi yani adale seğirmesi şeklinde adlandırılmaktadır. Göz seğirmesine neden olabilen bazı hususlara değinmek gerekirse; özellikle yoğun stres, yorgunluk hali, dengesiz beslenme, göz kuruluğu, lens kullanımı, alkol, bilgisayar başında uzun süre kalma ve kafeinli besin tüketimi gibi çeşitli sebeplere dayandırılmaktadır.
Göz Seğirmesi Nasıl Tedavi Edilir?
Çok kısa ve anlık olarak gelişen göz seğirmelerinde bir süre beklenerek seğirmenin son bulması gözlenir.
Uzun süre devam eden ve geçmeyen göz seğirmesine karşı bir göz doktoruna başvurularak seğirmenin sebebi bulunarak gerekli tedavi uygulanmalıdır. Göz seğirmesi sorununda tedavi yöntemi olarak; geçmeyen seğirmelerde botoks enjeksiyon yöntemi ile kasılma hareketi yapan kas düzeltilerek tedavi gerçekleştirilir.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Tek gözün, alt kapağında veya üst kapağında görülen bir göz sorunudur. Genel olarak yaşanan göz seğirmesi geçici ve kısa sürelidir. Bazı kişilerde bu durum günlerce hatta aylarca sürebilmektedir.
Göz Seğirmesinin Nedenleri Nelerdir?
Göz seğirmesi tıbben miyokimi yani adale seğirmesi şeklinde adlandırılmaktadır. Göz seğirmesine neden olabilen bazı hususlara değinmek gerekirse; özellikle yoğun stres, yorgunluk hali, dengesiz beslenme, göz kuruluğu, lens kullanımı, alkol, bilgisayar başında uzun süre kalma ve kafeinli besin tüketimi gibi çeşitli sebeplere dayandırılmaktadır.
Göz Seğirmesi Nasıl Tedavi Edilir?
Çok kısa ve anlık olarak gelişen göz seğirmelerinde bir süre beklenerek seğirmenin son bulması gözlenir.
Uzun süre devam eden ve geçmeyen göz seğirmesine karşı bir göz doktoruna başvurularak seğirmenin sebebi bulunarak gerekli tedavi uygulanmalıdır. Göz seğirmesi sorununda tedavi yöntemi olarak; geçmeyen seğirmelerde botoks enjeksiyon yöntemi ile kasılma hareketi yapan kas düzeltilerek tedavi gerçekleştirilir.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Antibiyotiklerin Neden Olduğu Hastalıklar Nelerdir?
Antibiyotik kullanmadan maalesef ki birçok iltihaplı enfeksiyonların tedavisi imkânsız olabilmektedir.
Antibiyotik ile kısa sürede kuruyan iltihaplar, hastayı kısa sürede ayağa kaldırarak fayda sağlasa da antibiyotik kullanımının diğer yandan vücuda büyük zararları bulunmaktadır.
Antibiyotik kullanımı sırasında oluşacak zararları gözden geçirdiğimizde; aşağıda bulunan yan etki durumlarını sayabiliriz.
Çocuklar üzerinde sık sık kullanılan antibiyotikler, çocuğun yetişkinlik döneminde aşırı kilolu ve obez olmasına neden olmaktadır. Antibiyotik aldığımız dönemlerde vücudumuzdaki zararlı bakterilerin ölmesinin yanı sıra yararlı olarak bilinen helicobacter bakterileri de antibiyotik tarafından yok edilmektedir. Bu durum; sonucu kişiler üzerinde astım hastalığı oluşabilmektedir. Antibiyotikler, yararlı olan helicobacter bakterilerini yok etmesi sonucu mide de asit oluşumuna neden olarak mide hastalıklarını ortaya çıkarmaktadır. Çocukken tüketilen antibiyotikler; erişkinlik döneminde kişilerin şeker hastalığı ile karşı karşıya kalmalarına neden olmaktadır. Antibiyotiğin bağırsaklar içerisindeki yararlı bakterileri yok etmesine bağlı olarak bağışıklık sistemi bozulur, pankreas zarar görür ve bunların sonucunda da diyabet hastalığı oluşur. Antibiyotik kullanımı sonucu ilerde oluşabilecek hastalıklar içerisinde; bağırsak hastalıkları başı çekmektedir. Mide şişkinliği, mide ağrısı gibi çeşitli, mide sorunlarına yol açmaktadır. Sürekli antibiyotik ile tedavi olan çocuklar bir süre sonra antibiyotiğe bağışıklık kazanarak, vücut direncinin azalmasına ve daha fazla hastalanmalara neden olmaktadır. Bu süreçten sonra antibiyotikler tedavi amaçlı olarak işe yaramaz duruma gelmektedir.
Kesinlikle mecbur olmadıkça antibiyotik kullanmamaya özen gösterelim. Antibiyotik görevi gören besinleri alarak tedavi olma şekline yönelelim.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Antibiyotik ile kısa sürede kuruyan iltihaplar, hastayı kısa sürede ayağa kaldırarak fayda sağlasa da antibiyotik kullanımının diğer yandan vücuda büyük zararları bulunmaktadır.
Antibiyotik kullanımı sırasında oluşacak zararları gözden geçirdiğimizde; aşağıda bulunan yan etki durumlarını sayabiliriz.
Çocuklar üzerinde sık sık kullanılan antibiyotikler, çocuğun yetişkinlik döneminde aşırı kilolu ve obez olmasına neden olmaktadır. Antibiyotik aldığımız dönemlerde vücudumuzdaki zararlı bakterilerin ölmesinin yanı sıra yararlı olarak bilinen helicobacter bakterileri de antibiyotik tarafından yok edilmektedir. Bu durum; sonucu kişiler üzerinde astım hastalığı oluşabilmektedir. Antibiyotikler, yararlı olan helicobacter bakterilerini yok etmesi sonucu mide de asit oluşumuna neden olarak mide hastalıklarını ortaya çıkarmaktadır. Çocukken tüketilen antibiyotikler; erişkinlik döneminde kişilerin şeker hastalığı ile karşı karşıya kalmalarına neden olmaktadır. Antibiyotiğin bağırsaklar içerisindeki yararlı bakterileri yok etmesine bağlı olarak bağışıklık sistemi bozulur, pankreas zarar görür ve bunların sonucunda da diyabet hastalığı oluşur. Antibiyotik kullanımı sonucu ilerde oluşabilecek hastalıklar içerisinde; bağırsak hastalıkları başı çekmektedir. Mide şişkinliği, mide ağrısı gibi çeşitli, mide sorunlarına yol açmaktadır. Sürekli antibiyotik ile tedavi olan çocuklar bir süre sonra antibiyotiğe bağışıklık kazanarak, vücut direncinin azalmasına ve daha fazla hastalanmalara neden olmaktadır. Bu süreçten sonra antibiyotikler tedavi amaçlı olarak işe yaramaz duruma gelmektedir.
Kesinlikle mecbur olmadıkça antibiyotik kullanmamaya özen gösterelim. Antibiyotik görevi gören besinleri alarak tedavi olma şekline yönelelim.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Grip Aşısı Kalbi Koruyor mu?
Ateşli ve ağrılı hastalıklar özellikle grip kalbi yoruyor. Grip aşısı olarak gripten ve benzeri hastalıklardan korunmak aynı zamanda kalbi de koruyor.
Kalp yetmezliği ve kalp krizi gibi kalp sorunları bu aşı sayesinde önlenmiş ve oranı azaltılmış oluyor. Bu da grip aşısı olmak için başka bir sebep. Grip hastalığına neden olan virüs kalp sorunlarına da yol açıyor. 6 yaş ve üzeri herkes grip aşısı yaptırabilir.
Kalp hastalığı olanları daha büyük sorunlardan koruyor olmayanların kalp riskini azaltıyor. Araştırmalarda katılımcıların %36 oranında kalp rahatsızlıklarından grip aşısıyla korunduğu ortaya çıkmıştır. Hiç başlamayan kişileri de kalp sorunlarına karşı %55 oranında koruyor.
Aşının koruyucu etkileri üzerine klinik çalışmalar devam etmektedir. Grip ve eşlik eden iltihaplı hastalıklar kalbi savunmasız bırakır. Bağışıklık sistemi zayıflar ve kalp kendini koruyamayabilir. Grip iltihabını önleyen bu aşı mevsimden önce yaptırılmalıdır.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Kalp yetmezliği ve kalp krizi gibi kalp sorunları bu aşı sayesinde önlenmiş ve oranı azaltılmış oluyor. Bu da grip aşısı olmak için başka bir sebep. Grip hastalığına neden olan virüs kalp sorunlarına da yol açıyor. 6 yaş ve üzeri herkes grip aşısı yaptırabilir.
Kalp hastalığı olanları daha büyük sorunlardan koruyor olmayanların kalp riskini azaltıyor. Araştırmalarda katılımcıların %36 oranında kalp rahatsızlıklarından grip aşısıyla korunduğu ortaya çıkmıştır. Hiç başlamayan kişileri de kalp sorunlarına karşı %55 oranında koruyor.
Aşının koruyucu etkileri üzerine klinik çalışmalar devam etmektedir. Grip ve eşlik eden iltihaplı hastalıklar kalbi savunmasız bırakır. Bağışıklık sistemi zayıflar ve kalp kendini koruyamayabilir. Grip iltihabını önleyen bu aşı mevsimden önce yaptırılmalıdır.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Sinüs Problemlerine Doğal Çözümler Nelerdir?
Yatak odanızda ve diğer odalarda hava nemlendiricisi bulundurun. Kuru havalar sinüsleri tahriş edebilir.
Tıkanıklığı önlemek adına havanın nemlenmesini sağlayın. Buhar banyosu yapın özellikle burundan içeri sıcak buhar uygulayın. Duşta ve banyoda sıcak su kullanın. Sigara, sert temizlik ürünleri, boya, saç spreyi, parfüm gibi maddelerden kaçının sinüsleri çabucak tahriş eder. Kokusuz, doğal, yeşil ürünlere yönelin.
Sinüs sorunları olanlar daha fazla su içmelidir. Kafeinsiz içecekler, sıcak çay, alkol ve kahve dışındaki tüm içecekler özellikle sıcak bitki çayları iyi gelir. Nazal sprey ve damlalar ile burnu sıcak suyla yıkamak da iyi gelecektir. Ağzınızı açın burnunuza sıcak buharı ve damlayı verdikten sonra burnunuzu iyice kapatın ve biraz bekleyin.
Ilık temiz su ve tuz karışımını bir şişe yardımıyla burnunuza sprey şeklinde uygulayın. Kolayca tıkanabilen kış aylarında sertleşen bu sinüs problemleri soğuk algınlığı, sigara veya alerjiden de kaynaklanabilir. Tüy, toz akarları gibi alerjenlerden de uzak durun. En doğru tedavi için doktorunuza danışın.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Tıkanıklığı önlemek adına havanın nemlenmesini sağlayın. Buhar banyosu yapın özellikle burundan içeri sıcak buhar uygulayın. Duşta ve banyoda sıcak su kullanın. Sigara, sert temizlik ürünleri, boya, saç spreyi, parfüm gibi maddelerden kaçının sinüsleri çabucak tahriş eder. Kokusuz, doğal, yeşil ürünlere yönelin.
Sinüs sorunları olanlar daha fazla su içmelidir. Kafeinsiz içecekler, sıcak çay, alkol ve kahve dışındaki tüm içecekler özellikle sıcak bitki çayları iyi gelir. Nazal sprey ve damlalar ile burnu sıcak suyla yıkamak da iyi gelecektir. Ağzınızı açın burnunuza sıcak buharı ve damlayı verdikten sonra burnunuzu iyice kapatın ve biraz bekleyin.
Ilık temiz su ve tuz karışımını bir şişe yardımıyla burnunuza sprey şeklinde uygulayın. Kolayca tıkanabilen kış aylarında sertleşen bu sinüs problemleri soğuk algınlığı, sigara veya alerjiden de kaynaklanabilir. Tüy, toz akarları gibi alerjenlerden de uzak durun. En doğru tedavi için doktorunuza danışın.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Kış Aylarında Enfeksiyon’dan Korunma
Kış aylarına girdiğimiz şu günlerde havaların değişmesi ve soğuk havanın kendini iyiden iyiye hissettirmesiyle birlikte ortaya çıkan bazı hastalıklar oluyor.
Genellikle her birimizin başından geçen hastalıklardan nezle, grip, faranjit, sinüzit gibi hastalıklar başta geliyor. Soğuğa bağlı gelişen enfeksiyonlar da özellikle çocuklar, yaşlıları ve hamileleri ilk planda etkilemektedir.
Engelli vatandaşlarımızda hastalıkları ile ilgili soğuğa bağlı olarak enfeksiyon kapma durumu vardır. Kış mevsiminde soğuk havaya uyum sağlamak için vücudumuz daha fazla enerji harcamaktadır.
Vücut direnciniz düşer, enfeksiyon kapma riski bulunur.
Soğuk iklimde devamlı yaşayan insanların durumu ılık havaya çıktıklarında nasıl tepki veriyorsa, soğuğa çıkan ılıman ortam insanları da enfeksiyon kapma riskine açıktır. Soğuk özellikle akciğer hastalarını ve kronik hastalığı olanların dikkat etmeleri lazımdır.
Bronşit ve astım hastalıkları ilk planda daha sık olmaya başlar. Böbrek hastaları, diabet hastaları, Kalp hastaları ilk planda tehlikede olurlar.
Kış hastalıklarına kısaca bakacak olursak; En tehlikeli hastalık olarak görülen zatürredir. Bu hastalığa yol açan 30 civarında mikrop cinsi bulunuyor.
Bu hastalığın oluşumu genelde kış aylarına denk gelmektedir. Çünkü mikroplar bazı bakteriler ve virüsler yoluyla insana bulaşır.
Çocuktan ihtiyarlara kadar her kesin başına gelebilecek olan bu hastalık vücut direncinin düşük olduğu kış aylarındaki mikroplardan etkilenen kronik rahatsızlığı olan insanlara hızla bulaşmaktadır. Kış hastalıklarına dikkat etmeli ve vücut direncimizi düşük tutmamalıyız.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Genellikle her birimizin başından geçen hastalıklardan nezle, grip, faranjit, sinüzit gibi hastalıklar başta geliyor. Soğuğa bağlı gelişen enfeksiyonlar da özellikle çocuklar, yaşlıları ve hamileleri ilk planda etkilemektedir.
Engelli vatandaşlarımızda hastalıkları ile ilgili soğuğa bağlı olarak enfeksiyon kapma durumu vardır. Kış mevsiminde soğuk havaya uyum sağlamak için vücudumuz daha fazla enerji harcamaktadır.
Vücut direnciniz düşer, enfeksiyon kapma riski bulunur.
Soğuk iklimde devamlı yaşayan insanların durumu ılık havaya çıktıklarında nasıl tepki veriyorsa, soğuğa çıkan ılıman ortam insanları da enfeksiyon kapma riskine açıktır. Soğuk özellikle akciğer hastalarını ve kronik hastalığı olanların dikkat etmeleri lazımdır.
Bronşit ve astım hastalıkları ilk planda daha sık olmaya başlar. Böbrek hastaları, diabet hastaları, Kalp hastaları ilk planda tehlikede olurlar.
Kış hastalıklarına kısaca bakacak olursak; En tehlikeli hastalık olarak görülen zatürredir. Bu hastalığa yol açan 30 civarında mikrop cinsi bulunuyor.
Bu hastalığın oluşumu genelde kış aylarına denk gelmektedir. Çünkü mikroplar bazı bakteriler ve virüsler yoluyla insana bulaşır.
Çocuktan ihtiyarlara kadar her kesin başına gelebilecek olan bu hastalık vücut direncinin düşük olduğu kış aylarındaki mikroplardan etkilenen kronik rahatsızlığı olan insanlara hızla bulaşmaktadır. Kış hastalıklarına dikkat etmeli ve vücut direncimizi düşük tutmamalıyız.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Boğaz Ağrısında Antibiyotik Kullanımı Sakıncalı
Bazı hastalar ilaç tedavisine cevap veremeyebilir. Gereksiz antibiyotik kullanımı da çok risklidir.
Antibiyotikler sadece bakteriyel enfeksiyona karşı savaşabilir. Virüslerin neden olduğu bronşit, boğaz ağrısı gibi durumlarda antibiyotik kullanılmaz. Ancak %10 oranında özel durumlarda reçete edilebilir. Antibiyotiklerin doğru kullanımı hakkında teşvikler sayesinde gereksiz durumlarda kullanım oranı %70 azalmıştır.
Hastaların talebi de doktorları zor durumda bırakabiliyor. Boğaz ağrısı ve bronşit rahatsızlıklarında bu ilaçların etkisi olmayacaktır. Kendiliğinden geçmesi ve bitkisel tedavi ile istirahat etmek iyileştiricidir. Bakteriler antibiyotiklere dirençlidir ve bir noktada dirençlerini bu ilaçlar kırar.
Virüs içerikli gribal hastalıklarda ise başka ilaçlar etkilidir. Ayrıca gereksiz antibiyotik kullanımı, döküntü, alerjik reaksiyonlar, ishal ve mantara yol açabilir. Akut bronşit için acil servisleri dolduran hastalar öncelikle çarenin antibiyotik olmadığını bilmeli.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Antibiyotikler sadece bakteriyel enfeksiyona karşı savaşabilir. Virüslerin neden olduğu bronşit, boğaz ağrısı gibi durumlarda antibiyotik kullanılmaz. Ancak %10 oranında özel durumlarda reçete edilebilir. Antibiyotiklerin doğru kullanımı hakkında teşvikler sayesinde gereksiz durumlarda kullanım oranı %70 azalmıştır.
Hastaların talebi de doktorları zor durumda bırakabiliyor. Boğaz ağrısı ve bronşit rahatsızlıklarında bu ilaçların etkisi olmayacaktır. Kendiliğinden geçmesi ve bitkisel tedavi ile istirahat etmek iyileştiricidir. Bakteriler antibiyotiklere dirençlidir ve bir noktada dirençlerini bu ilaçlar kırar.
Virüs içerikli gribal hastalıklarda ise başka ilaçlar etkilidir. Ayrıca gereksiz antibiyotik kullanımı, döküntü, alerjik reaksiyonlar, ishal ve mantara yol açabilir. Akut bronşit için acil servisleri dolduran hastalar öncelikle çarenin antibiyotik olmadığını bilmeli.
Kaynak Siteye Teşekkürler.7gunsaglik.com
Aileler Çocuk Gelişimini Takip Etmeli
Rehabilitasyon merkezinde çalışan Rahşan hanım çocuğunun gelişme geriliğini nasıl farketti ve annelere neler tavsiye etti?
Konya’da bir rehabilitasyon merkezinde görevli çocuk gelişimi ve eğitimi öğretmeni Leyla Rahşan Kaya, ailelerin çocuklarını iyi gözlemlemesini hatırlatarak, çocukların davranış ve gelişimlerinde rahatsızlıkların giderilmesi için erken tanının çok önemli olduğunu belirtti.
Erkan tanı sayesinde çocukların hayatlarının değişebileceğini ifade eden Leyla Rahşan Kaya, çoğu ailenin çocuklarının yürüme yaşına gelmesine rağmen yürüyememesini ’daha yürür’ diyerek dikkate almamasının yanlış olduğunu belirtti. Gelişim çağındaki çocuğun her rahatsızlığının önemsenmesi gerektiğini kaydeden Kaya, ”Çocukta bir sorun olmadığını düşünüyorlar. Ama zaman ilerleyip de çocukta hala sıkıntılar devam ettiğinde ise tedavi yoluna bakıyorlar. Bazen tedavilerde geç kalınabiliyor. Bunun için ailelerin çocuklarını çok iyi gözlemlemeleri lazım. Böylece gelişiminde bir sorun olduğunu fark edebilirler" dedi.
ERKEN TANI İLE HAYATI DEĞİŞTİ
Erken tanıda tedavinin çok daha kolay olacağını ve çocuğun yaşıtlarının seviyesine gelebileceğini belirten Kaya, erken tanı sayesinde hafif düzeyde zihinsel yetersizlik tanısı konulan 4 yaşındaki Reyyan Yavuz’un, aldığı bir yıllık eğitimin ardından yaşıtlarıyla aynı seviyeye ulaştığını söyledi. 3 yaşında iken rehabilitasyon merkezine getirilen Reyyan’ın o dönem 1 yaşındaki çocuğun zekasına ve hareketlerine sahip olduğunu ifade eden Kaya, şunları söyledi:
"Reyyan’a hafif düzeyde zihinsel yetersizlik tanısı konulmuştu. Becerilerde nesneleri tanıyamıyor ve istediğimiz nesnenin resmini veremiyordu. Etkinliklere dikkatini yöneltme konusunda kısıtlıydı. 2-3 kelimelik cümleler kurması gerekirken tek kelimelik cümleler kurabiliyordu. Sınıf içerisinde yalnız kalmak ve etkinliklere katılmak istemiyordu. Kalem tutamıyordu ve çizgileri birleştiremiyordu."
YAŞITLARIYLA AYNI SEVİYEYE GELDİ
Erken tanı sayesinden eğitimine erken başlandığı için 1 yıl süren yoğun bir çalışma sonrası çocuğun normal gelişim düzeyine geldiğine dikkat çeken Kaya "Bu eğitimi almasaydı daha geri gidecekti. Bu gerilik devam edecekti ve okula başladığı dönemde ciddi bir şekilde aynı yaşıtları ile arasında bir uçurum ortaya çıkacaktı. Topluma uyum sağlamada sıkıntılar yaşacaktı. Ama yaptığımız girişimler sonrası yaşıtlarıyla aynı seviyeye getirdik" dedi.
Konuşmakta ve nesneleri tanımakta zorlanan kızında aldığı eğitimin ardından değişimler yaşandığını ifade eden annesi Emine Yavuz ise, "Şimdi şarkı söyleyip rahatlıkla konuşuyor. Bazen çok konuştuğu için susması için bile uyarıyorum" diye konuştu.
Kaynak.7gunsaglik
Konya’da bir rehabilitasyon merkezinde görevli çocuk gelişimi ve eğitimi öğretmeni Leyla Rahşan Kaya, ailelerin çocuklarını iyi gözlemlemesini hatırlatarak, çocukların davranış ve gelişimlerinde rahatsızlıkların giderilmesi için erken tanının çok önemli olduğunu belirtti.
Erkan tanı sayesinde çocukların hayatlarının değişebileceğini ifade eden Leyla Rahşan Kaya, çoğu ailenin çocuklarının yürüme yaşına gelmesine rağmen yürüyememesini ’daha yürür’ diyerek dikkate almamasının yanlış olduğunu belirtti. Gelişim çağındaki çocuğun her rahatsızlığının önemsenmesi gerektiğini kaydeden Kaya, ”Çocukta bir sorun olmadığını düşünüyorlar. Ama zaman ilerleyip de çocukta hala sıkıntılar devam ettiğinde ise tedavi yoluna bakıyorlar. Bazen tedavilerde geç kalınabiliyor. Bunun için ailelerin çocuklarını çok iyi gözlemlemeleri lazım. Böylece gelişiminde bir sorun olduğunu fark edebilirler" dedi.
ERKEN TANI İLE HAYATI DEĞİŞTİ
Erken tanıda tedavinin çok daha kolay olacağını ve çocuğun yaşıtlarının seviyesine gelebileceğini belirten Kaya, erken tanı sayesinde hafif düzeyde zihinsel yetersizlik tanısı konulan 4 yaşındaki Reyyan Yavuz’un, aldığı bir yıllık eğitimin ardından yaşıtlarıyla aynı seviyeye ulaştığını söyledi. 3 yaşında iken rehabilitasyon merkezine getirilen Reyyan’ın o dönem 1 yaşındaki çocuğun zekasına ve hareketlerine sahip olduğunu ifade eden Kaya, şunları söyledi:
"Reyyan’a hafif düzeyde zihinsel yetersizlik tanısı konulmuştu. Becerilerde nesneleri tanıyamıyor ve istediğimiz nesnenin resmini veremiyordu. Etkinliklere dikkatini yöneltme konusunda kısıtlıydı. 2-3 kelimelik cümleler kurması gerekirken tek kelimelik cümleler kurabiliyordu. Sınıf içerisinde yalnız kalmak ve etkinliklere katılmak istemiyordu. Kalem tutamıyordu ve çizgileri birleştiremiyordu."
YAŞITLARIYLA AYNI SEVİYEYE GELDİ
Erken tanı sayesinden eğitimine erken başlandığı için 1 yıl süren yoğun bir çalışma sonrası çocuğun normal gelişim düzeyine geldiğine dikkat çeken Kaya "Bu eğitimi almasaydı daha geri gidecekti. Bu gerilik devam edecekti ve okula başladığı dönemde ciddi bir şekilde aynı yaşıtları ile arasında bir uçurum ortaya çıkacaktı. Topluma uyum sağlamada sıkıntılar yaşacaktı. Ama yaptığımız girişimler sonrası yaşıtlarıyla aynı seviyeye getirdik" dedi.
Konuşmakta ve nesneleri tanımakta zorlanan kızında aldığı eğitimin ardından değişimler yaşandığını ifade eden annesi Emine Yavuz ise, "Şimdi şarkı söyleyip rahatlıkla konuşuyor. Bazen çok konuştuğu için susması için bile uyarıyorum" diye konuştu.
Kaynak.7gunsaglik
Barınaktaki Hayvanların Sevgisi Bize Güç Veriyor
Sık sık onları yerlerinde ziyaret etmeli sevgi ve şefkat vermelisiniz. Onlara iyi geldiğiniz derecede kendinize de iyi geleceksiniz..
Marmaris’te, turizm sezonunu ilçede geçiren bazı tatilcilerin ve işletmecilerin sahiplendikleri köpekleri sezon bittiğinde giderken sokağa terk etmesi nedeniyle barınaklarda doluluk yaşanıyor.
Marmaris Belediyesi Hayvan Rehabilitasyon Merkezi ve İçmeler beldesinde bulunan barınaklardaki köpek sayısının her geçen yıl arttığı belirtildi.
Marmaris Hayvanları Koruma Derneği Başkanı Suna Ak, sokağa bırakılmış hayvanların daha iyi şartlarda hayatlarını sürdürebilmeleri için ellerinden geleni yaptıklarını söyledi.
Barınaklardaki hayvan sayısının artmasının Marmaris’te tatilini geçiren bilinçsiz turistlerden de kaynaklandığını belirten Ak, ”Yaz aylarında Marmaris’te tatilini geçiren bazı tatilciler özellikle çocukların hevesi üzerine köpek sahibi oluyor ya da karne hediyesi olarak onlara köpek alıyor. Tatil bitince köpekleri yanlarında götürme imkanları ve evlerinin köpek bakmaya uygun olmaması nedeniyle hayvanlarını sokağa terk edip gidiyorlar. Barınaktaki birçok köpek bunlardan oluşuyor” dedi.
”İş yerleri dikkat çekebilmek için yavru köpekler besliyor”
Sokağa bırakılmış köpeklerin, rahatsız olanların şikayetleri üzerine belediye görevlilerince yakalandığını anlatan Ak, bu hayvanların daha sonra barınağa konulduğunu kaydetti. Belediyelerin bütün köpekleri kayıt altına alması gerektiğine işaret eden Ak, barınağa köpeğini bırakanlara ceza kesilmesi gerektiğini savundu.
Marmaris’teki bazı restoran ve kafeterya türü işletmelerin özellikle yavru köpekleri kullandığını ileri süren Ak, şunları söyledi: ”Sadece turizm sezonunda açık olan bazı işletmeler, yoldan geçen özellikle çocuklu ailelerin dikkatini çekebilmek için yavru köpekler besliyor. Yavruyu görerek sevmek isteyen turistlerle diyaloğa geçen teşrifatçılar, restorana girmeleri ve yemek yemeleri konusunda ikna etmeye çalışıyor. Çocuklarının bu sevimli hayvanlarla bir süre daha oynamasını isteyen aileler genelde o restoranlarda oturup yemek yiyor. Sezon bitip dükkanlarını kapatınca bu köpekleri de sokağa bırakıyorlar.”
”Barınağa bırakılan köpeğin psikolojisi bozuluyor”
Marmaris Hayvan Rehabilitasyon Merkezi’nin sorumlusu veteriner Bora Deveci de barınakta 265 köpek bulunduğunu, şu an kapasitesinin üstünde hizmet verdiklerini söyledi. Yer sıkıntısı yaşadıklarını belirten Deveci, bundan dolayı Marmaris’in mücavir alanları dışından köpek alamadıklarını kaydetti.
Deveci, barınakta aralarında haski, Alman kurdu ve boxer gibi çok sayıda özel cins köpeğin bulunduğunu bildirdi. Barınağa getirilen sahipli hayvanların psikolojik olarak büyük sıkıntılar çektiğini anlatan Deveci, şöyle dedi:
”Sahipli bir hayvanın barınağa alışması 2-3 ayı buluyor. Biz öncelikle gelen hayvanı 10 gün boyunca sahibinin arayacağını düşünerek ayrı bir odada tutuyoruz. Bu süre sonunda hayvan ameliyatla kısırlaştırılıp, aşılanıyor ve işaretleniyor. 1 hafta 10 günlük iyileşme sürecinin ardından da uyum sağlaması halinde diğer hayvanların yanına alınıyor.”
Barınakta misafir edilen hayvanların parazit tedavileri ve aşı takiplerinin yapıldığına işaret eden Deveci, kediler ise sadece kısırlaştırılarak sahiplerine iade ettiklerini dile getirdi. Deveci, geçen yıl 950’si kedi olmak üzere bin 270 hayvanın kısırlaştırıldığını bildirdi.
Geçen yıl ayrıca 110 köpeği yeni sahiplerine teslim ettiklerine değinen Deveci, ameliyatlı ve aşıları tam olarak verdikleri hayvanlar için hiçbir ücret talep etmediklerini vurguladı.
Kaynak.7gunsaglik
Marmaris’te, turizm sezonunu ilçede geçiren bazı tatilcilerin ve işletmecilerin sahiplendikleri köpekleri sezon bittiğinde giderken sokağa terk etmesi nedeniyle barınaklarda doluluk yaşanıyor.
Marmaris Belediyesi Hayvan Rehabilitasyon Merkezi ve İçmeler beldesinde bulunan barınaklardaki köpek sayısının her geçen yıl arttığı belirtildi.
Marmaris Hayvanları Koruma Derneği Başkanı Suna Ak, sokağa bırakılmış hayvanların daha iyi şartlarda hayatlarını sürdürebilmeleri için ellerinden geleni yaptıklarını söyledi.
Barınaklardaki hayvan sayısının artmasının Marmaris’te tatilini geçiren bilinçsiz turistlerden de kaynaklandığını belirten Ak, ”Yaz aylarında Marmaris’te tatilini geçiren bazı tatilciler özellikle çocukların hevesi üzerine köpek sahibi oluyor ya da karne hediyesi olarak onlara köpek alıyor. Tatil bitince köpekleri yanlarında götürme imkanları ve evlerinin köpek bakmaya uygun olmaması nedeniyle hayvanlarını sokağa terk edip gidiyorlar. Barınaktaki birçok köpek bunlardan oluşuyor” dedi.
”İş yerleri dikkat çekebilmek için yavru köpekler besliyor”
Sokağa bırakılmış köpeklerin, rahatsız olanların şikayetleri üzerine belediye görevlilerince yakalandığını anlatan Ak, bu hayvanların daha sonra barınağa konulduğunu kaydetti. Belediyelerin bütün köpekleri kayıt altına alması gerektiğine işaret eden Ak, barınağa köpeğini bırakanlara ceza kesilmesi gerektiğini savundu.
Marmaris’teki bazı restoran ve kafeterya türü işletmelerin özellikle yavru köpekleri kullandığını ileri süren Ak, şunları söyledi: ”Sadece turizm sezonunda açık olan bazı işletmeler, yoldan geçen özellikle çocuklu ailelerin dikkatini çekebilmek için yavru köpekler besliyor. Yavruyu görerek sevmek isteyen turistlerle diyaloğa geçen teşrifatçılar, restorana girmeleri ve yemek yemeleri konusunda ikna etmeye çalışıyor. Çocuklarının bu sevimli hayvanlarla bir süre daha oynamasını isteyen aileler genelde o restoranlarda oturup yemek yiyor. Sezon bitip dükkanlarını kapatınca bu köpekleri de sokağa bırakıyorlar.”
”Barınağa bırakılan köpeğin psikolojisi bozuluyor”
Marmaris Hayvan Rehabilitasyon Merkezi’nin sorumlusu veteriner Bora Deveci de barınakta 265 köpek bulunduğunu, şu an kapasitesinin üstünde hizmet verdiklerini söyledi. Yer sıkıntısı yaşadıklarını belirten Deveci, bundan dolayı Marmaris’in mücavir alanları dışından köpek alamadıklarını kaydetti.
Deveci, barınakta aralarında haski, Alman kurdu ve boxer gibi çok sayıda özel cins köpeğin bulunduğunu bildirdi. Barınağa getirilen sahipli hayvanların psikolojik olarak büyük sıkıntılar çektiğini anlatan Deveci, şöyle dedi:
”Sahipli bir hayvanın barınağa alışması 2-3 ayı buluyor. Biz öncelikle gelen hayvanı 10 gün boyunca sahibinin arayacağını düşünerek ayrı bir odada tutuyoruz. Bu süre sonunda hayvan ameliyatla kısırlaştırılıp, aşılanıyor ve işaretleniyor. 1 hafta 10 günlük iyileşme sürecinin ardından da uyum sağlaması halinde diğer hayvanların yanına alınıyor.”
Barınakta misafir edilen hayvanların parazit tedavileri ve aşı takiplerinin yapıldığına işaret eden Deveci, kediler ise sadece kısırlaştırılarak sahiplerine iade ettiklerini dile getirdi. Deveci, geçen yıl 950’si kedi olmak üzere bin 270 hayvanın kısırlaştırıldığını bildirdi.
Geçen yıl ayrıca 110 köpeği yeni sahiplerine teslim ettiklerine değinen Deveci, ameliyatlı ve aşıları tam olarak verdikleri hayvanlar için hiçbir ücret talep etmediklerini vurguladı.
Kaynak.7gunsaglik
Eklem Ağrıları ve Romatizma Sorunu
Sert havalarda ortaya çıkan romatizma ve eklem ağrıları hayatımıza kara bulut gibi çöküyor. Yaşam kalitesini bozuyor. Peki bunlardan nasıl korunuruz?
Fizik Tedavi Uzmanı Dr. Gülnur Taşçı Bozbaş, soğuk ve nemli havalarda diz, kalça gibi eklem ağrılarından şikâyet edenlerin sayısının giderek arttığını belirterek “Tedavi edilmeyen eklem ağrıları kişinin yaşam kalitesini azaltıyor” dedi.
Fizik Tedavi Uzmanı Dr. Gülnur Taşçı Bozbaş, romatizmayı “kaslar ve özellikle eklemlerde kendini gösteren ağrılı hastalıkların genel adı” olarak tanımladı.
Fizik Tedavi Uzmanı Dr. Gülnur Taşçı Bozbaş, 200’den fazla çeşidi olan romatizmanın, vücudun hareketini sağlayan iskelet ve kas sisteminde; şişlik, ağrı ve hareket sınırlamasına, iç organlarında ise; çeşitli rahatsızlıklara neden olan bir hastalık olduğunu söyledi. Özellikle kış aylarında hava basıncının değişmesiyle ağrıların arttığını belirten Bozbaş, şöyle konuştu:
"Eklem romatizması olan kişiler, hava basıncı değişikliklerine duyarlı hale gelirler. Bu yüzden soğuk ve yağışlı havalarda, bu hasta grubunun ağrıları artar. Soğuk hava yüzünden kasların kasılması ve kısalması ağrının artması için neden oluşturur.”
ROMATİZMA TEDAVİSİ NE KADAR SÜRER?
Romatizmanın, şeker hastalığı ve hipertansiyon gibi kronik bir hastalık olduğunu, bu nedenle tedavinin belli bir süre değil ömür boyu devam ettiğini kaydeden Dr. Gülnur Taşçı Bozbaş, şunları söyledi:
“Hastalığın şiddetine göre zaman zaman az, zaman zaman çok ilaç tedavisi uygulamak gerekebilir. Hastalığı tamamen ortadan kaldırmak mümkün olmasa da kontrol altına almak mümkün. Bu anlamda planlı fizik tedavinin yeri çok önemlidir. Fizik tedavi, başlıca hareket sistemini ilgilendiren hastalıkların, vücudun dışından uygulanan ancak eklem ve yumuşak dokuları etkileyebilen aletlerle tedavi etme yöntemidir.
Fizik tedavi, eklemlerin hareketliliğin geri kazanmasına yardımcı olur. Fizik tedavi uzmanları fazla güç harcamayacak ve eklemlerin kullanılmasını sağlayacak bazı egzersizler önerebilir.” Dr.Tozbaş, fizik tedavi ile; ağrının azaltılması, kasların gevşetilmesi, dolaşımın olumlu yönde etkilenmesi ve enflamasyonun geriletilmesinin amaçlandığını ifade etti.
SOĞUK HAVALARA DİKKAT
Romatizma rahatsızlığı olanların soğuk havalara dikkat etmesi gerektiğini belirten Uzman Dr. Gülnur Taşçı Bozbaş, sözlerini şöyle tamamladı: “Soğuk ve nemli havalar şikâyetleri artırdığı için romatizma hastalığı şikayeti olan kişiler, sıcak ortamları tercih etmelidir. Kışın dışarı çıkarken eldiven ve atkı ile el eklemlerini ve boyun omurlarını soğuktan korumak önemlidir. Ayakkabı seçiminde yumuşak tabanlı, ayağın ortopedik kavisini bozmayan ayakkabılar giyilmeli, çok yüksek topuklu ve babet ayakkabılardan kaçınılmalıdır. Kilo kontrol altında tutulmalıdır. Düzenli egzersiz yapılmalıdır.”
Kaynak.7gunsaglik
Fizik Tedavi Uzmanı Dr. Gülnur Taşçı Bozbaş, soğuk ve nemli havalarda diz, kalça gibi eklem ağrılarından şikâyet edenlerin sayısının giderek arttığını belirterek “Tedavi edilmeyen eklem ağrıları kişinin yaşam kalitesini azaltıyor” dedi.
Fizik Tedavi Uzmanı Dr. Gülnur Taşçı Bozbaş, romatizmayı “kaslar ve özellikle eklemlerde kendini gösteren ağrılı hastalıkların genel adı” olarak tanımladı.
Fizik Tedavi Uzmanı Dr. Gülnur Taşçı Bozbaş, 200’den fazla çeşidi olan romatizmanın, vücudun hareketini sağlayan iskelet ve kas sisteminde; şişlik, ağrı ve hareket sınırlamasına, iç organlarında ise; çeşitli rahatsızlıklara neden olan bir hastalık olduğunu söyledi. Özellikle kış aylarında hava basıncının değişmesiyle ağrıların arttığını belirten Bozbaş, şöyle konuştu:
"Eklem romatizması olan kişiler, hava basıncı değişikliklerine duyarlı hale gelirler. Bu yüzden soğuk ve yağışlı havalarda, bu hasta grubunun ağrıları artar. Soğuk hava yüzünden kasların kasılması ve kısalması ağrının artması için neden oluşturur.”
ROMATİZMA TEDAVİSİ NE KADAR SÜRER?
Romatizmanın, şeker hastalığı ve hipertansiyon gibi kronik bir hastalık olduğunu, bu nedenle tedavinin belli bir süre değil ömür boyu devam ettiğini kaydeden Dr. Gülnur Taşçı Bozbaş, şunları söyledi:
“Hastalığın şiddetine göre zaman zaman az, zaman zaman çok ilaç tedavisi uygulamak gerekebilir. Hastalığı tamamen ortadan kaldırmak mümkün olmasa da kontrol altına almak mümkün. Bu anlamda planlı fizik tedavinin yeri çok önemlidir. Fizik tedavi, başlıca hareket sistemini ilgilendiren hastalıkların, vücudun dışından uygulanan ancak eklem ve yumuşak dokuları etkileyebilen aletlerle tedavi etme yöntemidir.
Fizik tedavi, eklemlerin hareketliliğin geri kazanmasına yardımcı olur. Fizik tedavi uzmanları fazla güç harcamayacak ve eklemlerin kullanılmasını sağlayacak bazı egzersizler önerebilir.” Dr.Tozbaş, fizik tedavi ile; ağrının azaltılması, kasların gevşetilmesi, dolaşımın olumlu yönde etkilenmesi ve enflamasyonun geriletilmesinin amaçlandığını ifade etti.
SOĞUK HAVALARA DİKKAT
Romatizma rahatsızlığı olanların soğuk havalara dikkat etmesi gerektiğini belirten Uzman Dr. Gülnur Taşçı Bozbaş, sözlerini şöyle tamamladı: “Soğuk ve nemli havalar şikâyetleri artırdığı için romatizma hastalığı şikayeti olan kişiler, sıcak ortamları tercih etmelidir. Kışın dışarı çıkarken eldiven ve atkı ile el eklemlerini ve boyun omurlarını soğuktan korumak önemlidir. Ayakkabı seçiminde yumuşak tabanlı, ayağın ortopedik kavisini bozmayan ayakkabılar giyilmeli, çok yüksek topuklu ve babet ayakkabılardan kaçınılmalıdır. Kilo kontrol altında tutulmalıdır. Düzenli egzersiz yapılmalıdır.”
Kaynak.7gunsaglik
Kaplıca Tedavisi Çocuklara ve Bağışıklığa Birebir
Kaplıca tedavisi şifa dağıtıyor. Duruş bozukluğundan bağışıklığa her şeye iyi geliyor.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Yüksekokulu Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Hülya Şişli, kaplıca terapisinin, çocuklarda immün sistemi, kemik gelişimi ve sağlıklı büyümeye önemli katkılar sağladığını söyledi.
Şişli, bir süre önce Balıkesir’in Edremit ilçesine bağlı Güre beldesinde, kaplıca tedavileriyle ilgili düzenlenen kongreye öğrencilerin yoğun ilgi gösterdiğini belirtti.
Kongrenin bir termal turizm merkezinde yapılmasının, öğrencilerin, banyo terapisi yapılan merkezleri görüp incelemesi bakımından önemine değinen Şişli, ogranizasyonda, kaplıca tedavilerinin çocuklar üzerindeki etkisinin de alındığını anlattı.
Şişli, kaplıca, çamur banyosu gibi tedavileri tanımlayan balneolojinin genellikle yaşlıların eklem hastalıklarında kullanıldığını ancak bu yöntemin çok geniş hastalık gruplarını kapsayan bir tedavi biçimi olduğunu dile getirdi.
Banyo terapisi ve kaplıca tedavisinin, çocuk hastalarda da kullanılabildiğini aktaran Şişli, çeşitli formlarında su, buhar, tuz banyoları ve iç kürleri şeklinde tedavi uygulanabildiğini vurguladı.
"ÇOCUKLAR DOĞAYLA İÇ İÇE OLMALI"
Şişli, su içi egzersizi tüm çocuklara önerdiklerine işaret ederek, şöyle devam etti:
"Kaplıca suyu çocuklarda bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Kemik gelişimi, solunum yolları, kardiyovasküler sistemle ilgili sorunu olan çocuklara da banyo terapisini önermek çok önemli. Banyo terapisi, büyüme hormonları ve bağışıklık sistemini bile etkiliyor. Çocukların henüz ergenliğe ulaşmadan çevreye uyumu ve adaptasyonu iyi değildir. Bundan dolayı çok hastalanıp sıkça üst solunum yolu enfeksiyonu geçirebilirler. Bu durumun, bağışıklık sistemiyle ilgili olarak zayıflığa işaret ettiğini düşünüyoruz. Evden çıkmayan, adeta kavanozda duran bir çocuğun uyum sağlaması zordur."
Çocukların, doğayla iç iç içe olması gerektiğine dikkati çeken Şişli, büyükşehir yaşamlarının, çocukları doğadan uzaklaştırdığını savundu.
"Çocukların 3 haftalık kürle banyo terapisi ortamında olması bile immün sistemine, kemik gelişimine, büyümesine önemli katkı sağlar" diyen Şişli, bu konunun bilimsel çevrelerce yeni yeni kabul edilmeye başlandığını anlattı.
BİLGİSAYAR BAŞINDA ORTAYA ÇIKAN DURUŞ BOZUKLUĞU
Şişli, bilgisayar başında fazla zaman geçiren çocuklarda görülen duruş bozukluğunun tedavisinde de balneolojinin kullanılabildiğine değindi.
Bu tür rahatsızlıkların, az egzersiz nedeniyle oluştuğu bilgisini veren Şişli, şunları kaydetti:
"Bu çocukları egzersize ve banyo terapiye yönlendirmek önemli. Su içinde egzersiz yapması ve kimyasal etkilerinden yararlanmasıyla başarılı bir tedavi uygulanabiliyor. Bir çocuğun gelişim evresinde, onun en iyi şekilde gelişmesi, vücudunu en iyi şekilde kullanmayı öğrenebilmesi için hasta olması gerekmez. Onun doğru yönlendirme ile vücudunu kullanmasını öğrenmesi çok önemlidir. Bu yönde banyo terapisinin katkılarının olacağını söyleyebiliriz."
Kaynak.7gunsaglik
İstanbul Bilgi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Yüksekokulu Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Hülya Şişli, kaplıca terapisinin, çocuklarda immün sistemi, kemik gelişimi ve sağlıklı büyümeye önemli katkılar sağladığını söyledi.
Şişli, bir süre önce Balıkesir’in Edremit ilçesine bağlı Güre beldesinde, kaplıca tedavileriyle ilgili düzenlenen kongreye öğrencilerin yoğun ilgi gösterdiğini belirtti.
Kongrenin bir termal turizm merkezinde yapılmasının, öğrencilerin, banyo terapisi yapılan merkezleri görüp incelemesi bakımından önemine değinen Şişli, ogranizasyonda, kaplıca tedavilerinin çocuklar üzerindeki etkisinin de alındığını anlattı.
Şişli, kaplıca, çamur banyosu gibi tedavileri tanımlayan balneolojinin genellikle yaşlıların eklem hastalıklarında kullanıldığını ancak bu yöntemin çok geniş hastalık gruplarını kapsayan bir tedavi biçimi olduğunu dile getirdi.
Banyo terapisi ve kaplıca tedavisinin, çocuk hastalarda da kullanılabildiğini aktaran Şişli, çeşitli formlarında su, buhar, tuz banyoları ve iç kürleri şeklinde tedavi uygulanabildiğini vurguladı.
"ÇOCUKLAR DOĞAYLA İÇ İÇE OLMALI"
Şişli, su içi egzersizi tüm çocuklara önerdiklerine işaret ederek, şöyle devam etti:
"Kaplıca suyu çocuklarda bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Kemik gelişimi, solunum yolları, kardiyovasküler sistemle ilgili sorunu olan çocuklara da banyo terapisini önermek çok önemli. Banyo terapisi, büyüme hormonları ve bağışıklık sistemini bile etkiliyor. Çocukların henüz ergenliğe ulaşmadan çevreye uyumu ve adaptasyonu iyi değildir. Bundan dolayı çok hastalanıp sıkça üst solunum yolu enfeksiyonu geçirebilirler. Bu durumun, bağışıklık sistemiyle ilgili olarak zayıflığa işaret ettiğini düşünüyoruz. Evden çıkmayan, adeta kavanozda duran bir çocuğun uyum sağlaması zordur."
Çocukların, doğayla iç iç içe olması gerektiğine dikkati çeken Şişli, büyükşehir yaşamlarının, çocukları doğadan uzaklaştırdığını savundu.
"Çocukların 3 haftalık kürle banyo terapisi ortamında olması bile immün sistemine, kemik gelişimine, büyümesine önemli katkı sağlar" diyen Şişli, bu konunun bilimsel çevrelerce yeni yeni kabul edilmeye başlandığını anlattı.
BİLGİSAYAR BAŞINDA ORTAYA ÇIKAN DURUŞ BOZUKLUĞU
Şişli, bilgisayar başında fazla zaman geçiren çocuklarda görülen duruş bozukluğunun tedavisinde de balneolojinin kullanılabildiğine değindi.
Bu tür rahatsızlıkların, az egzersiz nedeniyle oluştuğu bilgisini veren Şişli, şunları kaydetti:
"Bu çocukları egzersize ve banyo terapiye yönlendirmek önemli. Su içinde egzersiz yapması ve kimyasal etkilerinden yararlanmasıyla başarılı bir tedavi uygulanabiliyor. Bir çocuğun gelişim evresinde, onun en iyi şekilde gelişmesi, vücudunu en iyi şekilde kullanmayı öğrenebilmesi için hasta olması gerekmez. Onun doğru yönlendirme ile vücudunu kullanmasını öğrenmesi çok önemlidir. Bu yönde banyo terapisinin katkılarının olacağını söyleyebiliriz."
Kaynak.7gunsaglik
Uzayan gebelik tehlikelimidir ?
Süresi uzamış gebelik, çocuğun açısından erken doğum kadar önemli midir?
Hem erken doğum, hem de süresi geçmiş gebeliklerde, özellikle bir doktorun kontrolü altında bulunan gebe kadının güvenliğinin, yüreklendirici ölçülerde olduğu modern istatistiklerle saptanmıştır. Her ikisinde de, en önemli unsur, kuşkusuz zaman unsurudur. Örneğin, sekizinci ayda doğmuş bir çocuk, yedinci ayda doğana göre daha fazla güvenliktedir. Doğumun normal gününü, birkaç gün ya da bir hafta geçmesi pek o kadar önemli değildir. Bazı kadınlar, kalıtsal nedenlerle, normalden daha uzun gebelik geçirirler. Bunun gerçek nedeni tam olarak anlaşılamamıştır..Kaynak.http://7gunsaglik.com .,
Hem erken doğum, hem de süresi geçmiş gebeliklerde, özellikle bir doktorun kontrolü altında bulunan gebe kadının güvenliğinin, yüreklendirici ölçülerde olduğu modern istatistiklerle saptanmıştır. Her ikisinde de, en önemli unsur, kuşkusuz zaman unsurudur. Örneğin, sekizinci ayda doğmuş bir çocuk, yedinci ayda doğana göre daha fazla güvenliktedir. Doğumun normal gününü, birkaç gün ya da bir hafta geçmesi pek o kadar önemli değildir. Bazı kadınlar, kalıtsal nedenlerle, normalden daha uzun gebelik geçirirler. Bunun gerçek nedeni tam olarak anlaşılamamıştır..Kaynak.http://7gunsaglik.com .,
Kil Donmesi İrsimi
Kıl dönmesi irsimi değilmi tam olarak kesin birşey söylemiyo uzmanlar ama aileden birinde var ise ailenin diğer ferdinde de olabilme olasılığının altını çiziyorlar.
Referans.7gunsaglik.com.tr
Sezaryende çok ağrı olurmu
İlk çocuğumu doğurmak üzereyim. Bana, ağrı veren bir ameliyattan söz ettiler. Bunun ne olduğunu söyler misiniz?
Bu ağrılı ameliyatın ne olduğunu, kuşkusuz, kendi doktorunuz size anlatarak kaygınızı giderebilirdi. Doğum sırasında, çocuk doğmadan az önce, vajinanın ağzında bir şak yapılır. Bunda amaç, bebeğin geçmesi sırasında doğum kanalında bir yırtık ya da zedelenmeden kaçınmaktır. Buna epizyotomi denir. İlk doğumda düzenli olarak yapılan güvenceli, ağrısız bir işlemdir. Sonraki gebeliklerde gerekmeyebilir..Kaynak.http://7gunsaglik.com .,
Bu ağrılı ameliyatın ne olduğunu, kuşkusuz, kendi doktorunuz size anlatarak kaygınızı giderebilirdi. Doğum sırasında, çocuk doğmadan az önce, vajinanın ağzında bir şak yapılır. Bunda amaç, bebeğin geçmesi sırasında doğum kanalında bir yırtık ya da zedelenmeden kaçınmaktır. Buna epizyotomi denir. İlk doğumda düzenli olarak yapılan güvenceli, ağrısız bir işlemdir. Sonraki gebeliklerde gerekmeyebilir..Kaynak.http://7gunsaglik.com .,
Gebelikte Bulantı
Sabahları görülüp bazen ikindi ve akşama dek uzayabilen mide bulantıları, çoğunlukla gebeliğin ilk yedi gününden onuncu haftasına kadar sürer. Bereket versin, on ikinci haftaya doğru kaybolur.
Gebelik başlangıcındaki bulantının, bedensel ve duygusal, birçok karmaşık nedenleri vardır. Çok sık ve az miktarda yemenin bu kötü belirtiyi azalttığı görülmektedir. Karbonhidrat yönünden zengin besinlerin azar azar ve günde altı sekiz kez alınması, yararlı olabilir. Fakat bu zararsız öneri bile, kendi doktorunuzun kontrolü dışında uygulanmamalıdır.
Gebelik sırasında sözümona «güvenilir» bir ilacın doğuracağı yaygın mutsuzluğun ışığında, bütün doktorlar, özel olarak kendileri için yazılmadıkça, gebe kadınların bütün ilaçlardan kaçınmalarını salık verirler..Kaynak.http://7gunsaglik.com .,
Gebelik başlangıcındaki bulantının, bedensel ve duygusal, birçok karmaşık nedenleri vardır. Çok sık ve az miktarda yemenin bu kötü belirtiyi azalttığı görülmektedir. Karbonhidrat yönünden zengin besinlerin azar azar ve günde altı sekiz kez alınması, yararlı olabilir. Fakat bu zararsız öneri bile, kendi doktorunuzun kontrolü dışında uygulanmamalıdır.
Gebelik sırasında sözümona «güvenilir» bir ilacın doğuracağı yaygın mutsuzluğun ışığında, bütün doktorlar, özel olarak kendileri için yazılmadıkça, gebe kadınların bütün ilaçlardan kaçınmalarını salık verirler..Kaynak.http://7gunsaglik.com .,
Kadınlarda Doğum Sonrasında Depresyon Tedavisi
TEDAVİ
Kadında doğum sonrası depresyon tanısı konulunca; bireysel ya da aile psikoterapisi, farmakolojik tedavi ve sosyal servislerin desteğinden yararlanılabilir. Aynı zamanda planlanmamış gebelikler ya da işsizlik gibi risk etkenleri aile planlaması yöntemleri ya da iş olanaklarının sağlanması ile azaltılabilir.
Pek çok doktor gebe ya da süt veren kadınlara psikotropik ilaçlar yazmak konusunda kararsız kalmaktadır. Fetusa ve bebeğe doğrudan bir zarar gelmesini engellemek düşüncesiyle olayın önlem boyutunu abartarak yanılgıya düşme eğilimi vardır. Bu eğilim annenin tam tedavi alamamasına neden olmaktadır.
Wisner ve arkadaşları 1993 yılından bu yana yayınlanmış 4 araştırmayı incelemişler.
Bu araştırmalar gebelik boyunca antidepresan ilaç kullanan anne ve bebekleri, antidepresan ilaç kullanmayan grupla karşılaştırılmıştır. Buna göre trisiklik antidepresan ve SSRI alanlarda fetüsde ölüm riskini arttırdığına ya da doğum defektlerine yol açtığı yönünde delil yoktur. Ancak bu ilaçların doğum ağırlığı üzerine olan etkilerine dikkat etmek gerekir.
Gebeliğin ilk 3 ayında fluoksetin kullanan 367 kadını içeren incelemede bu ilacın teratöjenik olmadığı yorumu yapılmıştır. Yoshida ve arkadaşları zamanında doğan sağlıklı bebeklerin TSAD kullanımından olumsuz etkilenmediğini, SSRI grubu ilaçlar hakkında az bilgi bulunmasına rağmen caydırıcı tavır almamak gerektiğini savunmuşlardır. İlaç tedavisinden sağlanan yararların zararlardan daha ağır bastığı yolundaki kanıtlar artmaktadır.
Hafif depresyonda tedavi psikoterapi ve özellikle destekleyici yaklaşım ağırlıklıdır. Annenin eğitilmesi ve aile desteğinin sağlanması önemlidir. Vejetatif belirtiler için antidepresan ilaçlar yararlı olabilir.
Major depresyonda EKT’nin kullanılması önerilir.
Geçmişte affektif epizod geçiren kadınların doğumdan sonra proflaktik lityum ya da antidepresan ilaç almaları önerilmektedir. Emzirme döneminde lityum kontrendikedir ve TSAD lar dikkatli kullanılmalıdır. Atak sırasında anne bebek ilişkisini en yüksek düzeye çıkaracak, anne bebek için tehlikeyi en aza indirecek şekilde düzenlenmelidir.
Referans.7gunsaglik.com.tr
Kadında doğum sonrası depresyon tanısı konulunca; bireysel ya da aile psikoterapisi, farmakolojik tedavi ve sosyal servislerin desteğinden yararlanılabilir. Aynı zamanda planlanmamış gebelikler ya da işsizlik gibi risk etkenleri aile planlaması yöntemleri ya da iş olanaklarının sağlanması ile azaltılabilir.
Pek çok doktor gebe ya da süt veren kadınlara psikotropik ilaçlar yazmak konusunda kararsız kalmaktadır. Fetusa ve bebeğe doğrudan bir zarar gelmesini engellemek düşüncesiyle olayın önlem boyutunu abartarak yanılgıya düşme eğilimi vardır. Bu eğilim annenin tam tedavi alamamasına neden olmaktadır.
Wisner ve arkadaşları 1993 yılından bu yana yayınlanmış 4 araştırmayı incelemişler.
Bu araştırmalar gebelik boyunca antidepresan ilaç kullanan anne ve bebekleri, antidepresan ilaç kullanmayan grupla karşılaştırılmıştır. Buna göre trisiklik antidepresan ve SSRI alanlarda fetüsde ölüm riskini arttırdığına ya da doğum defektlerine yol açtığı yönünde delil yoktur. Ancak bu ilaçların doğum ağırlığı üzerine olan etkilerine dikkat etmek gerekir.
Gebeliğin ilk 3 ayında fluoksetin kullanan 367 kadını içeren incelemede bu ilacın teratöjenik olmadığı yorumu yapılmıştır. Yoshida ve arkadaşları zamanında doğan sağlıklı bebeklerin TSAD kullanımından olumsuz etkilenmediğini, SSRI grubu ilaçlar hakkında az bilgi bulunmasına rağmen caydırıcı tavır almamak gerektiğini savunmuşlardır. İlaç tedavisinden sağlanan yararların zararlardan daha ağır bastığı yolundaki kanıtlar artmaktadır.
Hafif depresyonda tedavi psikoterapi ve özellikle destekleyici yaklaşım ağırlıklıdır. Annenin eğitilmesi ve aile desteğinin sağlanması önemlidir. Vejetatif belirtiler için antidepresan ilaçlar yararlı olabilir.
Major depresyonda EKT’nin kullanılması önerilir.
Geçmişte affektif epizod geçiren kadınların doğumdan sonra proflaktik lityum ya da antidepresan ilaç almaları önerilmektedir. Emzirme döneminde lityum kontrendikedir ve TSAD lar dikkatli kullanılmalıdır. Atak sırasında anne bebek ilişkisini en yüksek düzeye çıkaracak, anne bebek için tehlikeyi en aza indirecek şekilde düzenlenmelidir.
Referans.7gunsaglik.com.tr
Diyet Yapmadan Kilo Vermenin Yolları
Öncelikle yemek zamanlarınızı ayarlayın ve düzene koyun. Yavaş çiğneyin ve yavaş yerken kendinizi yeniden keşfedin.
Karmaşık beslenme planından vazgeçin yeşil çayınızı aralarda için. Her lokmanın tadını çıkarın. Küçük porsiyonlar tüketin. Yavaş ve az az yiyin ki tokluk hissiniz tatmin olsun. Acele etmeden sakince tadını çıkararak yiyin.
Daha fazla uyuyun az tartılın. Gece uykusunu bir saat daha fazla uyuyanlar yıl boyunca 14 kiloya yakın daha zayıf kalıyor. Uyumak kalori yakmaya yardımcıdır. İştahınızı bastırır ve uykudayken yeme şansınız da olmaz.
Daha fazla sebze yiyin. Akşam yemeğinde özellikle hafif beslenin sebze yiyin. Yüksek lif ve su içeren meyve ve sebzeleri tüketmek kalori yakmaya yardımcıdır. Yağsız pişirin yağlı soslar eklemeyin limon ve otlarla bir salata yapın.
Çorba kurtarır. Günde 1-2 kez çorba içebilirsiniz. Ekmek az ve sosu yoğun olmasın. Sebzeli çorbalar idealdir tuzunu az koyun tok tutar.
Tam tahıllara geçin. Esmer pirinç, arpa, yulaf, buğday tercih edin. Kolesterolü düşürür kilo kaybını sağlar. Waffle, pizza, kek, makarna ve beyaz ekmekten uzak durun.
Pizza yerine etli sebzeli bir benzerini yapın. 100 kalori kesmiş olursunuz. Peynir, zeytinyağı, ince kabuklu bir ekmek, zeytin, biber, domates ile pizzanızı yapın.
Uzun ve ince camlı bardakları kullanın. Sıvı alımında şeker miktarı böylece sınırlanır. Meyve suyu, soda veya şarapta %30 oranında kalorisi eksik gelir.
Yeşil çay için. Yoga yapın. Evde yemek yiyin. Tabak ve çatal kullanın. Sakız çiğneyin. Tabaklarınızı yemeğe göre seçin. Salça yerine domates sosu tüketin. Tabağınızdakinin %80 ini yiyin. Yürüyün, koşun, bakım yapın, evi temizleyin ve kilo verin.
Referans.7gunsaglik.com.tr
Karmaşık beslenme planından vazgeçin yeşil çayınızı aralarda için. Her lokmanın tadını çıkarın. Küçük porsiyonlar tüketin. Yavaş ve az az yiyin ki tokluk hissiniz tatmin olsun. Acele etmeden sakince tadını çıkararak yiyin.
Daha fazla uyuyun az tartılın. Gece uykusunu bir saat daha fazla uyuyanlar yıl boyunca 14 kiloya yakın daha zayıf kalıyor. Uyumak kalori yakmaya yardımcıdır. İştahınızı bastırır ve uykudayken yeme şansınız da olmaz.
Daha fazla sebze yiyin. Akşam yemeğinde özellikle hafif beslenin sebze yiyin. Yüksek lif ve su içeren meyve ve sebzeleri tüketmek kalori yakmaya yardımcıdır. Yağsız pişirin yağlı soslar eklemeyin limon ve otlarla bir salata yapın.
Çorba kurtarır. Günde 1-2 kez çorba içebilirsiniz. Ekmek az ve sosu yoğun olmasın. Sebzeli çorbalar idealdir tuzunu az koyun tok tutar.
Tam tahıllara geçin. Esmer pirinç, arpa, yulaf, buğday tercih edin. Kolesterolü düşürür kilo kaybını sağlar. Waffle, pizza, kek, makarna ve beyaz ekmekten uzak durun.
Pizza yerine etli sebzeli bir benzerini yapın. 100 kalori kesmiş olursunuz. Peynir, zeytinyağı, ince kabuklu bir ekmek, zeytin, biber, domates ile pizzanızı yapın.
Uzun ve ince camlı bardakları kullanın. Sıvı alımında şeker miktarı böylece sınırlanır. Meyve suyu, soda veya şarapta %30 oranında kalorisi eksik gelir.
Yeşil çay için. Yoga yapın. Evde yemek yiyin. Tabak ve çatal kullanın. Sakız çiğneyin. Tabaklarınızı yemeğe göre seçin. Salça yerine domates sosu tüketin. Tabağınızdakinin %80 ini yiyin. Yürüyün, koşun, bakım yapın, evi temizleyin ve kilo verin.
Referans.7gunsaglik.com.tr
Cilt Lekelerinin Nedenleri ve Tedavisi
Uzman dermatologlar ciltte oluşan lekeler hakkında bilgi veriyor ve tedavi şekillerini anlatıyor.
Cilt lekelerine çözüm planını uygulamaya geçmeden önce, neden olan dış etkenleri belirlemelisiniz. Cildiniz en değerli ve hassas giysiniz. Ciltte oluşan lekelerinin çoğunluğu güneş zararlı ışınlarına maruz kalmaktan ve kalitesiz makyaj malzemesi kullanımından kaynaklanıyor.
Güzelliğinize gölge düşüren cilt lekeleriyle vedalaşmak, sağlıklı ve pürüzsüz görünen bir cilde sahip olmak isteyenlere güzellik uzmanları şunları öneriyor:
Güneşten ve kalitesiz makyaj malzemelerinde uzak durun
Güneşin zararlı ışınları; güneş koruma kremi ya da cilt koruması yapılmadığı durumlarda, leke oluşumuna sebep oluyor. Cildinizde yeni leke oluşumunu önlemek için yılın her mevsiminde, özellikle yaz mevsimi ve deniz tatillerinde cildinizi, güneşin zararlı ışınlarından koruyan yüksek koruma faktörlü ürünler kullanmalısınız.
Güzelliğinize güzellik katan makyajı yaparken kullanılan malzemelerin kalitesine önem verilmesi gerekiyor. Aksi takdirde cildin yapısını bozabiliyor ve lekeler ortaya çıkabiliyor. Özellikle makyajın alt yapısını oluşturan pudra, fondöten gibi makyaj malzemelerinin kaliteli ve içeriğinin güvenli olmasına dikkat etmek gerekiyor.
Lekelere özel cilt temizliği yapın
Cildinizdeki lekeleri gidermede en etkili yöntemlerden biri sabah ve akşam, lekelere özel üretilmiş sabun, jel ve köpüklerle cilt temizliği yapmak. Cilt yüzeyindeki ölü hücreleri temizleyici ve yeni hücrelerin oluşmasını sağlayan temizlik ürünleri; cilt lekelerinin yok olmasına ve cildinizin tazelenmesine katkıda bulunuyor.
Cilt lekeleri için temizlik ve bakım ürünleri seçerken, tanecikli yapıda olmasına ve içeriğinde deniz yosunu, E ve C vitaminleri, antioksidan maddelerin bulunmasına dikkat edilmesi gerekiyor.
Lekelere özel bakım kremleri ve bakım serumları kullanın
C vitamini, cilt hücrelerinin yenileyerek, yeniden oluşmasını ve tazelenmesini sağlıyor. İçeriğinde C vitamini bulunan cilt lekelerine özel bakım kremleri ve serumlar, cildin pürüzsüz, sağlıklı ve parlak görünmesine yardımcı oluyor. Leke bakım kremleri ile cildiniz için gerekli bakımı kolaylıkla sağlayabilirsiniz. Cilt lekeleri için kremleri sabah ve akşam düzenli kullandığınızda lekelerin yoğunluğu azalıp, gözle görülür iyileşme gerçekleşiyor. Böylelikle hayalinizdeki cilde kolaylıkla kavuşabiliyorsunuz.
Cilt lekeleri için kapatıcı ürünler kurtarıcı olabilir
Cildinizdeki lekeleri yok etmek için bakım yaparken günlük hayatınıza, harika bir ciltle devam etmek için son teknoloji kozmetik ürünlerden yardım alabilirsiniz. Kadınların kurtarıcısı leke kapatıcı, cildi zararlı güneş ışınlarına karşı koruyucu ve nemlendirici özelliklere sahip BB kremlerle tek adımda, cildiniz için harika sonuçlar alabilirsiniz.
Referans.7gunsaglik.com.tr
Cilt lekelerine çözüm planını uygulamaya geçmeden önce, neden olan dış etkenleri belirlemelisiniz. Cildiniz en değerli ve hassas giysiniz. Ciltte oluşan lekelerinin çoğunluğu güneş zararlı ışınlarına maruz kalmaktan ve kalitesiz makyaj malzemesi kullanımından kaynaklanıyor.
Güzelliğinize gölge düşüren cilt lekeleriyle vedalaşmak, sağlıklı ve pürüzsüz görünen bir cilde sahip olmak isteyenlere güzellik uzmanları şunları öneriyor:
Güneşten ve kalitesiz makyaj malzemelerinde uzak durun
Güneşin zararlı ışınları; güneş koruma kremi ya da cilt koruması yapılmadığı durumlarda, leke oluşumuna sebep oluyor. Cildinizde yeni leke oluşumunu önlemek için yılın her mevsiminde, özellikle yaz mevsimi ve deniz tatillerinde cildinizi, güneşin zararlı ışınlarından koruyan yüksek koruma faktörlü ürünler kullanmalısınız.
Güzelliğinize güzellik katan makyajı yaparken kullanılan malzemelerin kalitesine önem verilmesi gerekiyor. Aksi takdirde cildin yapısını bozabiliyor ve lekeler ortaya çıkabiliyor. Özellikle makyajın alt yapısını oluşturan pudra, fondöten gibi makyaj malzemelerinin kaliteli ve içeriğinin güvenli olmasına dikkat etmek gerekiyor.
Lekelere özel cilt temizliği yapın
Cildinizdeki lekeleri gidermede en etkili yöntemlerden biri sabah ve akşam, lekelere özel üretilmiş sabun, jel ve köpüklerle cilt temizliği yapmak. Cilt yüzeyindeki ölü hücreleri temizleyici ve yeni hücrelerin oluşmasını sağlayan temizlik ürünleri; cilt lekelerinin yok olmasına ve cildinizin tazelenmesine katkıda bulunuyor.
Cilt lekeleri için temizlik ve bakım ürünleri seçerken, tanecikli yapıda olmasına ve içeriğinde deniz yosunu, E ve C vitaminleri, antioksidan maddelerin bulunmasına dikkat edilmesi gerekiyor.
Lekelere özel bakım kremleri ve bakım serumları kullanın
C vitamini, cilt hücrelerinin yenileyerek, yeniden oluşmasını ve tazelenmesini sağlıyor. İçeriğinde C vitamini bulunan cilt lekelerine özel bakım kremleri ve serumlar, cildin pürüzsüz, sağlıklı ve parlak görünmesine yardımcı oluyor. Leke bakım kremleri ile cildiniz için gerekli bakımı kolaylıkla sağlayabilirsiniz. Cilt lekeleri için kremleri sabah ve akşam düzenli kullandığınızda lekelerin yoğunluğu azalıp, gözle görülür iyileşme gerçekleşiyor. Böylelikle hayalinizdeki cilde kolaylıkla kavuşabiliyorsunuz.
Cilt lekeleri için kapatıcı ürünler kurtarıcı olabilir
Cildinizdeki lekeleri yok etmek için bakım yaparken günlük hayatınıza, harika bir ciltle devam etmek için son teknoloji kozmetik ürünlerden yardım alabilirsiniz. Kadınların kurtarıcısı leke kapatıcı, cildi zararlı güneş ışınlarına karşı koruyucu ve nemlendirici özelliklere sahip BB kremlerle tek adımda, cildiniz için harika sonuçlar alabilirsiniz.
Referans.7gunsaglik.com.tr
Uyumanıza Rağmen Yorgun ve Uykusuz musunuz?
Uyku apnesi ya da uyku hali.. Uyuyan kişilerde görülüyor ve sabah kalktığından tüm gece uyumamış gibi yorgunluk hissi veriyor.
Geceleri güzel güzel uyuyorum ama sabah kalkınca kendimi bütün gece beşik sallamış gibi yorgun hissediyorum diyorsanız belki sizde uyku apnesi vardır. Apne’nin anlamı Yunancada soluksuz kalmadır. Uyku apnesi olanlar 30 saniye kadar nefes almazlar ve bu kesintiler gece boyu yüzlerce kez tekrarlanabilir.
Bu soruna yüzde 90 nefes borusu tıkanması neden olur, yani yumuşak damak, bademcik, dil ve küçük dilden oluşan boğazdaki kasların, havanın geçeceği alanı kapatacak şekilde gevşemesi sonucu nefes kesilir. Fazla kilo, alkol ve sigara kullanımı, kas gevşetici ilaçlar da bunu tetikler.
Erişkinlerde ve kadınlara oranla erkeklerde daha yaygın olarak rastlanan uyku apnesi yüzünden kandaki oksijen miktarı azalır ve karbondioksit miktarı artar. Bu nedenle kaliteli uyku uyunamaz ve tansiyondan kalp hastalıklarına, konsantrasyon bozukluğundan depresyona, hatta felce kadar pek çok ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir. Ayrıca trafik ve iş kazalarına, sosyal problemlere, uykuda aşırı terlemeye, davranış bozukluklarına da neden olur.
İşin kötüsü uyku apnesi olanlar gece uyansalar bile bu süre kısa olduğu için hatırlamayabilirler, yakınları da fark etmezse bilmeden bu hastalık ile yaşar ve olumsuz sonuçlarına da maruz kalırlar. Zamanında bir hekime başvurmak için uyku apnesinin belirtileri neymiş bilmekte fayda var:
Gün boyu aşırı uyku hali
Gürültülü horlama
Uyku esnasında solunumun durması
Ağız kuruluğu ve boğaz ağrısı ile uyanmak
Sabah baş ağrısı ile uyanmak
Uykusuz kalınca beliren unutkanlık ve huzursuzluk gibi rahatsızlıklar hissetmek
Referans.7gunsaglik.com.tr
Geceleri güzel güzel uyuyorum ama sabah kalkınca kendimi bütün gece beşik sallamış gibi yorgun hissediyorum diyorsanız belki sizde uyku apnesi vardır. Apne’nin anlamı Yunancada soluksuz kalmadır. Uyku apnesi olanlar 30 saniye kadar nefes almazlar ve bu kesintiler gece boyu yüzlerce kez tekrarlanabilir.
Bu soruna yüzde 90 nefes borusu tıkanması neden olur, yani yumuşak damak, bademcik, dil ve küçük dilden oluşan boğazdaki kasların, havanın geçeceği alanı kapatacak şekilde gevşemesi sonucu nefes kesilir. Fazla kilo, alkol ve sigara kullanımı, kas gevşetici ilaçlar da bunu tetikler.
Erişkinlerde ve kadınlara oranla erkeklerde daha yaygın olarak rastlanan uyku apnesi yüzünden kandaki oksijen miktarı azalır ve karbondioksit miktarı artar. Bu nedenle kaliteli uyku uyunamaz ve tansiyondan kalp hastalıklarına, konsantrasyon bozukluğundan depresyona, hatta felce kadar pek çok ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir. Ayrıca trafik ve iş kazalarına, sosyal problemlere, uykuda aşırı terlemeye, davranış bozukluklarına da neden olur.
İşin kötüsü uyku apnesi olanlar gece uyansalar bile bu süre kısa olduğu için hatırlamayabilirler, yakınları da fark etmezse bilmeden bu hastalık ile yaşar ve olumsuz sonuçlarına da maruz kalırlar. Zamanında bir hekime başvurmak için uyku apnesinin belirtileri neymiş bilmekte fayda var:
Gün boyu aşırı uyku hali
Gürültülü horlama
Uyku esnasında solunumun durması
Ağız kuruluğu ve boğaz ağrısı ile uyanmak
Sabah baş ağrısı ile uyanmak
Uykusuz kalınca beliren unutkanlık ve huzursuzluk gibi rahatsızlıklar hissetmek
Referans.7gunsaglik.com.tr
Yağ Yakıcı Zayıflama Çayı Malzemeleri Nasıl Yapılır ?
Yağ yakıcı Zayıflama Çayı için aşağıda listelenen malzemeleri karıştırarak hazırlayacağınız çay ile zayıflamanıza yardımcı olacaktr..
Yağ yakıcı çay için gerekli malzemeler nelerdir?
4 çay kaşığı Yeşil çay
4 çay kaşığı Mate yaprağı
2 çay kaşığı Isırgan yaprağı
2 çay kaşığı Kekik
Eylül'de Bodrum Otelleri 60 TL'den Başlayan Fiyatlarla!
Eylül'de Bodrum Otelleri 60 TL'den Başlayan Fiyatlarla!
Yağ yakıcı çay nasıl hazırlanır?
Malzemeleri 1 litre kaynar suyun içine koyarak 10 dakika demlenmesini bekletin (kaynatmayın).
Yağ yakıcı çaydan günde kaç bardak içmeliyim?
Günde 3-4 bardak tüketilebilir.
Yağ yakıcı çay hazırlanırken içine mısır püskülü,kiraz sapı ve rezene ilave edilirse çaya ödem sökücü özellik katılmış olur.
Önemli Not: Yağ yakıcı çaya şeker ve bal kesinlikle ilave edilmemelidir.Referans.7gunsaglik.com.tr,
Yağ yakıcı çay için gerekli malzemeler nelerdir?
4 çay kaşığı Yeşil çay
4 çay kaşığı Mate yaprağı
2 çay kaşığı Isırgan yaprağı
2 çay kaşığı Kekik
Eylül'de Bodrum Otelleri 60 TL'den Başlayan Fiyatlarla!
Eylül'de Bodrum Otelleri 60 TL'den Başlayan Fiyatlarla!
Yağ yakıcı çay nasıl hazırlanır?
Malzemeleri 1 litre kaynar suyun içine koyarak 10 dakika demlenmesini bekletin (kaynatmayın).
Yağ yakıcı çaydan günde kaç bardak içmeliyim?
Günde 3-4 bardak tüketilebilir.
Yağ yakıcı çay hazırlanırken içine mısır püskülü,kiraz sapı ve rezene ilave edilirse çaya ödem sökücü özellik katılmış olur.
Önemli Not: Yağ yakıcı çaya şeker ve bal kesinlikle ilave edilmemelidir.Referans.7gunsaglik.com.tr,
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)